Dilaver Demirağ
BM’nin yıllık toplantısı Lübnan’da İsrail ile tetiklenen bir savaşa denk geldi. Bakmayın siz haber bültenlerinde sürekli tekrarlanan “gerginlik”, “gerilim”, “tırmanma” gibi sözlere yaşan şey alenen bir savaş bir savaşa savaş demek için daha ne gerekiyor illa iki devlet arasında mı olmalı. O süreç artık çoktan bitti yeni militarizm sürecindeyiz ve artık savaşın özneleri sadece devletler değil. Silahlanma dediğimiz olgu ile birlikte artık savaş tıpkı şiddet gibi devlet denen kurumun tekelinden çıktı. İsrail’de savaşın öznesi HAMAS ve İsrail, Lübnan’da ise gölge devlet haline gelen bir milis gücü ve bir mikro devlet olan Hizbullah. Devlet kavramının kapsamı da bu yeni zamanlarda değişti. Devlet dediğimiz tanım olarak belli bir toprak parçasında siyasi, ekonomik ve demografik olarak tam egemen bir siyasi gücün adı. Peki, bu tanımı esas alırsak ve Gazze ile Güney Lübnan ya da Bekaa Vadisini-ki modern dünya gerilla tarihinin en önemli yeridir- alalım. Gazze’de ekonomik, siyasi ve demografik olarak egemen güç kim elbette HAMAS yani Hamas bu nokta da tam ulus bir devlet ama Devlet denmemesinin nedeni uluslararası siyasi arenada tanınmamış olması. Ha keza Hizbullah’ta öyle tıpkı Hamas gibi o da Güney Lübnan’da tam anlamı ile hâkim güç dahası Lübnan siyasetinde de anahtar rolü olan bir aktör, elbette Filistin’den farklı olarak Lübnan’ın çok etnilli ve çok dinli bir mozaik ülke olması. Bundan dolayı da Lübnan devlet yönetiminde her dinin hatta her mezhebin bir siyasi gücü var resmi olarak siyasi bölüşümde tanınmış bir yeri var ve siyasi koltuklarda bu güçlerin verdiği onayla gerçekleşiyor. Cumhurbaşkanı Hristiyanlara, Başbakanlık Müslümanlara Meclis başkanlığı da Şiilere tahsis edilmiş. , Başbakan Yardımcısı ve Meclis Başkan Yardımcısının Doğu Ortodoks Kilisesi’ne bağlı olması gerekir. Bu sistemin amacı mezhep çatışmalarını azaltmak ve hükümetteki tanınmış 18 dini grubun demografik dağılımını adil bir şekilde temsil etmektir. Tam da bu nedenle İran’ın ve kısmen de Suriye’nin desteği ile şu anda Hizbullah Lübnan’daki Şiileri temsil eden en büyük siyasi örgüt. Ve Hizbullah Cumhurbaşkanlığı seçiminden Başbakanlığa dek belirleyici konumda. Hal böyle olunca da Hizbullah’ın Lübnan’da resmi devletin yanında ikinci bir devlet olmasına, kendi ordusunun oluşturulmasına ses çıkarılmadı. Bunda İsrail karşısında çok zayıf kalan Lübnan ordusunun ülke güvenliğini sağlamadaki zafiyeti en büyük etken. Hizbullah’ın İsrail’le yapılan savaşlarda yenilgi yüzü görmemesi, ABD işgalinin ABD’nin çok büyük bir askeri bedel ödeyerek Lübnan’ı terk etmesinin esas nedeni olması ve son savaşta İsrail ordusunu deyim yerinde ise perişan edip yenilmez armada efsanesine son vermesi Hizbullah’ın Lübnan’da adeta bir gölge devlet olmasına yol açtı.
İsrail’in Çizilen Karizması
Hâsılı hem Hamas hem de Hizbullah dünyanın en güçlü gerilla grupları şu an. Meksika Chiapas’daki Zapatistleri saymaz isek -ki Zapatistler bile askeri olarak bu ikisi ile kıyaslandığında cephane bakımından oldukça sönük kalır- hem insan gücü hem askeri donanım olarak YPG’yi ki dünyanın üçüncü büyük gerilla ordusu. Hizbullah ve Hamas ideolojik olarak birbirine benzese de birçok bakımdan farklılar. Ama zaten konumuz bu ikisinin bir gerilla ordusu ya da mini devlet -ki sevgili Anarşistler kusura bakmasınlar ama YPG’de öyle- olmaları değil. Yazının esas meselesi çok konuşulan ABD hegemonyası ile tesis edilen uluslarası düzenin çatırdaması. Daha doğrusu kuzey güney ayrımının artık iyice belirgin olmasına neden olan Batının çifte standarda dayanan Ahlaki tefessüh etmişlikleri.
