2002 ile 2017 yılları arasında, 50 ülkede 1.558 doğa savunucusu toprakları, ormanları ve su kaynakları için can verdi. Sömürgeci zihniyetin yeni yüzü olan kapitalist devletler ve devasa şirketler, bu insanları yeryüzünün en acımasız mücadelesine, yani toprak ve doğal kaynak mücadelesine sürüklüyor. Onlar sadece ağaçları, nehirleri ya da dağları değil, insan onurunu, yaşamı ve geleceği savunuyor. Şirketlerin ve hükümetlerin soygun düzenine karşı direnenlerin kanı, kapitalizmin damarlarında akıyor.
Toprağın Bedeli: Direnişin Ölümle Buluştuğu Yer
Yaşam alanlarını savunurken yaşamını yitiren insanlar, çoğu zaman yerli halklardan gelen, köylü topluluklarıdır. Her biri toprağı kutsal kabul eden, ondan sadece yaşamı değil, varoluşu türeten insanlar. Ancak toprağın değeri sadece onlara ait değil. Kapitalizmin gözünde, toprak bir meta; madenlerin çıkarılacağı, ağaçların kesileceği, barajların kurulacağı bir araçtan fazlası değil. Bu nedenle, bu insanların direnişi kapitalist düzenin işleyişine bir tehdit olarak görülüyor. Şirketler ve devletler, çevre savunucularını önce göz ardı ediyor, sonra kriminalize ediyor, sonunda da yok etmeye çalışıyor. Ama bu insanlar sessizce topraklarına sarılmayı seçiyor. Öldürülmeleri ise direnişin sessiz çığlığı.
Sömürgeciliğin Yeni Yüzü: Şirketleşen Devletler ve Toprak Mücadelesi
Tarih boyunca, toprak her zaman mücadelenin odağında oldu. Ancak modern dünyada bu mücadele daha karmaşık ve kanlı bir hale geldi. Sömürgeci zihniyet sona ermedi, sadece yeni bir forma büründü: Şirketleşen devletler. Büyük maden şirketleri, tarım endüstrileri ve enerji devleri artık toprakların gerçek sahipleri değil. Asıl sahipler, yerel halklar, köylüler ve çevre aktivistleri, bu şirketlerin iştahını engelleyen birer engel olarak görülüyor. Fosil yakıtlar, mineraller, su, kereste ve tarım alanları; hepsi kapitalizmin göz diktiği kaynaklar. Bu kaynaklara sahip olmak, dünya üzerindeki şirketler ve onların yolsuz hükümetleri için yalnızca ekonomik kazanç değil, siyasi bir güç de demek.
Bu yeni sömürgecilik, devasa madenler açmak için yerli halkları yerlerinden etmek, su kaynaklarını kontrol altına almak, ormanları kesip yok etmek ve tüm bunları devletlerin sağladığı imtiyazlarla yapmak anlamına geliyor. Kongo’dan Filipinler’e, Brezilya’dan Papua Yeni Gine’ye kadar dünya üzerinde binlerce insan, yaşam alanlarını bu dev şirketlere karşı savunurken can veriyor. Şirketler sadece doğayı değil, insanları da köleleştiriyor. Kapitalizmin kuralları bu: Toprak seninse, savaşı kazanman gerekir; yoksa onun bir parçası olmaktan öteye gidemezsin.
Direniş ve Şiddet: Barışçıl Eylemler, Ölümcül Sonuçlar
Bu insanlar sadece silahlı çatışmaların kurbanı değiller. Şiddetin görünmeyen yüzü daha sinsi ve yıkıcı. Barışçıl bir eylem yapmanın bedeli ölüm, hapis ya da sürekli tehdit altında yaşamak. Yapısal ve kültürel şiddet, yalnızca fiziksel saldırılarla sınırlı değil; bu insanlar her gün yerlerinden edilme, mahkemelerde yargılanma ve medya tarafından karalanma tehlikesiyle karşı karşıya. Şirketler ve devletler, savunucuları “terörist” ya da “kamu düzenini bozan unsurlar” olarak gösteriyor. Çoğu, yasadışı yollarla elde edilen toprakları savunurken öldürülüyor. Ama asıl savaş, onların ölümüyle bitmiyor. Direniş, öldürülen her insanın ardından daha da büyüyor. Onlar sadece birer istatistik değil; onların hikayeleri, kapitalizmin yıkımına karşı koyan binlerce insanın direnişinin bir parçası.
