Nihilizmi aşma meselesi, modern felsefenin temel problemlerinden biridir. Bu mesele, yalnızca “hiçlik” kavramıyla değil, aynı zamanda öznenin varoluşsal boyutuyla da ilişkilidir. Nihilizmle yüzleşirken hem tarihsel hem de kavramsal bir analiz gereklidir. Stirner’in nihilizmi aşma girişimi, Deleuze’ün nihilizm karşısındaki pozisyonunu anlamak için önemli bir başlangıç noktasıdır. Ancak iki düşünür arasındaki ilişki, basit bir karşıtlık veya paralellik üzerinden okunamayacak kadar karmaşıktır.
Deleuze, özellikle Hegel’den Nietzsche’ye uzanan düşünce hattında Stirner’i özgün bir konuma yerleştirir. Stirner’in diyalektiği ele alışı, Deleuze’ün kavramsal dünyasında belirgin bir saplantıya dönüşür. Stirner’in “biricik ben” anlayışı, Deleuze tarafından eleştirilirken, onun felsefi projesinin sınırları üzerine önemli sorular sorulur. Bu yazıda Stirner’in nihilizmi aşma girişimi ve Deleuze’ün eleştirileri, temel metinlere ve yorumlara referansla incelenecektir.
Stirner’in Nihilizmle Mücadelesi
Max Stirner’in Biricik ve Mülkiyeti (1844) adlı eseri, nihilizm sorununu aşmayı amaçlayan radikal bir bireyci düşüncenin manifestosu olarak kabul edilebilir. Stirner, “İnsan” kavramını sorgularken, bunun tarihsel olarak Tanrı kavramının seküler bir uzantısı olduğunu ileri sürer. Stirner, şu ifadeyle bu dönüşüme dikkat çeker:
“Bizim dışımızdaki öte-dünya şüphesiz ortadan kaldırıldı; lakin bizim içimizdeki öte-dünya yeni bir cennet haline geldi ve bizi yeniden bu cennete saldırmaya davet ediyor” (Biricik ve Mülkiyeti, 2017, s. 149).
Bu ifade, nihilizmin yalnızca metafizik bir problem olmadığını, aynı zamanda modern bireyin öz-bilinç sorunuyla doğrudan ilişkili olduğunu gösterir. Stirner, bu yeni cennetin içindeki Tanrı’yı, yani “insan” idealini de yok etmeden nihilizmin aşılmasının mümkün olmadığını iddia eder.
Deleuze’ün Eleştirisi: Stirner ve Nihilizm
Deleuze, Stirner’in nihilizmi aşma girişimini önemli bulsa da, onun “aşırı nihilizm”e teslim olduğunu ileri sürer. Deleuze’ün Nietzsche ve Felsefe adlı eserinde Stirner’e yönelik şu eleştirisi dikkat çekicidir:
“Stirner diyalektiğin gerçekliğini nihilizm olarak ortaya koyan diyalektikçidir. ‘Kim’ sorusunu sorması yetmiştir. Biricik Ben, kendisi dışındaki her şeyi hiçliğe teslim eder, ve bu hiçlik tam da kendi hiçliği, ben’in hiçliğidir” (Deleuze, 1962, s. 188).
Deleuze’ün bu yaklaşımı, Stirner’in bireyci felsefesini diyalektik bir çerçeveye hapsetmesiyle eleştiriye açıktır. Stirner, kendi benini aşkın bir ideal veya metafizik bir varlık olarak değil, tam da kendi somut varoluşunda biricik olarak değerlendirir. Bu noktada, Stirner’in şu ifadesi Deleuze’ün eleştirisini boşa çıkarır:
“Yalnızca kendisini parçalayan ben, hiçbir zaman olmayan ben, gerçek bendir” (Biricik ve Mülkiyeti, 2017, s. 176).
Nihilizmi Aşmak: Stirner mi, Nietzsche mi?