Temelleri Vaşington uzlaşısı ya da Anlaşmasına dayanan ve ticaretin tam liberilizasyonu ile ulus devletleri ekonomik bir güç olmaktansa çıkartan bu düzen ekonomik olarak da siyasi olarak da bir imparatorluk olan ABD hâkimiyetine dayanan bir düzendi ta ki Rusya ve Çinin dünyada ABD’ye rakip çıkmasına kadar da bu düzen rakipsizdi yani ABD hâkimiyetine meydan okuyacak herhangi bir güç yoktu. Bununsa tek nedeni o güne dek üç dünya gücü üzerine kurulu Sovyetlerin ABD’ye meydan okuduğu bir tarafta ABD’nin başında olduğu NATO yahut Batı bloku-esas olarak ABD’nin lideri olduğu G7 ülkelerinin hâkimiyetine dayanıyor. Ona Rakip olarak Varşova paktına dayanan ama-orada da rakip güç Çin’di ama Çin ne ekonomik olarak ne de siyasi olarak Sovyetlere gerçek anlamda meydan okuyacak bir güçtü-sosyalist ülkeler. Bu iki bloktan bağımsız olarak esas olarak kendi ekonomik siyasi gelişmelerine odaklanan eski sömürge ülkelerinden oluşan bağlantısızlar üzerine kurulu bir düzen vardı. Bu düzen göreli bir istikrar üzerine kuruluydu. Sovyetlerin ve ardından Sovyet blokunun çöküşü ile bu düzende yıkıldı. Yerini alan Yeni Dünya düzeni adını verdikleri siyasi ve sosyolojik olarak şirketlerin tüm dünya sathına yayıldığı şirketokrasi yani şirket egemenliğine dayanan şirket egemen dünya tesis oldu. Bu da ilk başta göreli bir istikrar sağlasa da ABD’nin fiziki ve ekonomik şiddetine dayan bu düzen istikrarı bozsa da dünya Amerikan hâkimiyetine dayanan bu düzene de adapte oldu ve İslamcılığın göreli olarak bu düzene meydan okuması, Rusya’da Putin’in iş başına gelmesi neo-liberal ticaret sistemine ayak uydurarak tesis edilen devlet kapitalizmi ya da Piyasa Sosyalizmi de diyeceğimiz batı kapitalizminden kısmen farklı bir ekonomik gelişme ile yükselişe geçen Çin bu göreli olarak istikralı düzeni bozdu ve yerine çok taraflı ve henüz istikrar kazanmayan bir dünya düzeni kurdular. Şimdi bu çok taraflı düzen ABD ve batı aleyhine bozuluyor. Çin ve ABD istikrar, ulusal onur ve ulusal bağımsızlık, her tarafın ilişkilerde kazançlı çıktığı yani Adil bir dünya düzeni teklif ediyor ve Küresel Kuzeyin yani kapitalist Batı bloku ve ABD’nin hegemonyasına dayanan bu düzenden hoşnut Küresel Güney eski tabirle Az Gelişmiş yeni tabirle Yeni Sanayileşmiş ya da Sanayileşme yolunda olan ülkeler de bu ayartıya kapılıyorlar.
Gazze ve şu anda Lübnan’da başlayıp devam edegelen savaşı tam da bu sahne üzerinden okumak gerekiyor. Ama buna geçmeden önce artık inandırıcılığını tamamı ile kaybeden Batı blokunun İsrail’e gösterdiği aşırı toleransın kısmen bir teorik değinisine girmek istiyorum Bunu takip eden diğer yazıyla da Gazze, İsrail ve Lübnan Savaşının okumasına girişeceğim onu da takip eden yazı da halkların dünya düzenine ya da Anarşist-Sosyalist bir küreselleşme meselesine değineceğim.
BM denen Şov Sahnesi ve Debordu hatırlamak.
