Sahilde yürürken gözlemlediğim şey, modern dünyanın yarattığı trajedinin bir yansımasıydı. İnsanlar, aceleyle bir yerlere gidiyor, bir şeylere yetişmeye çalışıyordu.
Çevremdeki bu telaş, denizin huzur veren sesi ve rüzgarın serinliğiyle çelişen bir kaos yaratıyordu. Herkesin yüzünde bir mutsuzluk vardı, her adımları bir eksikliği tamamlamaya yönelikti. Bu manzara, beni düşündürmeye itti:
Neden bu kadar acele ediyoruz?
Nereye gidiyoruz?
Ve gerçekten ne arıyoruz?
Bu soruların cevabı, kapitalizmin dayattığı üretkenlik ve tüketim döngüsünde gizli. Kapitalizm, bizi sürekli çalışmaya, daha fazlasını üretmeye ve daha fazlasını tüketmeye zorluyor. Bu çarkın içine doğuyor, büyüyor ve istemsizce dahil oluyoruz. Ancak bu sistemin bizden aldığı şey sadece zamanımız değil; benliğimiz, özgürlüğümüz ve gerçek mutluluğumuz da bu sistemin dişlileri arasında kayboluyor.
Kapitalizmin Yarattığı Koşuşturma ve Ruhsal Boşluk
Kapitalizm, insanlara “ne kadar çok çalışırsanız, o kadar değerli olursunuz” mesajını veriyor. Ancak bu değer algısı bir yanılsamadan ibaret. Daha fazla çalıştıkça ruhsal boşluk büyüyor. Sabah uyanıp işe gitmek, günü tüketmek ve gece uykuya dalmak… Bu döngü bir yaşam biçiminden çok, bir kölelik sistemine benziyor.
Özgürlük dedikleri şey bu mu?
Gerçekten özgür müyüz, yoksa özgürlük bir yanılsama mı?
Sabah uyanıp işe giden bir işçi, gün boyu eğitimini tamamlamaya çalışan bir öğrenci ya da markette kasa başında çalışan bir kişi… Hangisi “Bu hayat benim istediğim hayat” diyebilir?
Çoğu insan için bu mümkün değil. Çünkü bu hayat bizim değil. Bizden önce kurulmuş ve bize dayatılmış bir düzenin içinde sıkışıp kalmışız.
Teknoloji ve İşsizliğin Gölgesindeki İnsanlık
Teknoloji geliştikçe, şehirler büyüdükçe ve “bağlantılı” hale geldikçe mutlu olmamız gerektiğini söylediler. Ancak gerçek şu ki, bu “ilerleme” insanların yaşamını daha kırılgan ve güvencesiz bir hale getirdi. Bir sabah uyanıyorsunuz ve çalıştığınız şirket size artık gerek duymadığını söylüyor.
Neden mi?
Çünkü bir yapay zeka sizin işinizi daha hızlı ve daha ucuza yapabiliyor.
Son yıllarda teknoloji devlerinin binlerce çalışanı “yeniden yapılandırma” adı altında işten çıkardığını duyuyoruz. İnsanlar yıllarını verdikleri işlerinden bir kalemde çıkarılıyor. Gerekçe hep aynı: “Rekabetçi piyasa koşulları.”
Peki ya bu insanların hayalleri?
Sistem, insanları sadece bir maliyet kalemi olarak görüyor ve bu kalemi kolayca silebiliyor.
Barınma Krizi ve Kapitalizmin Adaletsizliği
Barınma, günümüzün en büyük sorunlarından biri. İstanbul gibi büyük şehirlerde ev kiraları fahiş seviyelere ulaştı. İnsanlar maaşlarının büyük bir kısmını yalnızca başlarını sokacak bir yere harcıyor. “Ev sahibi” diye bir sınıf yaratıldı.
Oysa toprak ve barınak, insanlığın ortak mirası değil mi?
Neden birileri onlarca evin sahibi olurken, diğerleri bir çatı için ömür boyu borç ödüyor? Bu durum, kapitalizmin en çıplak haliyle yüzümüze vurduğu bir gerçek.
Doğanın Yok Edilişi ve Ekolojik Çöküş
Kapitalizmin kâr hırsı, sadece insanları değil, doğayı da yok ediyor. Kaz Dağları’nda altın madeni açmak için ağaçlar kesiliyor. Marmara Denizi, müsilajla boğuşuyor. Dünya, sanki bizim değilmiş gibi davranıyoruz.
Ancak bu gezegenin bir B planı yok.
Doğa tükendiğinde, insanlık da tükenir. Ne yazık ki kapitalizm, insanları tüketime yönlendirirken doğayı geri dönüşü olmayan bir noktaya sürüklüyor.
Medyanın Yaratıcı Gerçekliği
Medya, sistemin propaganda makinesi gibi çalışıyor. Ekranlarda “ekonomi büyüyor, işler yolunda” diyorlar. Ancak markete gidip temel ihtiyaçlarınızı almaya çalıştığınızda, gerçek durumun çok farklı olduğunu görüyorsunuz.
Fiyatlar her geçen gün artarken, medyanın bize sunduğu pembe tablo gerçeği yansıtmıyor. Sistem, medyayı kullanarak sorunları gizliyor ve bizi hayali bir dünyaya hapsediyor.
Savaşlar, Göçler ve İnsanlık Dramı
Dünya, savaşlar ve göçlerle boğuşuyor. Ortadoğu’daki savaşlar, milyonlarca insanı evlerinden etti. Avrupa’ya sığınmaya çalışan göçmenler, tel örgülerle, nefret söylemleriyle karşılaşıyor. Ancak bu savaşların asıl kazananları, silah tüccarları, enerji şirketleri ve güç peşindeki liderler.
Kaybedenler ise her zaman senin gibi, benim gibi sıradan insanlar oluyor.
Peki ya çözüm?
Bu çürümüş düzenin içinde yapılması gereken ilk şey, korkularımızı yenmek.
Bu sistem, korku üzerine inşa edilmiş. İşsizlikten, evsizlikten, “öteki”nden korkmamızı istiyor. Ancak korkunun karşısına cesaretle çıkabiliriz. Küçük bir adım, büyük bir değişimin başlangıcı olabilir.
Haksızlığa, adaletsizliğe, zorbalığa hayır demek, bu sistemi sarsacak ilk adımdır.
Çünkü bu çarkı döndüren biziz. Biz durduğumuzda, çark da durur.
Bir sabah herkesin sistemi sorguladığı bir dünya hayal et. Kimsenin “Bu böyle gelmiş, böyle gider” demediği bir gün. İşte o gün, gerçek bir devrim başlar.
Bu devrim, insanların özgürlüğü, doğanın iyileşmesi ve adaletin yeniden inşası için bir umut olur.
Başka bir dünya mümkün.
Zincirleri kırmak bizim elimizde. Çünkü bu dünya, korkulara değil cesarete ihtiyaç duyuyor.