2025 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Teklifi, meclise sunularak önümüzdeki yılın ekonomik yönelimlerinin ve toplumsal etkilerinin işaretini veriyor. Hükümetin harcama ve gelir yapısındaki radikal değişimlerin yansımaları, sosyal harcamalardan feragat edilerek yüksek vergilere ağırlık verilmesini ve faiz ödemelerinin ciddi oranda artmasını öne çıkarıyor.
Bütçenin Çerçevesi ve Eleştiriler
2025 yılı merkezi yönetim bütçesi, 14,7 trilyon TL gider ve 12,8 trilyon TL gelir beklentisiyle %3,1’lik bir bütçe açığı öngörüyor. Bu açık, harcamalar ve gelirler arasındaki dengesizlikle şekillenen ekonomik tabloyu yansıtırken, sosyal harcamaların sınırlandırılması eleştirilerin odak noktasını oluşturuyor. Giderlerin büyük bir kısmının faiz ödemelerine ayrılması, bütçede sınıfsal tercihlerin ağır bastığı yönündeki eleştirileri doğrular nitelikte. 2025’te faiz giderlerinin 1,9 trilyon TL’ye ulaşarak önceki yıla kıyasla %50’lik bir artış göstermesi, halkın refahını yükseltmeye yönelik harcamaların yerini faiz yükünün aldığına dair endişeleri güçlendiriyor.
Özellikle, hükümetin bütçe harcamalarının 584 milyar TL’sini deprem bölgesinin yeniden yapılanmasına ayırması, afet bölgesi dışında kalan sosyal harcamalarda kısıntıların daha fazla hissedileceğini gösteriyor. Deprem bölgelerine yapılacak yatırımlar gerekli olmakla birlikte, sosyal yardımlar, eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik gibi alanlara ayrılan fonların azalması, geniş halk kesimlerinin yaşam koşullarını zorlaştırıyor. Bu kesintilerle halkın karşılaştığı refah kaybının derinleşmesi, bütçenin alt ve orta gelir gruplarını korumakta yetersiz kaldığı yönünde eleştirilere sebep oluyor.
Bütçede gelir kaynağı olarak öne çıkan dolaylı vergilerin artışı da, toplumun dar gelirli kesimlerinin daha fazla vergi yükü altında ezileceğini işaret ediyor. Mal ve hizmetlerden alınan dolaylı vergilerin, toplam vergi gelirleri içindeki payının %70’e yaklaşması, devletin gelir artırmak adına halkın temel ihtiyaçlarına yönelik mali yükleri artırdığına dikkat çekiyor. Bu durum, gelir dağılımındaki adaletsizliği derinleştirirken sosyal politikaların daha fazla zayıflamasına neden olabilecek bir bütçe dönemi anlamına geliyor.
2025 bütçesinin ana harcama kalemlerinde görülen bu eğilimler, halk sınıflarının refahını desteklemekten ziyade finansman açığını kapatmaya ve ekonomik dengesizlikleri gidermeye yönelik kısıtlayıcı politikaların izleneceği bir dönemi işaret ediyor. Bütçedeki bu sınıfsal ve ideolojik tercihler, ekonomik eşitsizliğin daha da artacağı, dar gelirli vatandaşların ise daha fazla ekonomik baskı altında kalacağı eleştirilerini beraberinde getiriyor.
Vergilerde Artış: Adaletin Yerine Haksızlık Bütçesi
2025 yılı bütçesinde vergi gelirlerinin büyük bir bölümü yine dolaylı vergilere yüklenmiş durumda; KDV ve ÖTV gibi tüketim vergileri halkın omzuna ağır bir yük bindiriyor. Bu dolaylı vergiler, doğası gereği en temel ihtiyaçlardan lükse kadar her harcamadan kesildiğinden, gelir seviyesinden bağımsız olarak toplumun geniş kesimlerini etkiliyor. Yani, zengin ya da yoksul fark etmeden herkes aynı oranı ödüyor; ancak düşük gelirli vatandaş için bu vergi, bütçeden çok daha büyük bir pay anlamına geliyor. Gelir eşitsizliği her geçen gün derinleşirken, bütçede verginin %70’inin dolaylı vergilerden sağlanması, sermaye sahiplerinin daha az vergi yüküyle korunmaya devam edeceği bir düzeni pekiştiriyor.
Öte yandan, bütçede kurumlar vergisinin toplam vergi gelirleri içindeki payı yalnızca %15’te kalıyor. Bu çarpıcı dengesizlik, hükümetin iddia ettiği “vergiyi tabana yayma” politikalarının bir yanılgıdan ibaret olduğunu gösteriyor. Tabanı oluşturan halk sınıfları, gün geçtikçe daha fazla dolaylı vergi altında ezilirken, en üst gelir grupları için vergi oranları düşük tutuluyor ya da indirimlerle ödüllendiriliyor. Böylece dev şirketler ve sermaye grupları, toplumun yarattığı değerin büyük bir kısmını vergiye yansıtmak yerine kârlarını büyütmeye odaklanabiliyor. Bu tablo, adil bir vergi sisteminden ziyade halkın omzundaki yükü artıran ve gelir dağılımındaki uçurumu derinleştiren bir haksızlık bütçesi olduğunu açıkça ortaya koyuyor.
