Bu topraklarda ve dünyada kadın, kız çocuğu katliamı yüzlerce yıldır var. Biz kadınlar sadece kadın olduğumuz için binbir saikle öldürüldük. Çok ama çok uzun yıllardır çığlıklarımız yine ‘ülkenin bu kadar sorunu varken’ denerek geri itildi. Bu süreçte biz hayatta kalma mücadelesi veriyorduk, veriyoruz ve korkarım vermeye de devam edeceğiz.
Burada herkesin gayet iyi bildiği ve/fakat asla yüzleşmek istemediği saiklere feminist bir bakışla değinmek istiyorum.
Kişisel ilişkilerde feministlerin on yıllardır “Kişisel olan politiktir” söylemiyle dile getirdiği şey, kişiler arası ilişkilerde özel alan diyerek kapalı kapılar ardında yaşanan şiddetin özel olmadığını vurgulamaktır. Toplumsal cinsiyet sisteminde erkeğin kadın ve kız çocuklar üzerinde kurduğu tahakkümün devamı, kadınların ve kız çocuklarının yalnız bırakılmasından, gördüklerimize sessiz kalmaktan geçtiğini hepimiz pekâlâ biliyoruz.
Ataerkil yapı, cinselliğin merkezinde durduğu ilişkiler yumağını toplumsal bağlamından kopartır, yalıtır ve içinde erkeğin kadın üzerinde kurduğu tahakkümü ‘insanın fıtratı’ diyerek olağanlaştırır.
Peki kişisel olan politiktir söylemi bu düşünce sisteminde nereye denk düşer? Kadın içine doğduğu toplumun temel öznelerinden biri olarak güven içinde, sağlıklı, eşit yaşam koşullarını oluşturmak ister ve bunu sağlamak için, hukuk, siyaset, toplumsal dayanışma, sivil toplum örgütleri gibi temel yapıları zorlar.
Gündelik hayatımızda birçok ilişki biçimi yaşıyoruz. Duygusal, cinsel, romantik duygularımızla arkadaş, yoldaş, dostane, sevgililik ilişkileri kuruyoruz. Feminizmin gündelik hayattaki en önemli pratiklerinden biri olarak tüm bu ilişkilerimizi nasıl kurduğumuzu sorguluyoruz ve aramızdaki eşitlik konusunu bir arada düşünmemiz gerektiğine inanıyoruz.
Yani gündelik hayatımızda bütün farklılıklarla bir arada eşit ilişki kurabilmek için patriyarkanın arkadaşlık, dostluk, yoldaşlık, duygusal paylaşım, cinsellik gibi bir dolu duygu ve durumu birbirinden ayırarak kalıplara soktuğu bir yaşam formunu her detayıyla incelemek durumundayız.
Her durum için ayrı bir ilke geliştirmek değil, tahakküm ilişkilerini ortadan kaldıracak bir yapının, ilkelerin kendimizden başlayarak kurulması gerektiğini savunuyoruz.
Peki biz kadınlar ne istiyoruz?
İlişkilerimizde özne miyiz diye sormalıyız bence. Yaşadığım ilişkinin biçimi ne olursa olsun; ben ne kadar varım? İstediklerimi ifade edebiliyor muyum? Güvende miyim? özlemlerim, hayallerim, yapmak istediklerimi korkmadan, utanmadan, çekinmeden söyleyip hayata geçirebiliyor muyum? Bu ilişkide verdiğim hizmet karşılığında sosyal güvencem var mı? Ve bu sorular arasındaki bağı kurabiliyor muyuz?
Çünkü kadınların nasıl bir ilişki istediklerini açıkça dillendirebildikleri, sorgulayabildikleri, kararları ile isteklerinin takibinde oldukları bir yaşam biçimi ve nihayetinde kadınların, bireysel bir varoluş ve genelde toplumsal bir özgürleşmedir muradımız.
