Sararıp dökülmeden önce kızaran yapraklar ki onlar
Şan verdiler ortalığa bütün bir sonbahar
Mevsim dönüp de yeniden yeşermeğe başlayınca rüzgâr
Çıplaklığında o atın yine onlar koşacaklar
O çocuklar
O yapraklar
O şarabi eşkıyalar
Onlar da olmasa benim gayrı kimim var? Can Yücel
Bu ülkenin idealist devrimci kuşağına ne söylense ne dense azdır. Kürdü de Türkü de birer yirminci yüzyıl İsa’sı oldular. Nice acılar çektiler ama toprağa olan sevdaları hiç bitmedi buğday başakları gibi büyüyen sonra da ezilip un olan yoksulların, diptekilerin ezilmemesi için, düzgün bir hayat yaşamaları için kanla suladılar o sevdikleri toprağı
Devrimcilerin tutkusu milliyetçi alçaklarınki gibi soyut değildi toprak Anadolu’ydu kavruk, ihmal edilmiş kenara itilmiş ama yine de yediveren üzümler, her bir başağında koca danelerle verim vermeye devam eden, bilgeliğin ana yurtlarından biri olan bir memleketti onlarınki. Suyu, ağacı, ağacın kurdu hâsılı Anadolu ne ise nelerden müteşekkil bir coğrafya ise ona aşkla bağlanmış insanlardılar. Soyut değil somut bir toprak somut insan olan bir vatandı.
Dibine kadar Romantik oldukları söylenebilir onların evet romantik oldukları için de o somut insanların kalleşliklerini bile sineye çektiler. Nazımın Akrep gibisin şiirinde dediği gibi olan o insanlar için ezildiler.
Devrimci denen tipolojiyi ifade edecek tek bir kelime olsa benim tercihim Fedakârlık olur. İdealist ve Romantik asiler olarak hala şarap olmak için ezilen üzümler onlar. “Onlar Şan verdiler ortalığa bütün bir sonbahar” dediği destansı bir direniş sergilediler.
Devlet o romantik ve idealist ama asi gençlere türlü çileler çektirdi. Nice eş sevdiklerini toprağa verdi, nice evlat baba ya da anne kokusuna hasret büyüdü.
Kürt Şarabileriyle Barış mı?
Ve şimdi o çileleri çektiren türlü işkencelerle tükettikleri asilerin Kürt olanları ile barışmaktan söz ediyor ama yine devletçe yapmak istiyor. Karşı tarafa hiçbir şey verme den yahut çok az şey verip kendisine maksimum kazançla hareket eden bir barış siyaseti güdülüyor. Geçen hafta ağzından bal damlayan Bahçeli bu gün özüne dönüp Kürt Sorunu yoktur deyip devletin klasik inkâr siyasetini sürdürdü.
Ulus devletlerin birçoğu Türk devletinin homojen ulus siyasetini sürdürmekte benzerler. Bu bakımdan adil barışla çatışmaları sonlandıran ülkeler çok az. Son Kolombiya örneği bile eski devrimci solcu Pedro’nun ve elbette FARC liderliğinin barışmak konusundaki kararlı tavrının ürünü. Ki bu barış süreci bile bir sürü mayınla dolu. Çünkü bu barışla birlikte kara ticaretten pay alan başta sağcı kontr gerilla örgütlenmeleri süreci zehirlemekten bir an bile imtina etmiyor.
Tarihte uzun süre birbiri ile çatışarak kan ve gözyaşı bırakan şiddet sarmalından çıkmayı başaranların çoğunun Avrupa ülkeleri olması çok da rastlantısal değil. Çünkü Rasyonalitenin doğum yeri olan bu topraklar müzakere yürütmeyi çok iyi bilen ülkeler tam da bu nedenle adil barış daha mümkün olabiliyor.
Bu rasyonaliteden uzak duygu yoğunluğu fazla olan ülkelerde bu başarılamıyor çoğu kez.
