Bu ülkenin kanıksanmış bir çelişkisi var: Suç işleyen bir “Türk vatandaşı” olduğunda birey konuşulur, ancak bir göçmen olduğunda tüm bir halk, tüm bir kimlik zan altında bırakılır.
İşte tam da bu yüzden, bir gazetede veya televizyonda “Suriyeli bir göçmen suç işledi” şeklinde bir haber gördüğümüzde, bu yalnızca bir haber değildir. Bu, bilinçli bir politikanın, halkı kutuplaştırmak ve yönlendirmek isteyen bir zihniyetin kirli oyunudur.
Bu ülkenin cezaevleri Türk vatandaşlarının işlediği tecavüz, cinayet, hırsızlık ve dolandırıcılık suçlarıyla dolup taşarken, neden göçmenlerin işlediği suçlar ısrarla etnik kimlikleriyle duyuruluyor?
Çünkü mesele adalet değil, mesele öfke yaratmak. Sistem, yoksulluğu, eşitsizliği ve toplumsal adaletsizliği sorgulamak yerine, halkın öfkesini göçmenlere yönlendirmeyi seçiyor. Bunun bir rastlantı değil de bir strateji olduğunu düşünüyorum.
Göçmen Düşmanlığı: Oy Devşirmenin Gizli Silahı
Bazı çevrelerin göçmen düşmanlığını teşvik ederek nasıl ayakta durduğunu görmek zor değil. Çalışma koşulları kötüleşir, ücretler düşer, barınma krizi derinleşir.
Peki suçlu kim?
Patronlar mı?
Hayır, onlar her zaman masum. Asıl suçlu, ucuza çalıştırılan göçmen işçiler. Göçmenler yüzünden iş bulamıyorsunuz, ev kiralayamıyorsunuz, güvenlik içinde yaşayamıyorsunuz. Böyle söylüyorlar. Ama bu bir yalan! Göçmenler suç işlediğinde medyanın bu denli abartılı bir dil kullanmasının sebebi tam da bu. Halk, asıl suçlu olan sistemin kendisini değil, komşusunu düşman olarak görsün diye.
Medyanın Rolü: Propaganda Makinesi
Evrensel gibi muhalif duruşuyla bilinen bir gazetenin bile bu tuzağa düşmesi, sorunun ne kadar derin olduğunu gösteriyor. Haberin asıl konusu, bir çocuğun yaşamını yitirmesi ve silahlı şiddetin ne kadar yaygınlaştığı olmalıydı. Ancak, “Suriyeli” vurgusu manşete taşındı. Bu, istemli veya istemsiz (veyahut da tiraj kaygısı), sistemin göçmen düşmanlığını yeniden üretmesine hizmet eden bir yaklaşım. Çünkü bu dil, toplumu göçmenleri insan olarak görmekten alıkoyuyor ve onları birer “tehdit” olarak kodluyor.
Asıl Sorun Ne?
Bu ülkede kadınlar katlediliyor, çocuklar taciz ediliyor, işçiler güvencesiz koşullarda ölüme terk ediliyor.
Bu suçların failleri kim?
Büyük çoğunluğu Türkiye vatandaşı. Ama hiçbir haber şöyle başlamıyor: “Türk bir adam karısını öldürdü.” Çünkü burada suç birey üzerinden konuşulur, toplum genellenmez. Oysa göçmenler söz konusu olduğunda bu kural bir anda ortadan kalkar. Suriyeli, Afgan, İranlı fark etmez; bir kişi suç işlediğinde tüm bir halk zan altında bırakılır.
Bu, yalnızca göçmenleri hedef alan bir nefret söylemi değil, aynı zamanda suça, şiddete ve eşitsizliğe karşı gerçek bir çözüm üretilmesini engelleyen bir manipülasyon aracıdır. İnsanlar birbirine düşerken, sorunların kökeninde yatan adaletsizlik gözlerden kaçar.
Çözüm: Sınırları ve Kimlikleri Aşan Dayanışma
Göçmenler bu topraklarda yalnız değil. Bu toprakların yoksulları, işçileri, kadınları, çocukları da aynı sistemin kurbanı. Bu yüzden, öfkemizi bir göçmenin etnik kimliğine değil, bu kimlikler üzerinden bizi manipüle eden sisteme yöneltmeliyiz.
Medyanın nefret diline karşı kendi dayanışma dilimizi kurmalıyız. Bir Suriyeli göçmenle bir Türk işçinin ortak noktası, aynı patron tarafından sömürülmek, aynı sistem tarafından görmezden gelinmektir. Bizim mücadelemiz sınırları ve kimlikleri aşan bir mücadele olmalıdır.
Unutma: Medyanın etnik kimlik vurgusu yalnızca bir suç değil, bir sınıf politikasıdır. Bu manipülasyona boyun eğmeyelim; birlikte mücadele edelim. Sınırların ötesinde dayanışma, gerçek özgürlük ve adaletin anahtarıdır.