Farklılıklarımız yıkıcı mı yoksa yapıcı mı?
Yukarda saydığım ilişki biçimlerini düşündüğümüzde aklıma başka sorular geliyor. Kadın dayanışması nedir? Biz feministler, feminist olmayanlar olarak yaşadığımız dostluk, sevgililik, cinsellik ilişkilerinde kadın dayanışmasının yeri ve önemini nereye konumlandırıyoruz?
Farklılıklarımız yıkıcı mı yoksa yapıcı mı? Birbirimizi dinlemeyi biliyor muyuz? Konuştuklarımızı pratiğe yansıtabiliyor muyuz? Tabiri caiz ise yarışıyor muyuz? Başka öyküleri kendi öykülerimize katabiliyor muyuz? Farklı kadınlık durumlarını yargılamadan anlamaya çalışıyor muyuz? Bireysel ilişkilerimiz ile kolektif ilişkiler arasında köprü kurabiliyor muyuz? Birbirimizin deneyimlerini devreye sokup hakkını teslim ediyor muyuz? Birbirimizin üzerinden yükselmek değil el ele, omuz omuza birbirimizin başarılarını temel alarak yol yürüyebiliyor muyuz? Çünkü her öykü, her başarı bizim için yeni bir ufuk, yeni bir hedef olabilir diyebiliyor muyuz?
Kendi içimizde kurduğumuz hiyerarşi, baskı, silikleştirme aslında hayat boyunca patriyarkanın bize öğrettiği ve dayattığı temellerden oluşuyor.
Bu yüzden, birbirimizin deneyimlerinden beslenirken asıl dikkat etmemiz gereken, hangi ilişkide kimin daha mükemmel, iyi, bilgili, birikimli gibi kıyaslamalardan kaçınmaktır. Bu, kadınların kendilerini güçsüz hissetmesine, kendilerini suçlamasına yol açabilir.
Yeni değer yargıları üretebilmek mümkün mü?
Çok uzun yıllar boyunca ve ana karnında başlayan patriyarkal yaşam formu bizi her alanda şekillendirdi ve şekillendirmeye de devam ediyor. Bu tehdit ve tehlike bizim mücadele alanlarımıza güçlü bir şekilde sirayet ediyor. Biz birbirimizi dinlerken, ya da yol yürürken bu tehlikeyi aklımızın en önünde tutmalıyız. Çünkü patriyarka bizi bölüp, halihazırdaki hiyerarşik yapılanmaya tıkıştırırken evli-bekâr, anne-çocuksuz, heteroseksüel-lezbiyen, tek eşli-çok eşli gibi farklı kadınlık durumlarını kullanıyor. Bu nedenle kolektif kültür oluştururken bu farklılıkların birbirini eritmeden, var ederek özgürleşmenin yollarını örmek zorundayız. Tüm bu farklı yaşam formlarındaki ‘ben’i silikleştirmeden ve aynı zamanda robotlaştırmadan yol yürümenin koşullarını oluşturmalıyız.
Bu zor ama mümkün diyorum. Neden zor? Çünkü tüm farklılıklarımızla öne çıkıp tek başımıza olduğumuzda da patriyarkadan bağımsız hareket edemiyoruz.
Neden mümkün? Çünkü, aynı zamanda bir araya geldiğimizde de birey olarak kolektif bir oluşumun içinde erimeden varolabiliriz.
Feminist mücadele alanı içinde bir başka tehlike de erkeklerle yol yürümek konusu. Bu anlamda kadınların kendi adına konuşup, siyaset üretmesi, taleplerini aracısız iletmesi feminist mücadele alanının olmazsa olmazı.
Kadın dayanışmasının işlevi kadınların güçlenmesi ise, istediğimiz ilişkileri istediğimiz biçimde yaşamak, istemediğimiz ilişkileri de reddetmek için birbirimize güvenmek ve destek olmak önceliğimiz olmalı.