Oslo Anlaşması Barış Yolunun Mayınlarını Gösteriyor
Bu bakımdan PKK ile Türk Devleti arasında yürütülen barış sürecine İsrail-FKÖ penceresinden bakarsak benzerliklerin çok olduğunu görürüz. PKK’den farklı olarak açık bir işgal ve tehcirle taçlanmış FKÖ’nün mücadelesi amacına ulaşamadı yıllar boyu süregelen mücadele sürecinde tarafların askeri güç dengesinin İsrail lehine olması ve İsrail’in çok acımasız müdahalesi nedeni ile-ama yanısıra MOSSAD’ın örgütün en üst birimlerine kadar sızabilmesi ile FKÖ’nün birçok hamlesini boşa çıkarması-FKÖ bir türlü hedeflediği İsrail’in varlığının son bulması hedefine ulaşamadı. Buna mukabil İsrail’de Filistin direnişini ortadan kaldıramadı.
PKK ile devlet arasındaki çatışmada da benzerini görmekteyiz. PKK yola çıkarken Mao’nun Halk Savaşını model almıştı. Ancak hiçbir zaman Halk Savaşı’nın başlamasından önceki kızı üsler denilen kurtarılmış bölgeler oluşturup, Bağımsız Kürdistan hedefini tutturamadı. Çünkü Kürt halkı hiçbir zaman topyekûn ayaklanıp da devletle savaşmadı. PKK’nin tüm desteği büyük oranda eğitimli gençlerle sınırlı kaldı hal böyle olunca da devlet özellikle SİHA’lar ve Gerilla Mücadelesine daha iyi uyum sağlayan profesyonel askerlerle sahadaki durumu kendi lehine değiştirebildi.
Ancak devlet de örneğin DHKPC gibi örgütü tamamı ile pasifize edip mutlak bir biçimde boyun eğdiremedi. PKK şu an tüm pazarlık gücünü Rojavadan alıyor. Rojavada ABD’nin sağladığı sınırlı dokunulmazlık ve sahip olduğu silah kapasitesi ile PKK hedeflediği Dört Parçalı Bağımsız Kürdistan için bir kızıl üs haline gelen bu bölgeyi fiilen yönetiyor..
İsrail ve Filistin Barışı olan Oslo anlaşmasında da FKÖ Gazze ve kısmen de Batı Şeria da bağımsız bir Filistin yolunda önemli bir kazanım elde etmişti. Ancak buna rağmen her iki tarafta da bu barışı düşmana verilen bir taviz olarak görenler bunu baltalamıştı. Arafat için bu bir kazanımdı ve zaman içinde başka kazanımlarla 67 sınırlarına çekilmiş bir İsrail’in yanın da bağımsız Filistin devleti oluşacaktı. Her ne kadar Oslo da bir devlet karikatürü olarak varolsa da, İsrail’in hiçbir garanti vermesi söz konusu olmasa da dahası İsrail’in gölgesi bu devletçiğin üzerinde kalmaya devam etse de ve Filistin halkı için en büyük yara olan yerleşimlerin varlığı sürse de ve bu yerleşimlerin yayılmamasını sağlayacak bir garanti olmasa da hem Gazze halkı hem Arafat bunu bir kazanım ileriye doğru atılmış bir adım olarak görüyordu. Buna mukabil hem FHKC, Hem İslami Cihad hem de HAMAS için bu anlaşma İhanetle eş değerdi çünkü bu anlaşma netice de ufak tefek kazanımlar verse de Filistin tarafının İsrail’i tanıması söz konusu idi bu işgalcinin ve sömürgecinin kabulü anlamına geliyordu. Dahası anlaşmanın en zayıf tarafı Nekbeden itibaren Filistin halkının topraklarının çalınarak evlerinden sürgün edilmeleri olan yerleşim yerleri konusunda hiçbir taviz içermiyordu. Anlaşma büyük oranda İsrail lehineydi. Lakin tüm bunlara rağmen İsrail sağı bu anlaşmaya ihanet olarak bakıyor v e İsrail’in varlığını sonlandıracak bir sürecin başlangıç adımı olduğunu düşünüyordu. Çünkü İsrail tarafının Filistin halkının meşru temsilcisi olarak FKÖ’yü kabul edip onunla masaya oturup onu muhatap alması İhanetle eş değerdi.
