Bu yazıyı Değerli ekolojist yoldaşım Aslı Kahraman Eren ve onun fedakâr yoldaşı Hikmet Erene ihtaf ediyorum
Yeryüzüne dişlerimizi geçirmiş kanırta kanırta yiyiyoruz hal bu iken bilim dünyasından her gün kırmızı alarm sesleri geliyor. Dokuz gezegen sınırından yedincisi de aşıldı![1] Mevcut eğilim sürerse 2030’lu yıllarda 1.5 derecelik ısınma gerçekleşecek ve sonrası Münir Nurettin Selçuk’un harika bestesi Dönülmez Akşamın Ufkundayız Vakit Çok Geç. Yani 1.5 derece sınırı yakalandığında artık iklim devrilme noktası ultra hızlı bir süreç olacak. Buzullar eriyor ve Dünyanın Çatısı Himalayalarda Hindistan başta bu dağ buzullarına muhtaç ülkelerde bir yandan sel korkusunu diğer yandan bir damla suya muhtaç olma korkusunu tetikliyor. Bir başka çalışma İngiltere iklimini ılımanlaştıran ve Termohalin adı verilen okyanus akıntısının yavaşladığı ve yakında duracağını söylüyor. Amazon varoluşundan bu yana ilk kez kuraklık sorunu yaşıyor ve Amazon ormanları yavaş yavaş ölüyor. Dünya Doğayı Koruma Vakfı (WWF) yayınladığı son raporunda Afrika kıtasında canlı türlerinin %73-76 civarında kayıp olduğunu saptamış. Tüm bunlar sadece son bir haftada basın yayın organlarına düşen haberler. Ve bu uyarılar üst üste gelirken bir şov ’un COP 28’in son rötuşları yapılıyordu. Toplantı bir doğalgaz ve petrol ihracatçısı ve Gazze’de her ölen çocuğun kanlarının ellerinde olduğu bir oligark diktatör olan İlham Aliyev’in Azerbaycan’ında yapılıyor. Batı ülkeleri sadık bende diktatörleri çok sever bir yandan demokrasi İnsan Hakları filan gibi nutuklar atarlar ama o timsah bakışındaki soğukluk gibi çıplak çıkarları söz konusu olduğunda bu soğuğu akılları gereği Diktatörler ile iş tutarlar hâsılı tüm devletler gibi ABD ve Avrupa devletleri de alçaklığın destanını yazmaktan imtina etmezler. Daha önce de COP 27’nin başkanlığını BAE petrol bakanı yapmıştı. Bunlar bu zirvelerin ciddiyetten ne denli uzak olduğunun bir göstergesi aslında. Yani dünya lideri denen kuklalar herkesi kandırma çabasında tabi ana akım medyanın suç ortaklığıyla.
Dünya Ahvalinde bunlar olurken bizim de artık değişim hızının yorgunluğunu yaşadığımız ülkemiz gündemine yaprak bile kımıldatmayan bir haber düştü. Hepimizin annesi ile seks yapma arzusu ile gündeme gelen ve bu sözleri nedeniyle de “şehvet kurbanı şehvet” tadında bir porno film başrol oyuncusu olmaya çok yakışan Mehmet Cengiz’in devasa bir çük[2] olan Holdinginin Kazdağlarında yeni bir pornoya hazırlandığı bilgisi gündeme geldi. Kazdağlarının muhteşem ormanlarını oluşturan ağaçlardan 1 ila 3 milyon arasında ağacı kadın sünneti yapacakmış. Bunun akabinde de burada bir tecavüz pornosu yapacakmış bağırta bağırta ırzına geçeceği partner ise Kazdağları. Ama film aynı zamanda bir grup pornosu da. Yani toplu tecavüz söz konusu çünkü Kazdağlarının %41’i Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığının Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü (MAPEG) tarafından ruhsatlandırılmış durumda. %70’i ise Madencilik için tahsis edilmiş yani %41 fiilen madencilik yapılabilen ya da yapılabilecek alan kalan %19 ise ruhsat verilip başla denilmesi için gün sayılan alan. Bunun anlamı tam da toplu tecavüz kazdağlarının böylesine korkunç bir şiddeti kaldırması mümkün değil bunun gerçeklik olması durumunda Kazdağlarından geriye hiçbir şey kalmaz.