BM toplantısının Gazze de artık bir soykırım olduğu ABD dışında herkesçe kabul gören katliamları ve şimdi de hem de BM Genel Sekreteri’nin ifadesi ile Gazzeleşme alametleri gösteren Lübnan’daki Hizbullah-İsrail savaşı tüm şiddeti ile devam ediyor. Lübnan’daki savaşın sona ermesi için Gazze’deki İsrail katliamlarının son bulması gerekiyor ama ABD tarihinin hem en bunak hem de en Siyonist -Trump’ı saymazsak-en İsrail destekçisi Biden’in oluyor, olacak, çabalıyoruz, umudum var gibi kof sözlerine rağmen İsrail’in katliamları son bulmak bir yana giderek daha da pervasızlaşıyor. Şimdilerde eksen Lübnan’a kaydığı için günlük 10 ila 20 civarında bir rutine oturan çocuk kadın yaşlı ayırt etmeden sivil halktan insanların ölümü biraz hız kesip 6-7 ila 10 civarlarına düştü. Ve durum bu iken dünya liderlerinin konuşmasına baktığımızda meli malı gibi sanki bir akademisyen ya da gazeteci imiş gibi konuşmaları insana Debord ve Baudrillardı hatırlatıyor. Her ikisi de görselliğin gerçeklik algımızı değiştirdiğini gözün hâkimiyeti ile sürekli yeni şovlarla bizi ekrandan kaldırmayan bir televizyon dizisi ya da bir film sahnesi içinde yaşıyormuşuz hissi veren bir matriks dünyada bize düşenin seyirci ve eğlence tüketicisi olmak.
Dolayısıyla özellikle de zengin sanayileşmiş ülkelerde bilinen biçimi ile partili siyaset bir karnaval. Siyasetçiler ise bu karnavalın jonglörleri gibiler. Böyle olduğu için de yani gerçek manada bir güce bir iktidara sahip olmadıklarından sürekli bir temenni dile konuşarak şöyle yapılmalı, bu olmalı gibi cümleler kuruyorlar. Sanki yönetimde olan onlar değiller gibi.
Bu anlamda küresel siyasi düzen dediğimiz aslında bir tiyatro, bir film ve oyuncular kendi rolleri içinde ezberlenmiş replikleri yani rolleri gereği söylemeleri gereken sözleri söylüyorlar. Dahası eski yunanda retorik denilen tumturaklı konuşmalardan da eser yok. Mesela bizde Erdoğan son derece parlak cümleler kurar bazan ajitasyon çeker, bazansa edebi ifadeler kullanır yani biz de alışkın olduğumuz dinleyeni etkileyen ve coşturan cümleler yoktur. Gerçi bizde de Erdoğan’ın türk tipi Başkanlık rejimine geçtiğinden beri retorik dozunda belirgin bir düşüş var. Bu anlamda sanırım en çok İslami doğu ülkelerinde gördüğümüz duygusal tonu yoğun konuşmalar batı dünyasına egemen olan akılcılık nedeni ile son derece sıkıcı. Tam da bu nedenle heyecanı kalmayan artık kendini tekrar eden bir sahne şovunda şovmenler de çok sıkıcı.
İsrail bu muktedir olmayan şovmen siyasetin son derece farkında ve bunun sağladığı imkanları tepe tepe kullanarak, önce Hizbullah’la olan savaşında darbe alan yedi ekimde ise amiyane ifadeyle karizması çizilen caydırıcılığını son derece zalim ve esas olarak zayıflara yönelmiş katliama varan savaş gösterisi ile yeniden inşa etme derdinde. Bulunduğu topraklardaki varlığı rızaya dayanmadığı için sürekli bir paranoya halinde yaşayan ve varlığını iyi işleyen bir askeri makine üzerine kuran İsrail de bildiğini okuyor. Kendisini durduracak kimsenin olmadığını ve son yılların en çapsız, en üçüncü sınıf siyasi liderlerinin kendisini kollayan Yahudi sermayesine teslim olduklarını biliyor. Bu bilinçle de canının istediği ya da hadi daha güçlü bir ifade ile paşa gönlünün çektiği gibi tepe tepe çocuk, kadın, engelli hayvan bitki filan aldırmadan adeta can taşıyan herkesi bir alev makinesine dönüşmüş hava araçları ile ateşe veriyor. Üstelik de ABD savaş makinesinin akışı sayesinde.
