İnsanlık her zaman savaş kayıplarını ölü ve yaralı askerler ve siviller, yıkılan şehirler ve geçim kaynakları açısından saymış olsa da, çevre genellikle savaşın kamuya açıklanmamış kurbanı olarak kaldı. Su kuyuları kirlendi, ekinler yakıldı, ormanlar kesildi, toprak zehirlendi ve askeri avantaj elde etmek için hayvanlar öldürüldü.
Savaş en büyük ekolojik yıkım nedenidir. Savaş esnasında kullanılan patlayıcılar, askeri hareketlilik toprağa, suya ve havaya canlı hayat için tonlarca zararlı kimyasal atık bırakır. Askeri faaliyet, askeri teçhizat ve silahların üretiminde, askeri sistemlerin konuşlandırılmasında ve test edilmesinde, askeri güç kullanımında ve askeri atıkların depolanması ve yeniden işlenmesinde çevreyi doğrudan etkiler. Bu sistemler ve faaliyetler ister geleneksel, ister kimyasal, biyolojik veya nükleer olsun, çevresel bozulmaya katkıda bulunurlar. Eski Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki-moon, Savaşta Çevrenin Sömürülmesini Önleme Uluslararası Günü münasebetiyle, “Toprakların kirlenmesinden doğal kaynakların yağmalanmasına kadar, çevre uzun zamandır sessiz bir savaş zayiatı olmuştur” demişti. Silahlı çatışma. Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP), son 60 yılda tüm devletlerarası çatışmaların en az yüzde 40’ının doğal kaynaklarla bağlantılı olduğunu ve bu bağlantının ilk beş yılda bir çatışmanın tekrarlama riskini ikiye katladığını öne sürüyor. 1990’dan bu yana, kereste, elmas, altın, mineraller ve petrol gibi yüksek değerli kaynaklar veya verimli toprak ve su gibi kıt kaynaklar olsun, doğal kaynakların sömürülmesiyle ilişkili en az 18 şiddetli çatışma körüklendi.[1]
Karbon Dioksit Emisyonlarını Arttırıyor
Yüksek yoğunluklu çatışmalar büyük miktarlarda yakıt gerektirir ve tüketir, bu da büyük CO2 emisyonlarına yol açar ve iklim değişikliğine katkıda bulunur. Büyük ölçekli araç hareketleri, patlayıcı mühimmatın yoğun kullanımı gibi hassas arazilerde ve jeoçeşitlilikte yaygın fiziksel hasara yol açabilir. Kentsel alanlarda patlayıcı silahların kullanılması, hava ve toprak kirliliğine neden olabilecek çok miktarda enkaz ve moloz oluşturur.
Kirlilik, hafif sanayiye ve su arıtma tesisleri gibi çevreye duyarlı altyapıya verilen zararlardan da kaynaklanabilir. Enerji kaynaklarının kaybı, çevreye zarar veren, arıtma tesislerini veya pompalama sistemlerini kapatan ya da daha kirletici yakıtların kullanımına yol açan ve süreklilik gösteren etkilere sahip oluyor.
Çatışmalarda kullanılan silahlar ve askeri malzemeler de çevresel miraslar bırakmaktadır. Kara mayınları, misket bombaları ve diğer patlayıcı savaş kalıntıları, tarım arazilerine erişimi kısıtlayabilir ve toprakları ve su kaynaklarını metaller ve toksik enerjik malzemelerle kirletebiliyor. Büyük çatışmalarda, büyük miktarlarda askeri hurda oluşturulur veya terk edilebilir; bunlar maruz kalanlarda akut ve kronik sağlık sorunları oluştururken, bunların içerdiği bir dizi kirletici madde, toprağı ve yeraltı suyunu kirletiyor. Birçok geleneksel silahın toksik bileşenleri mevcut, mesela ırak savaşında kullanılan seyreltilmiş uranyum diğer nükleer atıklar gibi radyoaktiftir. Beyaz fosfor gibi yanıcı silahlar sadece zehirli olmakla kalmaz, aynı zamanda yaşam alanlarına ateş yoluyla da zarar verebilir. Şu anda sınırlı olmakla birlikte, kimyasal yaprak dökücülerin yaygın kullanımı, Vietnam’ın geniş bölgelerinde halk ve ekolojik yaşama çok zarar verdi. Savaşın ekolojik maliyetleri kitap olacak kadar çok şey içerir. Bu nedenle bir ekoloji savunuru doğal olarak savaş ve askeri çatışma karşıtı olarak anti-militarizmi bir ölçüde içine alan bir tutum içindedir ve olmalıdır da.
Ülkemizde kürtlerin yaşadığı yerlerde süregelen ve yaklaşık 40 yıldır yani iki nesildir süregelen savaş doğaya onulmaz zararlar verdi, dağlar bombalandı tarımsal alanlar zarar gördü dağ keçileri vb. endemik canlı türleri büyük darbeler aldı, hâlâ süregelen bu savaşta TSK’nın ormanları yakması misilleme olarak, PKK’nın da turizm bölgelerinde orman yakmasının en büyük kurbanlarından biri ekosistemlerin ta kendisi oldu.
[1] https://www.un.org/en/observances/environment-in-war-protection-day