Kapitalist Kötülüğün Cisimleşmesi Olarak Cengiz Holding
O nedenle doğa korumacı aktvistlerin köylüler ile beraber Mehmet Cengiz denen ve kapitalizm denen sistemin neden saf bir kötülük olduğunu kanıtlayan kötülük sembolüne direnip karşı koymaları boşa değil. Doğa Korumacılar doğanın ve toplumun selameti için direnirken köylüler için bu hayat memat meselesi çünkü hayatları geçimleri buraya bağlı. Kazdağları orman onlar için ev demek. Yani ekoloji kelimesinin çağrıştırdığı yeryüzünün canlıların evi olması burada fiilen gerçekleşen şey.
Ama Kazdağları bu konuda yalnız değil Türkiye’nin Amazonları diyeceğimiz Doğu Karadeniz de Madencilik denen yeryüzü yiyen ile karşı karşıya ve orada da hayat tam anlamı ile ölüm ile hayat arasındaki gri bölgeye sıkışmış halde.
Tüm bu krizin tek bir nedeni var açık ocak madencilik (Ekoloji Aktvistleri buna Vahşi Madencilik diyor) dediğimiz olgu. Bu madencilikle önce toprağın yüzü tıraş ediliyor yani üzerinde ne kadar ağaç ot vb. bitki var ise kesiliyor ve sonra toprak deyime tam uygun düşecek biçimde oyuluyor. Bu yöntemle yapılan madencilik toprağı öldürdüğü için giden ormanı yerine geri getirmek mümkün değil. Sonra oyulan toprak kimyasal ayrıştırıcılar ile maden cevherini soyarak ortaya çıkarıyor. Bu esnada toprak zehirleniyor, yeraltı suyu zehirleniyor. Kimyasallar ile zehirlenmiş ve atık olarak kabul edilen bu devasa toprak yığını atık barajları denen yerde birikir. Bu barajların çoğu çöker. Sızdırmaz örtülerle kaplanmış bir bölgede depolanan bu atık çökmese bile yine kirletir. Atıklardaki zehirli arsenik, cıva, siyanür vb. kimyasal çözeltiler havaya karışır ve çevredeki bitkilerin üzerine çöker, yağmur yağdığında bu çözeltiler çevredeki akarsulara karışır ve suyu zehirler.
Hâsılı madencilik iflah edilemez derecede doğa düşmanı bir faaliyet. Ama sonuçları sadece doğa için değil tüm bir toplumsal hayat için de yıkıcı. Madencilik yapılan her yerde madenciler dışında toplumsal hayat çöle döner. Ormanlar birçok ürün kaynağıdır bal bunların başında gelir, en kaliteli ballar genelde ormanlardan elde edilir çünkü ormanlar çok çeşitli bitkileri barındırır bunun yanında çeşitli orman ürünleri de kekik, adaçayı, tıbbi ve aromatik bitkiler vb. geçim ekonomisinin can damarları ve elbette çok kaliteli zeytinyağları köylüler için. Elbette keçi yoğunluklu hayvancılık ve tarım da ormanlarla yakından ilişkili tarımsal su kaynakları olan akarsular ormanların içinden geçiyor ya da oradan doğuyor. Özetlersem madenler tüm bu köy yaşamını ve geçim ekonomisini tahrip edecek ve köylüleri geçim anlamında ölüme mahkûm edecek.