Hal bu iken BM bürokratlarından Volker Türk’ün sanki hukuk varmış gibi sürekli uluslararası insancıl hukukun gereklerinden söz ediyor İsrail’in BM kararlarına uyması gerektiğini söyleyip duruyor. Dedim ya herkes ezberletilmiş sözleri tekrar edip duruyor Antonio Guatteres başta tüm BM bürokratları varlıklarını ABD’ye borçlu değilmiş gibi konuşuyor. Neyse ki batı dünyasında sözün hiçbir geçerliliği yok. O nedenle ifade özgürlüğü denen bir başka trajik komik dizi film bölümü gereği dilediğiniz gibi eleştirebilir, en ağır siyasi eleştirileri yapabilirsiniz. Hatta birileri çıkıp ABD başkanına bunak bile dese en fazla kaba ve nezaket yoksunu olmakla eleştirilip geçer gider.
Çok Taraflı Yeni Dünya Düzeni ve Hegomonya Krizi
İşte tam da bu nedenle batıda bildiğimiz anlamda siyaseti aşırı sağ popülistler yapıyor ve Biden vb. teknokrat tipli siyaset figürlerinden illallah geldiğinden, duygulara hitap eden karizmatik ya da karizmatik görünüm sergileyen hırslı siyasi muhteris siyasetçilere gönül veriyorlar. Dünya da ise eksen artık giderek Çin ve Rusya eksenine kayıyor. İçi boş teknokratik siyasetin iflasında Faşizm küllerinden yeniden doğarken dünya düzeni de giderek daha milliyetçi bir eksene kayıyor ve Batı nefretinin cisimleşmiş hali olan Putin’e hayranlık duyarken adalet vaat eden Çin’e kapılarını ardına kadar açıyor. İsrail kendisi ile beraber batının beş yüz yıllık emekle kurduğu batı hâkimiyetine dayanan dünya düzenini de savaş meydanına sürüklüyor ve adeta uçaktan atılan birer füzeye dönüştürüyor. Bunun en iyi farkında olan casuslar da geçenlerde Londra da bir araya gelip satır aralarında siyasi aktörlere “bakın kurduğumuz dünya düzeni çatırdıyor, eksen giderek Asya’ya kayarken Çin ve Rusya güçleniyor bir şeyler yapmamız gerekiyor uyanın” diyorlardı.
Hâsılı dünya yeni ama son derece de tehlikeli bir yeni kavşakta Hegemonya krizleri çoklukla zayıflamakta olan bir gücün delice bir savaşa yakın olmasına da imkân verir. Bir yıldızın çökmeden evvel son büyük parlamasını yapması gibi, ABD’de Ukrayna ve Tayvan üzerinden arının yuvasını bir saman çöpü ile karıştırıyor yani büyük bir savaşın kapısını aralamaya çalışıyor. Ukrayna ve Tayvan Rusya ve Çin için hem bir güvenlik hem de bir güç krizi demek tam da bu nedenle her ikisi içinde bu ikisi adeta sinir ucu konumunda ve ABD bu sinir uçlarına baskı yapıyor. Ukrayna da Nazi dostu bir dolandırıcınının silah daha çok silah dedikçe silaha boğulması ve uzun menzilli füzelere sahip olup bunlarla Rus kentlerini vurmak istemesi sembolü Ayı olan Rusya’nın kendisini gagalayan Amerikan kartalının kanatlarını yolmasına neden olabilir. Yahut kartalın koca bir yılan da olan ejderhaya saldırması ejderhayı Kartalı dişlerinin arasın almaya zorlayabilir. Malum bilirsiniz uysal ev kedileri bile köşeye sıkıştıklarında bir kaplana dönüşebilirler. Ve aynı kartal pençelerine Davut yıldızıyla İran’ı savaşa kışkırtıyor. Ukrayna ve Tayvan’dan dolayı ABD’ye öfkeli olan Çin ve Rusya bir siyasi ve ekonomik pakt olan Brics üyesi İran’ı ABD ve İsrail’e yem etmeye niyetli değiller küresel jeopolitik açıdan bir kalpgah olan Ortadoğu’da İran’ın düşmesi demek Rusya’nın Doğu Akdeniz’de güçsüz kalması demek üstelik Adalet vaat eden bir güç olan Rusya ve Çine karşı İran’ın çok faydaları dokundu. Çini ihtiyacı olan petrole doyurdu, Rusya’yı sıkıştığı zamanda kamikaze dronlar ve füzelerle destekledi. Bu anlamda her ikisinin de ABD karşında gerçek bir alternatif olabilmek İran’ı ABD İsrail eksenine karşı güçlü tutmaları gerek. Çin İHA teknoloji transferi ile Rusya füze teknolojisi transferiyle İran’ı güçlendirdi. Eğer Rusya İran’a s.400 hava savunma füzeleri verirse İran ABD’yi de İsrail’i de hırpalayabilir. Dahası İran intihar dalışı ile sahip olmaya başladığı düşünülen Nükleer başlıklı füzelerle İsrail’i vurabilir ve bir nükleer savaşı da başlatabilir. Bu da bir dünya savaşının kapısını aralamaktır.