İşte tüm bu nedenlerle barış zor bir yokuş
Önceki Çözüm Sürecinin Toksititesi Bu Kez de Karşımız da
Hatırlayalım bundan önceki çözüm sürecinde de benzeri yaşandı. MHP ve kısmen CHP Devletin Öcalan’ı muhatap almasını dolaylı olarak PKK’yi muhatap alması ve onlarla görüşmeler yapılmasını İhanetle eş değer görüyor terörü meşrulaştırmakla eş değer görüyorlardı. Bu adımların Türkiye’nin bölünmesine gideceğini söylemekteydiler.
Tüm bu süreçler aslında net bir şeyi ortaya koyuyor her iki taraf için de büyük acılara neden olan silahlı mücadele süreçlerinin yarattığı negatif hafıza silinmeden barışmak oldukça zor. Her iki tarafta da bunu demir leblebiyi yutmak olarak görenler oluyor. Hele de temsili demokrasilerde bu durumun yarattığı toksik iklim, aşırı sağın bu toksik iklimde varoluşunu güçlendirmesi oy kaybına ve iktidardan düşmeye neden olacak bir süreç ise süreci ilerletmek mümkün olamıyor. Filistin-İsrail sürecinde de Rabin öldürülmese bile büyük ihtimalle iktidarı kaybetmiş olacaktı.
Dahası Filistin tarafında ihanet olarak bakanlarla İsrail tarafında da benzerlerinin süreci tam anlamı ile zehirleyecek şekilde şiddet eylemlerine yönelmesi barışı ince bir buz üzerinde paten yapmaya benzer bir hale sokmuştu.
Şimdide benzer bir durum yaşanıyor PKK kendisinin doğrudan muhatap alınmamasına tepki olarak TUSAŞ saldırısını yaparak Hükümete kendisinin muhatap alınmaması halinde hükümetin canını çok yakacak eylemler yapacak güçte olduğu mesajını verdi. Buna mukabil devlette PKK’ya bunun bedelini Rojava ve Şengal gibi kızıl üsler üzerinden ödeteceğini elde etmiş olduğu kazanımları berhava etmekten çekinmeyeceğini göstermiş oldu. Bu barış iklimini daha en başında zehirlemiş oldu.
PKK Neo-Conların İsrail üzerinden Ortadoğu’yu şekillendirme sürecinin ve bu bağlamda Oded Yino’nun Türkiye’yi Kürtler ile parçalama stratejisinden korktuğunu fark ederek bunu bir zafiyet olarak görüp TC sıkıştı eğer bu durumu yaşamak istemiyorsa bizimle uzlaşacak olarak algı oluşturdu. Bu barış niyetinin Yeni Ortadoğu adı verilen şey nedeni ile gündeme gelse de Türk Devleti el mecbur konumunda değil. Bu büyük bir yanılgı olur Rojava saldırısı da bu mesajı vermeye dönüktü ve belli ki Devlet PKK’ya postu oldukça pahalıya satacağını ABD korumasının daha önce olduğu uçuşa yasak bölge haline gelmeyeceğini gösterdi ve ABD’nin hem nalına hem mıhına diyeceğimiz bir anlayışla Rojova üzerinden Türkiye’yi Türkiye üzerinden de PKK’yı terbiye etme siyaseti güdüyor. ABD şu an PKK’ya sana çizdiğim sınırları aşmaya kalkar pişmiş aşa su katmaya kalkarsam Türk SİHA ve Jetleri sana cehennemi yaşatır dahası MİT’in sizi avlamasına da göz yumabilirim mesajı veriyor. Türkiye’ye de Suriye’de benim taleplerime uygun davranmaz Rusya’ya çok fazla yanaşıp Esedle[1] barışırsan İsrail için sana izin verdiğim alanın dışına çıkarsan PKK’ya yol verir Suriye’deki Filli devletçiğin çok daha güçlü olmasını sağlarım onlara hava savunma füzeleri verecek olursam bu devletçiğe dokunmazsın dahi mesajını veriyor.
