Son olarak surda iki kadının vahşi bir biçimde öldürülmesi sonrası Türkiye kadın cinayetlerini bir kez daha hatırladı. Oysa son 10 yıldır nerdeyse artan bir trendle bu cinayetler artarken nerede ise haftada en az iki ya da üç kadın cinayeti gerçekleşmeye başladı. Bu oranın daha öncesinde olduğu gibi bu eğilimle sürmesi halinde dünyada en çok kadın cinayeti işlenen ülkeler arasında Meksika’dan sonra ligin üst sıralarına yükselmemiz ihtimal dışı değil. Kuşkusuz kadın cinayetleri tüm dünyada olan bir şey ama Türkiye’dekiler devlet destekli daha doğrusu devletin görmezlikten geldiği kolluk ve yargının erkeklerin terörüne karşı devekuşu gibi başını kuma gömüyor denilecek bir gizli teşvik halinde.
Koza Kadın Derneği Başkanı ve yıllarını Feminist mücadeleye vermiş Nursel Demir’le kadın cinayetlerinden başlayıp doğa cinayetleri ile süren
Kara Yıldız (bundan sonra KY olarak yazılacak): Dünyada olsun Türkiye de olsun erkekler en başta onur/namus ya da kıskançlık gibi çeşitli gerekçeler ile kadınları öldürüyor bunu bir cinsiyetler savaşı olarak görmek olanaklı mı? Buna cins kırımı da deniliyor tüm bu tanımlamalara katılıyor musunuz? Neden.
Nursel Demir (Bunda sonra N.D olarak yazılacak): Merhaba öncelikle. Bu bir cins kırımıdır. Buna katılıyorum. Ben dilin çok önemli bir iletişim aracı olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle de hafifletilmiş ifadeler beni yaralıyor.
Buzdağının görünen yüzüne bakıp klişe ifadelerle ve yaklaşımlarla kadın cinayetlerini tam ağırlığı ile açıklayamazsınız. Kavramları eğip bükmek sadece durumu kurtarmaya çalışan zavallı bir zihniyetin yansıması.
Kaldı ki; bir savaş varsa ben o savaşta şaha, vezire ve piyonlara bakıyorum önce. Bu savaştan en çok kim kazanç elde edecek? Öldürülenlerin ölümü kimin işine yarayacak. Zaten sahtekârlık da burada başlıyor.
Ben hayatım boyunca yüzleştirmelerle anlattım kendi feminizmimi. Ayna olmayı tercih ettim hep. Bir de ters psikolojiyi çok severim. Burada da kavramlar giriyor devreye. Sorunun başında bana onur/namus kıskançlık dedin ya! İşte bu kavramları tanımlamak lazım öncelikle.
K.Y: Son dönemlerde artan cinayetleri düşündüğümüzde bir kadın olarak öldürdüğü kadını çok sevdiğini söyleyip sonra da sevdiğini öldürmek sizce nasıl bir duygu? Bir erkeği buna iten ne tür Saikler olabilir mesele salt politika ile izah edilebilir mi burada marazi bir sevgi biçimi de yok mu?
Sevgi nedir? Burada tabii ki ‘Selvi Boylum Al Yazmalım’ a gönderme yapacaktır herkes. Sevgi emektir diye, ancak tek başına emekle tanımlayamayız sevgiyi.
Gerçek sevgi ne demektir?
Kişiye ve nesneye kişinin bütün içtenliği ile davranmasıdır. Karşımızdaki kişiye onun isteklerine, hayallerine, umutlarına ve sıkıntılarına ortak olmak ve gösterilen bütün bu çabayı hiçbir karşılık beklemeden mutluluk içerisinde yapmaktır. Bu duygu durumunun hiçbir yerine, hiçbir saikle cinayeti katamazsınız. Tam da burada işte mülkiyet devreye giriyor. Kadın onun eşyası ve ona başka bir erkeğin dokunacağı düşüncesi ile öldürme hakkını kendinde görmek. Buradaki asıl eşitsizlik, erkeğin her türlü cinsel aktivitesi olumlanırken kadının bu nedenle öldürülmesi durumu. Cinsel eylem gerçekleşsin ya da gerçekleşmesin, ihtimali dahi öldürme nedeni olabiliyor.
