Yine bir kayıp haberi.
Bu sefer Bursa’da, 12 yaşındaki İdil Durgut. Arkadaşlarıyla buluşacağını söyleyip evden çıkıyor, yanına eşyalarını da alıyor ve bir daha dönmüyor.
Ailesi perişan, polis arıyor, sosyal medya çalkalanıyor.
Ama bir durup düşünelim: Bu kaçıncı çocuk?
Ne zaman bu haberleri duyduğumuzda şaşırmamayı öğrendik?
Toplumsal Çürümenin Fotoğrafı
Çocuklarımız güvende değil.
Evden dışarı adım atarken bir daha dönüp dönmeyeceklerinden emin olamıyoruz. Ama sorun sadece bireysel vakalarda mı? Yoksa bu olaylar, toplumun ne kadar çürüdüğünü mü gösteriyor?
Düşünelim,
12 yaşındaki İdil bugün kayıp.
Dün Mersin’de 16 yaşındaki Melek İpek, evinden çıktıktan sonra kaybolmuş ve günler sonra bir dere kenarında cansız bedeni bulunmuştu.
Daha da geriye gitmeyelim mi?
Konya’da 8 yaşındaki Eylül Yağlıkara, kaybolduktan sonra vahşice katledilmişti.
Bu çocukların hikayelerini okurken hissettiğimiz o öfkeyi, acıyı hatırlıyor musunuz?
Yoksa unuttuk mu?
Daha kötüsü, bu haberleri duymaya o kadar alıştık ki artık sadece başlığını okuyup geçiyor muyuz?
Her yeni kayıp haberinde sosyal medya birkaç gün çalkalanıyor, insanlar “Bir şeyler yapmalı” diyor. Ama sonra?
Hepimiz hayatımıza geri dönüyoruz. Bu olaylar kapanıp gidiyor, sanki hiç olmamış gibi. Çocuklar kaybolmaya, istismar edilmeye, öldürülmeye devam ediyor. Ve biz sadece izliyoruz. Olayların ardındaki köklü sorunlara yüzleşmekten korkuyoruz belki de. Çünkü toplumsal çürümenin en acı veren yanı, hepimizin buna bir şekilde alışması.
Alışmak, belki de en büyük trajedi. Çünkü bir toplumun çocuklarına olan duyarlılığı kaybolursa, o toplumda hiçbir şey sağlıklı kalamaz. Her kayıp çocuk vakası sadece bir bireysel dram değil, tüm toplumun insanlıktan ne kadar uzaklaştığını gösteren bir ayna.
Yoksa biz bu aynaya bakmaktan mı kaçıyoruz, çünkü gördüğümüz şey bizi de rahatsız ediyor. Çocukların kaybolduğu, öldürüldüğü, istismara uğradığı bir yerde yaşamaya devam etmek için normalleştirme refleksine mi sığınıyoruz.
Eğer böyleyse vah halimize!
Çocuklar Kaybolurken İktidar Ne Yapıyor?
Soruyorum:
Bu çocukların geleceğini korumak kimin görevi?
İktidarın politikalarına bir bakalım. Aile yapısını koruma adı altında sosyal politikaları sadece dini referanslarla şekillendirmekle meşguller. Çocuk istismarını önlemek yerine, üstünü örtercesine geçiştiriyorlar Kadınların ve çocukların yaşam haklarını savunmak yerine, “aile değerleri” adı altında bireyleri susturuyorlar.
Devletin çocukları koruması gereken birimleri, göstermelik projelerle günü kurtarma peşinde. Çocuk istismarı davalarında caydırıcı cezalar yok. Kaybolan çocuklar için etkili bir ulusal alarm sistemi yok.
Ama ne var?
“Güçlü aile yapısı” adı altında çocuklara sessizce yüklenen bir kader anlayışı var.
Nereye Gidiyoruz?
Bir toplumda çocuklar kayboluyor ve biz sadece haberleri izleyip “ah vah” demekle yetiniyorsak, o toplum çürümüştür. Adalet yoksa, güvenlik yoksa, dayanışma yoksa, çocukların kaybolmasını normalleştiririz. Bir gün İdil gibi kaybolan bir başka çocuğun haberini okurken fark ederiz: Artık hiç şaşırmıyoruz.
Çözüm Nerede?
Çözüm, bireylerin değil, toplumun birlikte harekete geçmesinde. Çocuklarımızın güvende olduğu, kimsenin onları istismar edemeyeceği, sokakta ya da evde yalnız hissetmeyeceği bir düzen kurmalıyız. Bu, sadece bireysel önlemlerle olmaz. Sorgulamalı ve “başka bir dünya mümkün mü?” diye kafa yormalıyız.
Ama böyle şeylerin bugünkü iktidarın önceliğinde değil, biliyoruz.
İdil’in bulunmasını ümit ediyoruz. Ama bulduğumuzda ne olacak?
Başka İdillerin kaybolmasına engel olabilecek miyiz?
Bu soruların cevabını veremiyorsak, çocuklarımızın yarınlarına nasıl umutla bakabiliriz?
Toplum olarak vicdanımızı kaybettiğimiz yerdeyiz. Bunun farkına varmazsak, kaybolan sadece çocuklar değil, hepimiz olacağız.