“Sessizlik Vaziyeti” (Estado de Silencio / State of Silence), Santiago Maza’nın Meksika’da çektiği ve dünyaya “Bize destek olun!” çağrısını yapan 2024 yapımı çarpıcı bir belgesel.
Bu film; organize suçlar, kayıp insanlar, mültecilere yönelik şiddet, sömürü ve politik çürüme gibi olguların arasında sıkışıp kalmış gazetecilerin yaşadığı dehşet dolu gerçekleri anlatıyor. Onlar, bizlere gerçeği ulaştırmak için hayatlarını riske atarken devlet ve kartellerin işbirliği altında hedef haline getiriliyor.
Belgesel, haber alma hakkımızın sesini kısmak isteyen güçlere karşı dik durmaya çalışan gazetecilere bir ses veriyor.
Karteller ve Devlet: Yirmi Yıllık İttifakın Gölgesi
Meksika’da devletin sessizliği ve aczi, sanki kartellerle yapılan gizli anlaşmalardan bir parçaymış gibi bir döngüye dönüşmüş durumda. Felipe Calderón’un başkanlık döneminde ABD’nin “Uyuşturucuyla Savaş” adı altında başlattığı ve iş birliği görüntüsü altında kendi çıkarlarını kollayan operasyonların ardından, Enrique Peña Nieto ve sonrasında Andrés Manuel López Obrador yönetiminde de durum düzelmek yerine daha da karmaşık hale geldi.
Sistematik olarak hedef alınan gazeteciler bir bir susturuluyor, görevlerinden uzaklaştırılıyor ya da öldürülüyor. Belgeselde bir basın toplantısında gazetecilerin korunmasının gerekliliği dile getirilirken, aslında örtük bir tehdidin varlığı hissediliyor. Sessiz kalmayanlar, her defasında cezalandırılıyor, itibarsızlaştırılmak isteniyor.
Bu belgesel bize, devlete ve büyük medya tekellerine güvenmek yerine kendi alternatif medya ağlarımızı kurmamız gerektiğini hatırlatıyor.
Bu çürüme ve baskı ortamı karşısında, halk olarak kendi özgün seslerimizi yaratıp yaymak zorundayız.
Gazetecilik ve Hakikat: Meksika’da Yaşam Hakkı Tehlikede
Geleneksel medyanın sansasyonel habercilikle yozlaştırıldığı bir dünyada, “Sessizlik Vaziyeti” basit bir bilgi değil, mücadele çağrısı sunuyor. Yalnızca hakikati arayan gazetecilere değil, izinsiz orman kesimini, çevresel tahribatı, kaynakların özelleştirilmesini eleştiren her sese karşı amansız bir mücadele var.
Narko-politik imajıyla boğulan Meksika’da, özellikle yerel gazeteciler büyük risk altında. Devletin kontrolündeki medya gerçeği manipüle ederken, yalnız kalan ve tehlikeli bölgelerde görev yapan bu gazeteciler sürekli tehdit altında. Suç örgütlerinin eline düşen, tehdit edilen, aileleri baskı altına alınan gazeteciler çareyi sürgünde bulmak zorunda kalıyor.
Devletin gazetecileri şeytanlaştırma çabasına karşı durmak, tüm dünyanın sorumluluğunda. Bu gazeteciler, sadece Meksika değil, küresel bir dayanışmayı hak ediyor.
İktidarın Sessizlik Politikası ve Toplumsal Direniş
“Sessizlik Vaziyeti” bizlere, gazetecilerin hakikat arayışının otoriteyi nasıl rahatsız ettiğini gösteriyor. İfade özgürlüğü yalnızca kâğıt üzerinde kalırken, bağımsız sesler bir bir yok ediliyor. Çarpıcı örneklerle dolu filmde; gazetecilik mesleği, devlete ya da kartellere biat etmeyen bir tavır aldığında yüksek riskli meslek haline geliyor. Meksika’da polisin bile güvenilmez olduğunu, halkı sindirme görevinin bir parçası gibi hareket ettiğini gözler önüne seriyor.
“Sessizlik Vaziyeti” gibi filmler, iktidarın susturma politikalarına karşı halkın kendi sesini yükseltmesi gerektiğini anlatıyor. Devlet aygıtları tarafından susturulan her bir gazeteci, gerçeği savunan bir halkın simgesi haline geliyor.
Hakikat Uğruna Tehlikeye Atılan Hayatlar: Dayanışmanın Gücü
Film boyunca, María de Jesús Peter Pino, Juan de Dios García Davish, Jesús Medina ve Narcos Vizcarra gibi gazetecilerin hayatlarından kesitler görüyoruz. Onlar devletin koruyamadığı, kendi güvenliklerini kendileri sağlamaya çalışan kahramanlar. 2000 ile 2024 yılları arasında 163 gazetecinin öldürüldüğü, 32 gazetecinin kaybolduğu Meksika’da adalet arayışı %99 oranında sonuçsuz kalıyor.
Bu, dünya genelinde bir utanç değil de nedir?
Gazetecilere ve Gerçeğe Sahip Çıkmak: Herkes İçin Bir Sorumluluk
Son dönemde Patricia Ramírez González ve Mauricio Solís’in ölümü, ülkedeki durumu bir kez daha gündeme getirdi.
Devlet ve suç örgütlerinin saldırılarına karşı direnmenin tek yolu, toplumun birer muhabir haline gelmesi. Elimizdeki telefon kameralarıyla, sosyal medyanın gücüyle her birimiz bu otoriter düzenin yarattığı korku duvarını yıkmak zorundayız. Devletin susturmaya çalıştığı her sese sahip çıkmak, bu sesleri yok sayan düzene karşı direnmek hepimizin sorumluluğu.
Bu düzenin karşısında bağımsız medya ağlarının gücüne inanıyorum. “Sessizlik Vaziyeti” gibi filmler, halkın özgür medya araçlarına erişimi artırmak ve gerçeği yaymak için güçlü birer ilham kaynağıdır. Devletin baskı ve cezasızlık politikalarına karşı, hakikati savunan her bir bireyin desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum.
Sessizliği kırmak, susturulmaya karşı direnmek ve bir dayanışma ağı örmek… İşte bu, hakikat uğruna mücadele edenlere duyduğumuz borcun ta kendisi.