K.Y: Kadın cinayetlerine şöyle bir bakış var ki İktidarın İstanbul sözleşmesinden çıkmasına neden olan tabansal baskıda da bu var Kadın erkek dengesi aşırı bir biçimde kadın lehine bozuldu erkek hiçbir alanda söz geçmeyen sürekli kadın lehine baskılanan bir varlık haline geldi. Bu tezin feminist çevrelerdeki muadili ise hegemonya krizi. Modern yaşamla beraber erkek kadın üzerinde kurduğu en başta ekonomik hâkimiyetinde bir gerileme yaşıyor, toplumsal normlar eşitlik lehinde değişim geçiriyor bu değişimler erkekler de bir egemenlik kaybı olarak algılandığı için bu kayıp kadını yok ederek erkeğe kaybettiği gücü kazandırmış oluyor. Tüm bu tezlere sizin yaklaşımınız ney?
N.D: Tam kadın cinayetlerinin diğer nedeninden söz edecektim ki sen bu soruyu sordun. 90’lı yıllarda Anakara Pazartesi ekibi olarak birçok çalışmalar yaptık biz. O dönemde karşılaştığımız şiddet vakalarına baktığımızda üniversite mezunları arasında şiddettin ne kadar çok olduğuydu. Bugün buna flört şiddeti de diyoruz. Yine 2014-2017 yılında ben aile içi şiddetle mücadele projesinde Akdeniz bölge koordinatörü olduğum dönemde birçok saha araştırması yaptık. Benim sorumluluğumda dört il vardı ve her ilde 16 kurumla görüşmeler yapıldı. Bu araştırmalarda da karşımıza çıkan eğitimli kadınların daha çok şiddet gördüğü idi. Eğitim sistematiğine baktığınızda erkek egemen bir yapının dönüşmesi uzun soluklu bir süreç ve erkekler egemenlik alanlarını terk etmek istemiyorlar. Aynı zamanda kadın, haklarının farkına varıyor ve hayır! demeye başlıyor.
Sizce çocuk cinayetleri ile kadın cinayetleri arasında bir paralellik var mı? Bu anlamda her ikisinde de erkek egemen kültürün esas olması söz konusu deniliyor. Bu bağlamda feminist teori ile çocuk cinayetlerine nasıl bakılabilir, nasıl izah edilebilir?
Kesinlikle var. Yüzlerce yıldır attığımız çığlık burada da atılmalı şimdi.
Çocuk en kolay manipüle edilebilendir. Her türlü gücünü kolayca üzerine boca edebileceğin ürkek, konuşamayan, korunmaya muhtaç.
Yaşlılar ve engelliler, artık gücü tükenmiş, bakıma muhtaç ve atıl. Bütün bunları bir araya getirdiğimizde bunca şiddet vakasının temelini görüyoruz.
K.Y: Türkiye de bir ekolojik soykırım da yaşanıyor, neo-liberal politikaları da göz önüne aldığımızda kadın cinayetlerine yol açan kültürle doğa cinayetlerine yol açan kültür nerde kesişiyor bunlar arasında bir akrabalık ilişkisinden söz edilebilir mi?
K.Y:Sizin bir eko feminist ve vegan olmanızdan yol çıkarak tüm bunları birbiri ile nasıl kesiştiriyorsun bize biraz ekoloji kadın ilişkisine, feminizmle veganlığı nasıl birbiri ile nerede nasıl ilişkilendirdiğinizi anlatır mısın?