Deleuze, Stirner’in nihilizmi aşamadığını, aksine Nietzsche’nin bu sorunu çözdüğünü iddia eder. Nietzsche’nin “üstinsan” kavramı, bu çözümün temel dayanağı olarak görülür. Ancak Stirner’in Biricik ve Mülkiyeti adlı eserinde, Nietzsche’nin “üstinsan” kavramından önce, insanın bir ideal olarak nasıl aşılacağına dair kapsamlı bir analiz yer alır:
“Tanrı, yer açmak zorunda kaldı, lakin Bize değil, bizzat – İnsana. Peki, Tanrı’dan sonra İnsan’daki Tanrı da ölmedikçe, Tanrı-İnsan’ın öldüğüne nasıl inanırsınız?” (Biricik ve Mülkiyeti, 2017, s. 150).
Stirner, burada yalnızca Tanrı’yı değil, insanı da ideal bir kimlik olarak eleştirir. Bu yönüyle Nietzsche’nin “üstinsan” projesine öncülük ettiği açıktır. Ancak Stirner’in nihilizmi aşma yöntemi, Nietzsche’nin aksine, bireyi herhangi bir tipolojiye veya kimlik sistemine hapsetmez.
Stirner ve Deleuze: Bir Alternatif Arayışı
Deleuze’ün Stirner’e yönelik eleştirilerinde, Stirner’in “kimliksiz özne” kavramını anlamakta zorlandığı görülür. Deleuze, Diyaloglar adlı eserinde öznenin kimliksizliğini şöyle ifade eder:
“Özne varsa da kimliksiz bir öznedir” (Deleuze ve Parnet, 1977, s. 93).
Bu ifade, Stirner’in biricik anlayışıyla örtüşmektedir. Stirner, bireyi herhangi bir kimliğin sınırları içinde tanımlamaktan kaçınır. Habermas, Stirner’in biricik anlayışını şöyle özetler:
“Biricik mutlak süreksizdir” (Habermas, 1981, s. 215).
Biricik, her an ve her yerde neyse o’dur. Deleuze’ün özneleşme sürecine dair göçebe kavramı, Stirner’in biricik anlayışıyla kesişir. Ancak Deleuze’ün toplumsal ve politik bir ideal arayışı, Stirner’in bireyci ve apolitik duruşuyla çelişir.
Stirner ve Deleuze Arasında Bir Diyalog Mümkün mü?
Stirner ve Deleuze arasındaki teorik farklar, nihilizm sorununa ilişkin farklı yaklaşımlarını ortaya koyar. Stirner, bireyi tüm ideallerden ve normlardan özgürleştirerek nihilizmi aşmayı önerirken, Deleuze bireyi toplumsal ve tarihsel bağlamlar içinde bir oluş süreci olarak ele alır. Bu iki yaklaşım, birbirinden bağımsız gibi görünse de, nihayetinde bireyin özgürleşme sürecine dair farklı perspektifler sunar.
Stirner’in Biricik’i, Deleuze’ün göçebe öznesine ilham verebilecek bir kavramdır. Ancak Deleuze’ün Stirner’i anlamaktaki eksikliği, bu iki düşünür arasında gerçek bir diyalog kurmayı zorlaştırmıştır. Yine de, Stirner’in nihilizmi aşma çabası, modern düşüncenin en radikal özgürleşme projelerinden biri olarak kalmaya devam eder. Deleuze’ün Stirner’i eleştirirken yaptığı yanlış okumalar, Stirner’in felsefi mirasını daha yakından incelemek için bir çağrı niteliğindedir.
Kaynakça:
- Stirner, M. (2017). Biricik ve Mülkiyeti (Çev. T. Demirkan). Norgunk Yayıncılık.
- Deleuze, G. (1962). Nietzsche ve Felsefe. PUF.
- Deleuze, G., & Parnet, C. (1977). Diyaloglar. Flammarion.
- Habermas, J. (1981). Theorie des kommunikativen Handelns. Suhrkamp Verlag.
- Laska, B. A. (1986). The Neglected “Stirner”. Revue Internationale de Philosophie.