Erkeler bu fotoğrafın neresinde? İşte eşitlikçi erkekliğin 11 kuralı
Kadınların yüzlerce yıldır yükselttiği sesi duyan bir grup erkek kadına yönelik şiddete tepki gösterdi ve kadınların sosyal medyada siyah-beyaz fotoğraflarını paylaşarak başlattığı ‘Challenge Accepted’ kampanyasına dahil oldu.
Ancak erkekler, kadınların müdahalesi üzerine hesaplarında siyah-beyaz fotoğrafları yerine ‘eşitlikçi erkekliğin 11 kuralını paylaşıyor ve diğer erkek arkadaşlarını da bu paylaşımı yapmaya davet ediyor.
Erkeklerin sosyal medya üzerinden paylaştığı gönderilerde yer alan ve bunlara uymayı taahhüt ettikleri ‘eşitlikçi erkekliğin 11 kuralında şu maddeler yer alıyor;
- Ailede, sokakta, iş yerinde, şiddetin hiçbir türüne sessiz kalmıyorum.
- ‘Ama’ ile başlayan cümleler kurarak şiddetin bahanesini aramıyorum.
- Kadınlara nasıl davranacaklarını söylemek yerine onları dinlemeye ve duymaya öncelik veriyorum.
- Toplu taşımada, sokakta ve tüm kamusal alanlarda, kadınların sosyal mesafe ve özel alan ihtiyacını gözetiyorum.
- Kadını değersizleştiren her türlü söylem ve genellemeden kaçınıyorum.
- Cinsiyetçi şakalara gülmüyorum, bunların yaygınlaşmasına yardımcı olmuyorum.
- Bir kadının sözünü kesmiyorum. Bazen susarak kadınların daha fazla söz almasına yardımcı oluyorum.
- Karşı tarafın duygu ve düşüncelerini yok saymıyorum, üste çıkarak kendimi savunmuyorum.
- Erkek olarak sahip olduğum gücü ve ayrıcalığı, kadınların sesini duyurması ve eşit katılımı için kullanıyorum.
- Toplantı, panel, yönetim kurulu alanlarında ‘kadınlara eşit temsiliyet’ şartını arıyor ve gözetiyorum.
- Çocuk bakımı ve ev işlerine ‘yardım ettiğim’ için alkış beklemiyorum, dengeli ve eşit iş bölümü için sorumluluk alıyorum.
(Yeşil Gazete https://www.skdturkiye.org/esit-adimlar/guncel/esitlikci-erkekligin-11-kurali)
Peki nasıl?
Hem bireysel hem de kolektif ilişkiler tarihine bakarak, ben bu tarihin ve sürecin neresine denk düşüyorum diye aynaya bakmak lazım bence. Yapılacak seçimlerde ilişkilerin ‘evet’lerini ve ‘hayır’larını karşısındakine göre değil, kendi koşullarına, arzularına ve ihtiyaçlarına göre belirleyen, kadın dayanışmasını bu doğrultuda tekrar tekrar gündelik deneyimine yerleştiren kadınlar olmaktan bahsediyorum.
Yaşanan bunca acının mağduru olmak değil hayatımın faili olmak istiyorum diyebilmek lazım. Burada her türlü ilişki formunun evetlerinde ve hayırlarında kolektif bir bilinç geliştirmek ve yukarıda bahsettiğim gibi birey olarak kendini eritmeden bunu başarmanın yollarını bulmak lazım.
Bu sayede fabrikasyon ilişkilerdeki onca erkek egemen tavır karşısında yükselttiğimiz ses, kabul etmediklerimizi ve istediklerimizi haykırıyor.
Kendi hayatımızdan başlayarak, görebildiğimiz, dokunabildiğimiz her kadınla farklılıklarımızla bir arada ‘kadın kadının yurdudur’ diyerek yol yürümek hiç bitmeyen hayalimiz.