N.D. Ben, doğa, insan ve hayvan ilişkisinde yaşayan her canlının yaşama, sömürülmeme, güven içinde yaşama, hiçbir canlıya zarar vermeme ilkesiyle yaşıyorum. Canlılar arasında bütüncüllük ve hiyerarşi kavramım yok. Örneğin akıl, şuur farkı nedeniyle bir insanın benden eksik olduğuna inanmıyorum. Herhangi bir uzvunun olmaması benim için ilişki bağlamında bir engel oluşturmuyor. İnsanlara salak, geri zekâlı, aptal demek, böyle yaşayan insanları kendinden aşağıda görmek demektir. İşte bende bu aşağı ve yukarı kavramı yok. Benim de kategorilerim var elbette. Örneğim doğaya, canlılara zarar verenleri ayrı bir kategoride değerlendiriyorum ve onlara davranışım farklı oluyor. İzin alamadığım, onaylanmadığım, mesafe konan her durumda o ‘şey’ için hakkım olmadığını düşünüp adım atmıyorum. Hayvan yememek de bunlardan biri. Veganlık üzerine bir yazı yazmalıyım bence. Birkaç cümle yetmez buna 😊
K.Y Bu bakış açısına sahip olarak köpeklere yönelik soykırımı feminist bakışla nasıl izah edebilirsin?
Evet! mantık belli. Herşey insan için! Yaratılış mitleri işine geliyor insanların.
Son olarak Nursel Demir olarak feminist mücadelede neredesiniz ve başkanlığını yaptığın koza kadın derneği olarak bize çalışmalarınızdan da söz eder misiniz?
Bir toplumda ne kadar çok ses varsa o kadar iyidir. Bir sorunu tek bir bakış açısı ile tanımlamak o sorunun kolunu bacağını budar. Sorunu üç boyutlu görmenin yolu birçok bakış açısına aklı da gönlü de açmaktan geçer. Ben yaşam biçimimi belirlerken yaşım artı bir dakika olarak yorumlarım. Geçmişe takılıp kalmak değil, geçmişten gelen birikimle bugünkü değişiklikleri harmanlamak. Bugüne kadar çok farklı yollardan, patikalardan, uçurum kenarlarından yürüdüm. Şimdi temel düsturum adalet, denge ve özgürlük. Bir dostum bana kendimi hangi feminizmin içinde hissettiğimi sormuştu. Ben de hepsi demiştim.
Tek bir yaklaşım, tekçilik, yancılık içinde derin çelişkiler ve eksiklikler barındırır. Feminizmi sadece sosyalizmle tanımlamak ekolojiyi, sadece tek tanrılı dinler boyutuyla ele almak başka bir yaklaşımı hafifletme riski taşıyabilir. Bence kompleks bir yaşam formudur feminizm.
Uzun yıllardır böyle yaşıyorum içinde bulunduğum topluma rağmen. Adalet ve denge kavramım hasar görünce de susmuyorum.
Bu anlamda da gençleri çok ama çok önemsiyorum. Aslında konuşmaya devam etsem üç gün susmayabilirim. Ama susmaya özen gösteriyorum. Gençlerin daha çok konuşmasını istiyorum.
Koza kadın derneğine gelince;
Kadın Kadının Yurdudur diye Yola Çıktık
Bizler farklı sivil toplum kuruluşu, demokratik kitle örgütleri, siyasi parti gibi kurumlarda kadın çalışmaları yürütüyorduk. Her yıl 8 Mart ve 25 Kasım’da bir araya gelerek bursa kadın platformunda birlikte iş yapıyorduk.
2005 yılında Bursa’da yaşanan bir yangında 5 kadın işçi hayatını kaybettiğinde 2006 yılı 8 Mart’ını o kadınlara adadık. 8 Mart’ı örgütlerken bizim dışımızdaki kadınlara ulaşmanın önemli olduğunu konuşmaya başladık ve Bursa’da eksik olduğunu düşündüğümüz, siyasetler üstü, bağımsız bir kadın derneği kurma fikri oluşmaya başladı.