Üstelik dolaylı vergiler, sadece bugünkü harcamaları değil, gelecekteki yaşam koşullarını da etkiliyor. Her yeni dolaylı vergi artışı, halkın alım gücünü azaltırken; konut, sağlık, eğitim gibi temel hizmetlerde ulaşılabilirliği de düşürüyor. Vergi yükü tavandan değil tabandan toplandıkça, düşük gelirli aileler daha yüksek vergi oranları altında zorlanırken, varlıklı kesimlerin serveti büyümeye devam ediyor. “Vergiyi tabana yaymak” sloganı, iktidarın halka “gelir adaleti” yerine yalnızca artan bir yük paylaştığını gözler önüne seriyor. Bu bütçe, halkın elindekini tırpanlayan, sosyal adaletsizliği körükleyen ve her anlamda “devletin zenginlere çalıştığı” bir düzenin somutlaşmış hali olarak karşımıza çıkıyor.
SGK Transferleri ve Sosyal Harcamalar: Kesintinin Vurduğu Bir Bütçe
2025 yılı bütçesinde SGK’ye ayrılan transferlerin 1,8 trilyon TL’ye düşürülmesi, Türkiye’de 16 milyondan fazla emekliyi ilgilendiren sosyal güvenlik sisteminin geleceği için ciddi sinyaller veriyor. Görünüşte sosyal güvenlik kurumlarına ayrılan fonun varlığı bir dayanışma gibi sunulsa da bütçedeki payının dramatik biçimde azalması, bu fonların artık emekli maaşlarını korumaktan çok uzaklaştığını gösteriyor. 2016’da SGK’ye yapılan transferlerin bütçe içindeki oranı %18,3 iken, 2025’e geldiğimizde bu oran %12,4’e düşüyor. Bu azalma, enflasyonun emekli maaşlarını küçültmesine rağmen sosyal güvenliğe ayrılan desteğin gitgide küçüldüğünü ortaya koyuyor.
Bu bütçedeki küçülme sadece emeklilerin hayat koşullarını etkilemekle kalmıyor; aynı zamanda çalışamayan, güvencesiz yaşayan geniş halk kitlelerini de doğrudan vuruyor. Artan emekli sayısına karşın sosyal güvenlik bütçesinde yapılan bu kesinti, düşük gelirli emekçilerin ömür boyu ödedikleri primlerin hakkını almalarının zorlaşacağını gösteriyor. Kısaca devlet, sosyal güvenlik kurumlarının görevlerini yalnızca bir mali yük olarak görmekle kalmıyor, giderek emekçi sınıfın, emeklilerin hakkını budamak ve katkı paylarını kısmak için fırsat kolluyor.
Daha az SGK transferi demek, sağlık hizmetlerine ve emeklilik maaşlarına daha az destek demektir. Bir yanda çalışma hayatını bitirmiş insanların asgari geçim koşullarına dahi ulaşmaları zorlaşırken, diğer yanda ekonomik güvencesizlik büyüyerek halkın devlete olan güvenini zayıflatıyor. SGK’ye ayrılan kaynağın azalması ve sosyal güvenlik harcamalarının giderek düşürülmesi, yalnızca emeklilerin değil; sosyal yardımlara muhtaç her bireyin, çalışma hayatına katılamayan milyonların, kadınların ve gençlerin sosyal güvenlik şemsiyesinin dışına itilmesi anlamına geliyor. Bu tablo, sosyal güvenliğin artık halk için değil, maliyetleri aşağıya çekmek isteyen politikalar için var olduğunu gösteriyor.
Toplumsal eşitsizliği derinleştirecek
2025 yılı bütçesi, halk sınıflarının yaşam standartlarını iyileştirmekten ziyade, sosyal refahı azaltıcı ve gelirlerini kısıtlayıcı bir yapıya işaret ediyor. Bu bütçe, özellikle dolaylı vergilerin artışıyla doğrudan halka yansıtılan vergi yükünün ağırlaştığını gösteriyor. Dolaylı vergiler, gelir gruplarına göre eşit bir yük paylaşımı sağlamaz; aksine, düşük gelir gruplarını daha fazla zorlayarak halkın alım gücünü azaltır. Mal ve hizmetlere getirilen yüksek dolaylı vergiler (örneğin, KDV ve ÖTV gibi), özellikle temel tüketim maddelerine erişim maliyetini artırırken, alt ve orta gelirli aileler için bütçeyi kısıtlayıcı etki yaratıyor.
Bu bütçede görülen en dikkat çekici unsurlardan biri de, hükümetin sınıfsal tercihlerini yansıtarak vergi yükünü geniş halk kitlelerine yüklüyor olmasıdır. Gelir ve servet üzerinden alınan vergilerin düşük kalması ve büyük sermaye sahipleri lehine yapılan vergi istisnaları, varlıklı kesimlerin daha az vergi yüküyle karşılaştığını gösteriyor. Bu eğilim, hükümetin üst gelir gruplarını koruma politikasını benimseyerek sosyal harcamaları kısmakta ve vergileri alt gelir gruplarının omuzlarına yüklemekte olduğunu ortaya koyuyor. Dolaylı vergilerin toplam vergi gelirleri içerisindeki yüksek payı, vergi yükünün toplumun dar gelirli kesimlerine yoğunlaştığını ve bu kesimlerin yaşam koşullarının giderek zorlaştığını açıkça gösteriyor.
2025 yılı bütçesi, toplumsal eşitsizliği derinleştiren, sınıfsal uçurumları genişleten bir yapıya sahiptir. Sosyal harcamalardaki azalma ve vergi yükündeki artış, düşük gelirli ailelerin alım gücünü ve refahını önemli ölçüde azaltırken, sermaye sahipleri ve üst gelir gruplarının vergi avantajlarından yararlanmaya devam ettiğini gösteriyor. Bu durum, geniş halk kesimleri için yaşam koşullarının daha zorlayıcı hale geldiği ve toplumun en kırılgan kesimlerinin daha fazla ekonomik baskı altında bırakıldığı bir dönemin habercisi olarak değerlendiriliyor.