Yolsuzluk ve Şiddet: Kapitalizmin Cezasızlık Zırhı
Kapitalist devletler, yolsuz hükümetlerle birlikte bu düzeni sürdürmek için her türlü yolu kullanıyor. Hukukun üstünlüğünün zayıf olduğu, cezasızlığın kol gezdiği ülkelerde çevre savunucuları için hayat daha da tehlikeli. Şirketler ve devletler, rüşvet ve yolsuzlukla doğal kaynaklara el koyuyor ve halkı yerlerinden ediyor. Bu cinayetlerin failleri çoğu zaman asla yargılanmıyor. Yasalar, halkı değil şirketleri koruyor. Mülksüzleştirilen köylüler, zorla tahliye edilen yerli halklar, madenlere karşı çıkan aktivistler, devletlerin ve şirketlerin ortaklıkları tarafından hedef alınıyor. Çoğu, kendi topraklarında kanı dökülerek susturuluyor. Ama ölüm bile onları tam anlamıyla susturamıyor.
Büyük şirketler, koca devletler, onların adına kan döken paramiliter gruplar… Hepsi aynı amaca hizmet ediyor: Kapitalizmin sömürüsünü sürdürmek. Birçok ülkede yerli halkların topraklarına, su kaynaklarına ve ormanlarına el koymak için “yasalar” çıkarılıyor. Bu yasal düzenlemeler, doğrudan sömürü mekanizmaları olarak işlev görüyor. Barajlar inşa ediliyor, ormanlar kesiliyor, madenler açılıyor; tüm bunlar büyük şirketlerin ve devletlerin işbirliğiyle gerçekleşiyor. Halklar direniyor, ama bu direnişin bedeli çoğu zaman ölüm oluyor.
Kaynak Çatışmalarının Karanlık Yüzü: Çevre Savunucularının Katliamı
Doğal kaynaklar üzerindeki çatışmalar, dünya genelinde direnişin merkezine oturmuş durumda. Kapitalizm, yeraltı ve yerüstü zenginliklerine ulaşmak için her şeyi yapmaya hazır. Bu, doğal kaynakları sömürmek için güçlü teşviklere sahip olan hükümetlerin ve özel sektör aktörlerinin, kendi topraklarına en bağımlı olan halkları marjinalleştirip onları köşeye sıkıştırmasıyla başlıyor. Hukukun üstünlüğünün olmadığı, yolsuzluğun egemen olduğu, devletin ve şirketlerin ortaklaşa çalıştığı bu düzen, çevre savunucularını hedef alıyor. Bu bir cinayet düzeni. Onların katledilmesi, kapitalizmin sürdürülebilirliğinin bir yan ürünü.
Doğal kaynak sektörlerine ve bu sektörlerin çevre savunucularına yönelik şiddete neden olan çatışmalar, sadece şirketlerle yerel halklar arasında değil; aynı zamanda çok daha derin bir adalet arayışı ve yaşam mücadelesiyle şekilleniyor. Maden çıkarma, tarım genişlemesi, yasadışı ağaç kesimi, petrol sondajı… Bunların her biri, yüzlerce insanın canına mal oldu. Özellikle Filipinler, Brezilya ve Kolombiya’da, topraklarını savunan yüzlerce yerli halk, şirketlerin çıkarları uğruna öldürüldü. Bu öldürme düzeni, sömürgeciliğin devamı niteliğinde.
Direniş Bir İsyandır, Ve Bu İsyan Büyüyor
Kapitalizm, doğanın ve insanların sömürüsü üzerine kurulu. Ancak bu sömürüye karşı olan direniş, her gün daha da büyüyor. Doğa savunucularının öldürülmesi, bir korku yaratmayı hedefliyor; ama gerçek şu ki, korku bizim silahımız değil. Öldürülen her insan, yeni bir direnişin kıvılcımını çakıyor. Bu savaş, sadece toprak, su ya da ormanlar için değil; insanlık onuru, özgürlük ve yaşam hakkı için veriliyor.
Ölümler belki kaçınılmaz, ama bu savaş kapitalizme karşı en güçlü isyanlardan biri. Toprak sadece ekilip biçilen bir alan değil; o, insanlığın kök saldığı, hayat bulduğu yerdir. Bu yüzden bu savaşı kazanmak zorundayız. Kapitalizm insanlığı ve doğayı aynı anda yok etmeye çalışsa da, bu direnişin gücü onu sonunda yenecek. Çünkü toprak, nehirler, ormanlar, sadece bugünün değil, geleceğin de sahibidir. Bu mücadelenin ateşi sönmeyecek, çünkü bu direniş yaşayan bir isyandır.
- Çevre savunucusu ölümleri için bkz. https://www.globalwitness.org.
- Hasat edilen alan için bkz. http://www.fao.org/faostat/en/#data/QC.
- El değmemiş ormanlar için bkz. http://www.intactforests.org/data.ifl.html.
- Maden imtiyazları için bkz. globalforestwatch.org/
- Büyük barajlar için bkz. globalforestwatch.org
- Hukukun üstünlüğü endeksi için bkz. worldjusticeproject.org/