Suçlamalar 5-10 yıl öncesine dayanıyorsa, bu kadar zaman beklenmesinin anlamı nedir? 10 yıl içinde deliller karartılamamışsa şimdi nasıl karartılacak?
Son zamanlarda, halkın oylarıyla seçilen belediye başkanlarına yönelik baskı ve görevden uzaklaştırma uygulamaları, toplum iradesine yapılan sistematik bir müdahale olarak öne çıkıyor.
Ahmet Özer örneğinde de görüldüğü gibi, belediye başkanlarının evlerine sabahın erken saatlerinde baskın yapılması, yalnızca hukuki normlara aykırı olmakla kalmıyor, aynı zamanda halkın oylarıyla belirlenen temsilcilere bir tür gözdağı anlamı taşıyor. Gözaltı sürecinin hukuki usuller dışında işlediği bu gibi durumlarda, toplumsal iradenin itibarsızlaştırılmasının temel hedef olduğu izlenimi ortaya çıkıyor.
Halkın İradesine Müdahale
Seçilmiş belediye başkanlarının “tehlikeli bir suçlu” gibi gözaltına alınmaları, halk iradesine yönelik yapılan bir saygısızlık olarak değerlendirilebilir.
Toplumun temsilcisi olarak seçilen kişilere karşı bu denli sert müdahalelerde bulunulması, halkın doğrudan karar hakkına karşı bir baskı oluşturuyor. Ahmet Özer’in gözaltına alınması sürecinde olduğu gibi, neden daha önce harekete geçilmediği sorusu akla geliyor. Suçlamalar 5-10 yıl öncesine dayanıyorsa, bu kadar zaman beklenmesinin anlamı nedir? Bu, yalnızca Özer örneğinde değil; geçmişte de Diyarbakır, Van ve Mardin gibi illerde görev yapan belediye başkanlarının benzer yollarla görevden alınarak yerlerine kayyum atanmasında da gördüğümüz bir örüntü.
Hukukun Göz Ardı Edilmesi ve Toplumsal Algı
Bu gibi müdahaleler, aynı zamanda halkın kendi iradesini ifade etme alanına yönelik bir daralma yarattığı gibi, hukukun üstünlüğüne de zarar veriyor. Yargılama sürecinin usule uygun şekilde yapılması, delillerin somut ve geçerli olması hukuk devleti ilkesi için vazgeçilmezdir. Ancak Özer örneğinde olduğu gibi, somut ve güncel deliller olmadan, belirsiz ve eski iddialarla bir kişiye suçlama yöneltilmesi, halkın adalet sistemine duyduğu güveni sarsıyor. Eğer iddialar ciddi bir suçlamaya dayanıyorsa, yargı sürecinin şeffaf bir şekilde yürütülmesi ve toplumun bilgilendirilmesi gerekmez miydi?
Gözaltı ve Kayyum Atamaları: Yöntem ve Zamanlama Meselesi
Özer gibi isimlerin gözaltına alınmasında uygulanan yöntemler ve zamanlama dikkate değer bir ayrıntı olarak öne çıkıyor. Henüz gözaltı süreci devam ederken bazı medya kanallarında Esenyurt Belediyesine kayyum atanacağı iddialarının ortaya atılması, olayın siyasi bir boyutunun olduğu izlenimini güçlendiriyor. Bu da, toplumun bir bölümünde olayın yargısal değil, siyasi bir hamle olarak görüldüğünü gösteriyor. Yargı süreci tamamlanmamışken yapılan bu tür açıklamalar, hukuki sürecin önünde gidilerek toplumun algısında bir karalama çalışması yapılmak istendiği hissini uyandırıyor.
Toplum İradesine Yapılan Müdahalenin Demokrasiye Etkileri
Bir başka önemli mesele, toplumun oylarıyla göreve gelen kişilerin, toplumsal iradeye aykırı bir şekilde görevden uzaklaştırılmasının demokrasiye verdiği zarardır. Bu tür müdahaleler, halkın doğrudan karar alma hakkını çiğneyen ve demokratik işleyişi sekteye uğratan uygulamalar olarak dikkat çekiyor. Seçimle gelen kişilerin, keyfi gerekçelerle görevden alınmaları toplumun demokratik değerlere olan inancını zedeler. Kayyum atamaları, yalnızca belediyelerde değil, halkın tüm seçme-seçilme haklarına yönelik bir tehdit olarak algılanıyor.
Halkın İradesine Saygı ve Siyasi Çatışmaların Gölgesinde Adalet
Son yıllarda, devletin belirli bir kesiminin doğrudan siyasi iktidarın taleplerine göre hareket ettiği yönündeki iddialar, adalet kavramının toplum nezdinde sarsılmasına yol açtı. Toplumun yerel yöneticilerini doğrudan seçme hakkı, seçilmişlerin göreve gelmesiyle tecelli eder ve bu iradeye saygı gösterilmesi gereklidir. Ancak Özer örneğinde olduğu gibi, halkın iradesine yapılan bu tür müdahaleler, siyasi çatışmaların gölgesinde adalet kavramının daha da tartışılır hale gelmesine neden oluyor.
Kayyum atmaları, Türkiye’de yalnızca yerel yönetimlerin değil, halkın iradesine yönelik bir tehdit oluşturuyor. Toplum, bu tür müdahalelere duyduğu tepkiyi açıkça ifade etmedikçe, demokratik kazanımlar zayıflamaya devam edecek gibi görünüyor. Oysa toplum, kendisine ait olan kararlara sahip çıkmalı, yöneticilerin kimler olduğuna kendi iradesiyle karar vermeli. Aksi takdirde, bu tür olayların devam etmesi, halkın doğrudan yönetim süreçlerindeki rolünü her geçen gün daha da azaltacaktır.
Toplumun ve bireylerin doğrudan katılım hakkı demokrasinin en önemli unsurudur ve bu hakka yapılan her müdahale, bireysel özgürlüklerin de önünde bir engel olarak yerini alır.
Not:
Özellikle 2019 yerel seçimlerinden sonra hükümet, HDP’nin kazandığı Diyarbakır, Van ve Mardin gibi büyükşehir belediyelerine kısa sürede kayyum atadı. Bu üç belediyenin ardından daha küçük HDP belediyeleri de kayyumlarla yönetilmeye başlandı. Şu ana kadar, HDP’nin kazandığı 65 belediyeden 48’ine kayyum atanmıştır ve birçok HDP’li belediye başkanı tutuklanmıştır