Neo Liberal Egemenlik ve Halilağa Bakır Madeni
Egemenlik ya da hâkimiyet, bir toprak parçası ya da mekân üzerindeki kural koyma gücü ve hukuk yaratma kudretidir. Bu güç siyasi erkin dayattığı yasallaşmış bir üst iradeyi ifade etmektedir. Devlet Egemenliğin kaynağıdır Egemen olmayan devlet olmadığı gibi kaynağını devletten almayan bir egemenlikte olmaz. Egemenlik her zaman yurttaş denilen kitle üzerinde siyasi gücün yani iktidarın kendi iradesini dayatabilmesidir., AKP egemenliği ise bir partinin devlet denen aparatla bütünleşerek onunla hükmetmesidir. AKP 12 Eylülden zora dayalı egemenliği, Özal’ın ANAP’ından kökten piyasacılık ya da şirket hâkimiyeti olarak sağcı liberalizm biçimi olarak neo liberalizmi MSP ve onun arkaplanındaki Müslüman Kardeşlerden dinin sosyal hayata egemen olmasını alan bir siyasi parti. Neoliberalizm denen şey ise sermayenin toplumsal hayata hükmettiği herşeyin parasallaştırılarak satılabilmesini ya da paraya tahvil edilmesini içerir en önemli ayracı kamu kaynaklarının özelleştirilme yoluyla özel kişilere ve şirketlere tahsis edilmesi. Madencilik ülkemizde Özal ama en çokta AKP döneminde devletten özel kişilere transfer edildi. Bu transferlerin başında Eti Madenciliğin Cengiz’e devredilmesi oldu. Şu anda bakır madenciliğinde adeta bir tekel konumunda tüm ihalelerde bakır madeni işletmeciliği ihalelerini o kazanıyor doğrusu kazandırılıyor.
İşte Kazdağlarında 1 milyon ila üç milyon arasında ağaç kesimine yol açacak Halilağa Bakır Madenleri ki Cengiz’in aynı zamanda Altın arayacağı da konuşuluyor.
Cengiz bu anlamda bir koş başı yahut bir mızrak ucu o girer ve Kazdağlarının yok oluşundaki başlama vuruşunu yaparsa arkasından madene hücum yaşanarak bölge lime lime edilecek ve Kazdağlarında nerede ise orman kalmayacak.
Rantiye Devlet ve AKP
AKP tarzı egemenlik siyasal literatürde rant ekonomisi olarak geçiyor siyasi karşılığı ise Rantiye Devlet. Rantiye kapitalizmi, gelirin önemli bir kısmının arazi, doğal kaynaklar veya finansal sermaye gibi varlıkların mülkiyetinden elde edildiği bir ekonomik sistemi tanımlamak için kullanılan bir terimdir. Rantiye kapitalizmi, gelirin mal ve hizmet yaratımından elde edildiği üretken kapitalizmle sıklıkla karşılaştırılır. Rantiye kapitalist bir sistemde, varlık sahipleri bu varlıkları kullananlardan rant elde edebilirler. Bu rant, örneğin, arazi için kira ödemeleri, doğal kaynaklar için vergiler ve diğer ödemeler olabilir. Varlık sahipleri, bu varlıkların kullanımında tekel sahibi oldukları için rant elde edebilirler. Bu ekonomi her zaman kötü sonuçlar yaratır. Rantiye kapitalizmi, eşitsizliği artırabileceği, ekonomik dinamizmi engelleyebileceği ve kaynak tahsisinde çarpıtmalar yaratabileceği için tartışma ve eleştiri konusudur. Eleştirmenler, aşırı rant çıkarmanın bir ekonomideki inovasyonu, yatırımı ve üretkenlik büyümesini engelleyebileceğini savunuyor. AKP döneminin ekonomi politiği buna ve ahbap çavuş kapitalizmine dayanır. Ahbap çavuş kapitalizmi aslında bir grubun ekonomik kaynakları bölüşmesidir, devlet bir rant dağıtım kaynağı olarak iş görür. Sistem iktidara yakın olanların kayrılmasına dayandığı için de buna kayırmacı ekonomide denilir. Bu kapitalist model de büyüme aslında sahte bir büyümedir ekonomi koftur çünkü rant ekonomisinden istifade edenler ekonominin geneline fayda olacak şeyler üretmezler. Yatırımlarını geliştirmezler çaba gösterme gereği duymadan elde edilen rantın sağladığı zenginliğe odaklanırlar. Bu ekonomi kapitalist ekonominin tamamı ile asalaklaşmasına dayanan bir birikim rejimidir. Bu ekonomi modeli eşitsizliği yoğunlaştırırken tamamı ile bir azınlık yönetimine yani plütokratik bir oligarşiye dönüşür ki şu anki rejimin adı da bu. AKP iktidarı zenginlerin ama esas olarak iktidarın bir parçası olan zenginlerin yönettiği bir oligarşi. Böyle olduğu içinde baskıcı ve baskıcı olduğu oranda zorba ve gaddar bir siyasi yönetim. Çünkü yaratılan eşitsizlik baskıcı bir siyasi yönetim olmadan sürdürülemez. Bu anlamda 12 Eylül Faşizminin bir ürünü olan AKP yönetimi devlet zoruyla muhalifleri baskı altına alırken Din Halkın (uyuşturucu olarak) Afyonudur sözüne uygun bir biçimde uysal ve verilenle yetinip çalışan işinde gücünde sessiz sedasız bir toplum yaratma adına dine başvuruyor.