Dünya Düzenin Değişimi İçin Anahtar İran
İsrail Lübnan’da Hizbullah’a savaş açarak İran denen kovana çöp soktu. İran’ın ilk başta direniş ekseni adı verilen kendisinin eğitip donattığı güçlerle Hizbullah’ı destekleyeceği malum. ABD gemileri de bunun için burada konuşlanmış durumda. Ama ABD’de İsrail’de Hizbullah’ın İran’ın aşil topuğu olduğunu biliyor. Yani İran’ın sinir ucu da Hizbullah, bu nedenle İran Hizbullah’ın İsrail tarafından ezilmesine müsaade etmeyecektir. Dahası İran Hizbullah ve diğer direniş eksenlerinin yok edilmesinin kendisini çırılçıplak bir hedef kılacağını biliyor. Ünlü şark sabrı doğrultusunda İran savaşa şimdilik müdahil olmayacaktır, ama bir noktada-ki bu Hizbullah’ın savaşma kapasitesinin ciddi anlamda zayıflaması olacaktır- savaşa müdahil olup bölgenin ateş topuna dönmesine neden olacak.
Bu anlamda ABD için İran bir hegemonya krizi ve İran’ın ipi çekilirse bölgede ABD hegemonyası yeniden tesis olacak ve petrol akışı, ticaret hatları tekrar güvenceye kavuşacak ve bölgede ABD ve İsrail’e rakip güç kalmayacak. Tam da bu noktada eğer yeni dünya düzenin liderliği değişecek ve bir eksen kayması olacak İse İran bu noktada anahtar olacak. İran eğer Rusya ve Çin desteği ile ABD’nin Ukrayna’sı olursa bu ABD’nin krizin derinleşmesi ve İsrail’de Netenyahu döneminin sonu olacaktır. Ancak böyle bir durum ABD için büyük yenilgi olacağından bunun öngörülemez riskleri olacaktır. Tam da bu nedenle öldürmeyen her darbe beni güçlendirir diyen bir ABD gücünü Rusya ve Çin’le paylaşmayabilir bu da güney Çin denizinde ABD’nin Rusya ve Çin’le kozlarını paylaşmasına neden olabilir. Hâsılı İsrail’in Gazze’nin ardından Lübnan’a saldırması ve Lübnan’ı işgalle sonuçlanacak bir savaşa girişmesi bir küresel savaşa yol açması kuvvetle muhtemel. Tam da bu nedenle ABD’nin “akil adamları” ver Netenyahuyu al hegemonyayı diyorlar. Bu nedenle ABD’nin karasal işgale başlamadan İsrail’i durdurması Hegomonya krizinin çözümünde anahtar. Bu düğümü de muhtemelen ABD seçimleri çözecek ama seçimlere daha bir buçuk ay olduğu düşünülürse bu süreç her şeye gebe. İsrail durdurulmaz ise Ortadoğu’nun ABD’yi de içine çektiği bir karadeliğe dönüşmesi an meselesi.
Bu noktada yazıyı bitirirken şunu söylemek istiyorum Batı’nın sarsılan dünya düzeni bu düzende ezilenler için neyi değiştirecek. Rusya ve Çin eksenli Yeni Dünya Düzeni bizim için neyi değiştirecek. Tüm bu sorular üçüncü yazının konusu. Ve bu yazının önsözü de ikinci yazının konusu.
Not: İlk yazıda vaat ettiğim gibiNarin cinayetinin sosyo politiğini yazacağım, bu yazıyı da birkaç gün içinde sizlere sunacağım.