Yangın bize daha çok kadınla buluşmamız ve kadın sorununda farkındalık çalışmalarının yaygınlaştırılması gerektiğini fark ettirdi.
Eşitsizlikleri gidermek için bütün farklılıklarımıza rağmen birlikte yaşamak, sorunlarımızı çözmek, her alanda yan yana olmalı ve ortak ilkeler etrafında birlikte mücadele etmeliydik.
Birçok kadınla çeşitli zamanlarda kadın derneği fikri üzerinde tartışmalar yaptık. Kendi farkındalıklarımızı artırmak kadın sorununa bakışımızı ortaklaştırmak için çeşitli ortamlarda bir araya geldik. Önceleri kitap okuma-tartışma grupları oluşturduk. Bir konu üzerinde özellikle uzman olan arkadaşlarımızın anlatımlarıyla forumlar düzenledik. Katılan kadın sayısı hep değişti. Kimi zaman 15 kişi, kimi zaman 6 olduk. Ama hep birlikte düşünen ve birlikte üreten fikirler ortaya çıkaran kadınlardık. Bu toplanmalarımızı evlerimizde, havalar ısınınca da parklarda yaptık.
Bu süreçte özellikle toplumsal cinsiyet, kadına yönelik şiddet ve kadın emeği konularına yönelik çalışmalar yapmayı ve özellikle her dönemde bir konuya yoğunlaşmayı önemsedik.
Ve 2012 yılı Mayıs ayında 12 kadın, dernek kurmak için dilekçemizi verdik.
Hala birbirimizle el ele, omuz omuza, yan yana durmaya devam ediyoruz. Kendimizden ve en yakınlarımızdan başlayarak, birbirimizi sürekli kolluyor, koruyor ve bilgi aktarımlarımıza devam ediyoruz. Farklılıklarımızla birbirimizi seviyor ve bu farklarla daha zenginleştiğimizi düşünüyoruz. Derneğimizde hiyerarşik bir yapılanmaya asla izin vermiyoruz. Yuvarlak bir masa etrafında devletin bizden istediği kurumsallaşmadan azade, herhangi bir üye ile başkan arasında hiçbir hak, hukuk farkı gözetmeden sorumluluk ve deneyim paylaşıyoruz.
Kendimizi geliştirip gerçekleştirebileceğimiz her kadın ve kurumla birlikte çalışmaktan mutluluk duyuyoruz.
Bu sürece podcast eklendi ve ‘Koza Kadın Ne Diyor?’ diye her hafta youtube ve spotify’dan podcastlerimizi yayınlıyoruz. Erk’siz Fanzin adı altında hem fanzin’e bir gönderme hem de kadınların erkekler ne der diye düşünmeden yazması için bir fanzin yayımlıyoruz. Konulu atölye çalışmaları yapıyoruz. Birbirimizi dinlemeyi biliyor muyuz? Masallarda cinsiyetçi bakış açısı nedeniyle öykü ve masal okuma atölyeleri yapıyoruz. Her ay iki konuk çağırıp, siyasette, toplumsal yaşamda ve ihtiyaç duyduğumuz her konuda söyleşiler düzenliyoruz. Örneğin geçen yıl meze atölyesi yaptık ve meze yaparken kadınların görünmeyen emeği ile neden kadınlar meze olarak görülür üzerine sohbet ettik. Tamir atölyesi, İngilizce kursu gibi birçok çalışmanın içindeyiz. Sığınaklar kurultayı, CEİD (Cinsiyet eşitliği izleme derneği ile gerçekleştirilen Yerel eşitlik eylem planının bileşeniyiz.
Koza kadın derneği olarak hem Bursa kent konseyi yürütmesindeyiz hem de kadın meclisindeyiz.
Özetle, sokaklardayız, alanlardayız, gecelerdeyiz, salonlardayız her yerdeyiz.
Kadın bakış açısını, kadın temsiliyetini gerek kota ile gerekse her şekilde eşitlemek için her yerde olmaya devam edeceğiz.