Günümüzde Türkiye sağlık sistemi derin bir krizle karşı karşıya. Özellikle “Yenidoğan Çetesi” olayı, sağlık hizmetlerinin ticarileşmesinin sonuçlarını gözler önüne seren önemli bir örnek olarak öne çıkıyor. Bu olay, tüm toplum tarafından yalnızca hukuki bir mesele olmanın ötesinde, sağlık sisteminin temellerini sarsan bir çürümenin göstergesi olarak değerlendiriliyor.
Günümüzde sağlık hizmetlerinin ticarileşmesi, hem sağlık çalışanları hem de hastalar açısından ciddi sorunlar yaratmaktadır. Piyasa odaklı sistemler, sağlık hizmetlerini birer tüketim maddesi olarak değerlendirirken, bu durum sağlık hizmetlerinin sunumunu, ihtiyaçlar ve haklar temelinde değil, ekonomik kazançlar üzerinden şekillendirmektedir. Bu makalede, sağlık hizmetlerinin ticarileşmesinin sonuçları, hasta-doktor ilişkisi üzerindeki etkileri ve mevcut sağlık sisteminin toplumsal eşitsizlikleri nasıl derinleştirdiği ele alınacaktır.
Sağlık Hizmetlerinin Ticarileşmesi ve Etkileri
Piyasa odaklı sağlık sistemleri, sağlık hizmetlerini birer mal olarak görür. Bu anlayış, sağlık hizmetlerinin sunumunu yalnızca ekonomik kazançlar doğrultusunda şekillendirir. Örneğin, özel hastaneler ve sağlık kuruluşları, hizmetlerini maksimum kar elde etme amacıyla sunarlar. Bu durum, sağlık hizmetlerinin kalitesinin düşmesine neden olur. Hasta ile doktor arasındaki ilişki, bir müşteri-satıcı ilişkisine dönüşerek, sağlık hizmetlerinin insanî yönünü zedeler.
Piyasa odaklı sistemlerde, hastalar müşteri olarak değerlendirilirken, sağlık çalışanları ise birer hizmet sunucusu haline gelir. Bu dönüşüm, sağlık çalışanlarının mesleki etik değerlerini sorgulamaya itebilir. Sağlık çalışanları, ekonomik baskılar nedeniyle hastalarının gerçek ihtiyaçlarına odaklanmakta zorlanabilir. Sonuç olarak, hastaların gereksinimleri göz ardı edilirken, sağlık hizmetlerinin niteliği de düşer.
Eşitlik Sorunu ve Toplumsal Eşitsizlikler
Piyasa odaklı sağlık sistemlerinin en büyük handikapı, sağlık hizmetlerinin eşit bir şekilde dağıtılmamasıdır. Sağlık hizmetlerine erişim, bireylerin ekonomik durumuna bağlı hale gelir. Ekonomik durumu iyi olan bireyler, daha iyi sağlık hizmetlerine ulaşabilirken, yoksul kesimler niteliksiz veya yetersiz hizmetlere mahkûm kalmaktadır. Bu durum, toplumsal eşitsizlikleri daha da derinleştirir.
Örneğin, özel hastaneler, yüksek kaliteli sağlık hizmetleri sunarken, bu hizmetlerin maliyetleri de oldukça yüksektir. Yoksul bireyler, sağlık hizmetlerine erişim konusunda ciddi zorluklarla karşılaşırken, zengin kesimler en iyi hizmetleri alabilmektedir. Bu, toplumda sağlık hizmetleri açısından bir sınıf farkı yaratır. Sağlık hizmetlerinin kamusal bir hak olarak değil, ekonomik bir mal olarak değerlendirilmesi, bireylerin sağlık hakkını ihlal etmektedir.
Hasta ve Sağlık Çalışanlarının Mağduriyeti
Sağlık hizmetlerinin ticarileşmesi, hem hastaları hem de sağlık çalışanlarını mağdur eden bir durumdur. Hastalar, ihtiyaç duydukları hizmetlere ulaşmada engellerle karşılaşırken; sağlık çalışanları, düşük ücretler ve kötü çalışma koşulları altında ağır bir yük taşımaktadır. Bu durum, sağlık çalışanlarının motivasyonunu düşürmekte ve mesleki tükenmişliğe yol açmaktadır.
Hasta-doktor ilişkisi, sağlık hizmetlerinin kalitesini belirleyen en önemli unsurlardan biridir. Ancak piyasa odaklı sistemler, bu ilişkiyi derinlemesine etkileyerek, hastaların ihtiyaçlarının göz ardı edilmesine neden olmaktadır. Hastalar, sağlık çalışanlarıyla olan ilişkilerinde sadece bir müşteri olarak görülmekte ve bu durum, güvenilir ve etkili bir tedavi sürecinin sağlanmasını zorlaştırmaktadır.
Alternatif Yaklaşımlar Gerekli
Mevcut sağlık sistemi, piyasa dinamiklerine bağımlılığını sürdürdüğü sürece, sağlık hizmetlerinin eşit bir şekilde sunulması mümkün olmayacaktır. Bu nedenle, sağlık hizmetlerinin yeniden yapılandırılması gerekmektedir. Sağlık hizmetlerinin kamusal bir hak olarak görülmesi ve piyasa dinamiklerinden bağımsız bir yapıda sunulması, tüm toplumun sağlığı ve refahı için gereklidir.