Kısmi Bir Barış Bile Çok Şey Kazandırır
Türkiye bu baskının farkında ve kendi Kürtleri içinde de ayrılıkçılığın filizlenmesinden İsrail aracılığı ile bunun kendisine şu ana kadar yaşanmış savaştan çok daha ağır bedeller ödetebileceğinden çekiniyor. Bu nedenle de fazla taviz vermeden Erdoğan iktidarının sonunu getirmeyecek, bunun yanın da Erdoğan’a bir kez daha iktidarda kalmak yolunu açacak kazanımlarda sağlayacak yani Devletin kazanımlarının daha fazla olduğu, kendisine saldırılmaması halinde de Rojavaya dokunmayacağı, kısmen demokratik reformların sağlandığı ve belki Öcalan’ın denetimli serbestliğe kavuşacağı ama bunlar karşılığında PKK’nin Türkiye’deki tüm faaliyetlerinin sona ereceği, sınırlar içinde asla silahlı eylem yapmayacağı bir anlaşma bu.
Bu anlaşma Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı kapsamında kısmen özerk bir fili Kürdistanı, ana dilde eğitimi, Anayasaya Kürtlerin kurucu ulus olarak girmesini, tüm PKK tutsaklarının serbest kalacağı Kandil yönetimindekilerinin affedilip isterlerse Türkiye’de siyaset yapabilmelerini kapsamıyor. Yani PKK ihtiyar heyetinin içerideki muhaliflere bakın şu şu kazanımları elde ettik diyeceği şeyleri kapsamıyor. Bırakın bunları Rojava ve Şengalin varlığını da tam olarak garantiye almıyor. Yani bir gün ABD buradan çekilirse Rojava’nın hayatta kalacağının Türkiye’nin buraya saldırmayacağının garantisi yok. Uğruna ağır bedeller ödenen Türkiye Kürdistanı amacını ima bile edecek şeyler yok.
Ancak şu yukarıda saydığım özellikle de Öcalan’ın statüsü konusu Erdoğan için tam bir demir leblebi. Bahçelinin açıklaması bu fikre alışılmasını sağlamaya yönelik ama Kürt Sorunu yoktur sözü Kürtlere önemli kazanımlar getirecek demokratik açılımlara da niyet olmadığının bir göstergesi.
Tüm bu koşullar içinde Barış daldaki ham bir meyve. Bu meyvenin olgunlaşması tam da sözünü ettiğim demir leblebi dediğim temsili demokrasi şartlarında oy kaybı korkusu nedeni ile şimdilik mümkün görünmüyor.
Ama barışın hayali bile özellikle Kürt halkının içini ısıtmaya yetiyor. Çünkü barış demek 40 yıldır süren OHAL’in kalkması tarihe gömülmesi demek. Demokrasinin önünün açılması demek. Tam da bu nedenle Anneler Ağlamasın sloganının toplumsal karşılığı var. Erdoğan bu süreci de salt kendisine yarayacak bir şey olarak düşünmez ise zorluklara rağmen Barışın zemini var. Silahlar bir kez susarsa evlere cenaze ateşi düşmez ise ve Kürt Halkı OHAL’siz yaşarsa ve Kürt Meselesini askeri yoldan çözme ısrarının neden olduğu ekonomik kayıplar topluma kısmen bile olsa refah olarak dönerse zaman yaraların kabuk tutmasını mümkün kılar ve bir gün gerçek, adil bir barışla Kürt halkıda bu ülkenin tam anlamı ile reşit bir vatandaşı olur ve kendi siyasi geleceğini şekillendirmenin yollarını bulabilir.
Ama görülen o ki Erdoğan bu kez de sırf kendi siyasi istikbali için bu tarihi treni kaçırabilir ve ülke bir müddet daha savrulmalar yaşamaya devam edebilir.
[1] Esad, Esed konusunda yaygın bir yanlış anlaşılma var. Esad saadette olan anlamına geliyor oysaki Suriye’de devleti yöneten Sülale Aslan soyadını benimsedi yani Arapça Esed. Bu nedenle Esed doğru olanı ve ben bu nedenle böyle yazdım.