Madencilik ve Despotizm
Kaynak çıkarmacılığı rantiye kapitalizmin özüdür adeta. Petrol, gaz veya mineraller gibi yeraltı zenginliklerinin çıkarılmasına büyük ölçüde bağımlı olan ülkeler genellikle rantçı kapitalizme dayanırlar. Devlet ve onun etrafında kümelenen küçük bir grup birey veya şirket bu kaynakların mülkiyetinden veya kontrolünden faydalanır ve bunların sömürülmesinden rant toplar. Rantçı kapitalizm özünde devlet kapitalizmi olduğundan zenginliğin kaynağı devlettir ahbap çavuş kapitalizmi olma nedeni de bu doğal olarak iktidara sahip olmak ve ona sahip olduktan sonra da onun varlığına direnenler her biçimde tasfiye edilir. Demokrasi denilen şeyin eksikliğinin kaynağı da bundan kaynaklanır çünkü iyi işleyen bir liberal demokrasi zenginlikten pay aktarımına dayanır ve bu payın büyüklüğüne göre de bir refah oluşur bu refahta geniş bir orta sınıf yaratır. Nitekim AKP’nin görece demokratik olduğu dönemler tam da bundan kaynaklanıyordu o dönem henüz iktidarın tekelleştirilmediği ve iktidar hizipleri arasında rant çekişmesinin deyim yerinde ise bir tepişme olmadığı bir dönemdi. AKP henüz iktidara yerleşmediğinden rantı bölüşmek zorundaydı bu nedenle de damla daha büyüktü bu nedenle geniş bir orta sınıf oluştu ve bu yeni bir orta sınıftı iktidardan doğan zenginlikten bir ölçüde pay alanlardı. Ne zamanki tekelleşme ve iktidar yoğunlaşması söz konusu olup devlet kaynakları az sayıda bir kesime hele de beşli çete denen grubun bu kaynaklardan aslan payı aldığı bir yapıya evrildi o zaman orta sınıf erimeye göreli demokrasi faşizan bir rejime evrildi. Ekolojik saldırının yoğunlaşması da bu tekelleşmeden doğdu artık üretimle teknolojik yenilenme ile değil fason üretim ve devlete ait her şeyin özelleştirme yolu ile belli bir sermaye grubuna devredilmesi ile Doğa bir sermaye birikim aracına dönüştü ve madencilik burada merkezde yer aldı. Madencilik yoğun bir rantiye kapitalizm biçimi ortaya çıkıp iktidar tamamı ile oligarşik bir zenginler yönetimi biçimine tam anlamı ile evrilince madencilik ve direnişlerin şiddet yoluyla bastırılması da birbiri ile eş zamanlı hale geldi. Tam da bu nedenle oligarşi ile demokrasi bir arada olmaz. Ve batı dışında küresel güney ya da eski bağlantısızlar denen sömürge sonrası ülkelerden oluşan üçüncü dünya ülkelerinde dikta rejimlerinin olması buna mukabil bu ülkelerden göreli olarak sanayileşenlerinin diğerlerine göre daha demokratik olması bu ekonomilerin zenginliği topluma yayabilme dereceleri ile örtüşmekte. Zenginliğin topluma göreli bile olsa yayılabildiği ülkeler Küresel Güneyin en demokratik rejimlerini meydana getiriyor.
Bu yüzden ekoloji ve demokrasi asla birbirinden ayrılmaz.
Not: Bu hatta ilerlemeye devam edeceğim vadettiğim sınıf analizini de bu hattın içinde yapacağım.
[1] Gezegensel sınır kavramı, insanlığın kuşaklar boyunca gelişmeye ve kalkınmaya devam edebileceği dokuz gezegensel sınırdan oluşan bir sistem sunmaktadır. Eylül 2023’te bilim insanlarından oluşan bir ekip, Dünya sisteminin dengesini ve direncini düzenleyen dokuz sürecin tamamını ilk kez ölçtü. Sınırlar, Dünya’nın karmaşık biyofiziksel sistemi içinde birbiriyle ilişkili süreçlerdir. Sınırların aşılması, büyük ölçekli ani veya geri döndürülemez çevresel değişikliklere yol açma riskini içerir. Köklü değişikliklerin bir anda gerçekleşmesi gerekmiyor ancak sınırlar bir bütün olarak değerlendirildiğinde, insanlara ve parçası olduğumuz ekosistemlere yönelik risklerin artması için kritik bir eşiği göstermektedir. Gezegen için 9 adet sınır tanımlanmış durumda ve biz hâlihazırda bu sınırların bazılarını aşmış bulunmaktayız. Bu dokuz sınır şunlardan oluşuyor; iklim değişikliği, okyanus asitlenmesi, stratosferik ozon incelmesi, azot döngüsü, fosfor döngüsü, küresel tatlı su kullanımı, arazi kullanımında değişim, biyolojik çeşitlilik kaybı, atmosferde asılı kalan parçacık (aerosol) yükü ve kimyasal kirlilik. Bunlardan yedisi aşıldı. İklim değişikliği, yeni varlıkların (sentetik kimyasallar veya mikroplastikler gibi) tanıtımı, biyolojik çeşitlilik değişikliklerini (Dünya üzerindeki tüm canlıların bütünlüğü) ve biyogeokimyasal akışlardaki değişiklikler (doğal besin döngülerinin bozulması) gibi dört alanın yüksek risk bölgelerinde olduğunu ortaya koydu. Arazi sistemi değişikliği ve tatlı su değişimi için de gezegen sınırları da aşıldı ancak bu şimdi daha düşük bir seviyede lakin orada da süreç giderek kırmızıya yani çok yüksek risk seviyesine doğru gidiyor En son okyanusa asitlenmesinde de sınırın aşıldığı haberi ile yedinci sınırda aşıldı. Eğer 1.5 derece eşiği aşılır ve ozon tabakası tamir olamayacak derece de incelirse kalan sınırlar da aşılacak ve bir gezegensel felaket tablosu ortaya çıkacak. Tüm aşılan sınırların veriler doğrultusunda kötüleşmeye devam ettiği görülüyor.
[2] İsyancı Anarşizmin efsanevi ismi Alfredo Bonano bir yazısında kırmızıya da boyasalar ben kediye kedi derim der. Benimkisi de aynı. Penis gibi incelmiş ifadeler yahut fallus gibi kelimeler yerine Can yücelin bizim köyde göte göt derler demesi gibi ben de çük kelimesini uygun buldum erkeklik organı için. Savaşlarda özellikle tecavüz bir savaş silahına dönüşür. Düşman tarafa boyun eğdirmek için yapılır. Bu anlamda erkek cinsel organı bir silahtır aynı zamanda bir siyasi araç olarak çük bir tahakküm nesnesidir.