2014 yılında Michael Brown’ın Missouri eyaletinin Ferguson kentinde bir polis memuru tarafından vurularak öldürülmesi kitlesel protestolara yol açtı. Ferguson polis gücünün sayısı sadece 53 olmasına rağmen, polisin tepkisi ‘minyatür bir savaş alanına bir ordunun konuşlandırılmasına benziyordu’. Zırhlı araç kullanan ve otomatik tüfek taşıyan polis memurları, ağırlıklı olarak genç Afro-Amerikan protestoculara sersemletici el bombaları, göz yaşartıcı gaz, plastik mermiler ve coplarla ateş açtı. Polis keskin nişancıları silahlarını kalabalığa doğrulttu. Gazeteciler tutuklandı ve ‘düşman savaşçıları gibi muamele gördüler.
Ferguson’daki olaylar, militarizmin ve savaşın artık bir savaş alanında sıralanan, başlangıcı ve sonu net olan bir olayda – kazananın her şeyi aldığı yenilgi – birbirlerine saldıran iki karşıt ordu imajına tekabül etmediğini gösteriyor. Ancak bugün bu, bir militarizm ve militarizasyon sürecine bağlı ve dünyanın her yerindeki sıradan insanlar tarafından her gün çok çeşitli şekillerde deneyimleniyor; Sokaklarımızda topluluklarımıza karşı savaşlar yapılıyor.
Militarizm (şaşırtıcı olmayan bir şekilde) savaşmak için tasarlanmış geleneksel devlet askeri yapılarının norm ve değerlerine dayanır ve bunlar tarafından tanımlanır. Hiyerarşi, disiplin, itaat, düzen, saldırganlık ve hiper-erkeklik ile karakterize edilir. Militarize olmuş bir kurum, militarizmin değerlerini ve uygulamalarını benimsemiş bir kurumdur. Dolayısıyla silahlı kuvvetlerle sınırlı değildir; polis veya sınır muhafızları gibi diğer kurumlar da bu değer ve uygulamaları benimsemektedir. Benzer şekilde, hem bu kurumların açık şiddet uygulamalarını hem de bunu meşrulaştıran kültürü içerir.
Kültürel Şiddet Yüzeyin Altında Yer Alır
Fiziksel şiddet ile yapısal ve kültürel koşullar arasındaki ilişkiyi anlamak için faydalı bir model Johan Galtung’un ‘şiddet tipolojisi’dir. Galtung, fiziksel (ya da ‘doğrudan’) şiddetin nasıl gizli ‘yapısal’ ve ‘kültürel’ şiddet biçimlerine dayandığını ve bunlar tarafından yönlendirildiğini göstermek için buzdağı imgesini kullanmaktadır.
Doğrudan şiddet su yüzeyinin üzerinde yer alır ve her gün yaşanan fiziksel şiddeti temsil eder. Yapısal ve kültürel şiddet, görünmez bir şekilde yüzeyin altında duran daha büyük buzdağını oluşturur. Bunlar arasında ırkçı, cinsiyetçi ya da başka bir biçimde insanlara tam insan muamelesi yapmayan sistemler ve yapılar yer almaktadır.
Bunlar arasında ırkçı, cinsiyetçi veya başka bir biçimde insanlara tam insan muamelesi yapmayan sistemler ve yapılar yer almaktadır. Kültürel şiddet, dünya genelinde kadınların, erkeklerin ve çocukların maruz kaldığı doğrudan, dolaylı ve yapısal şiddet biçimlerini devam ettiren, gizleyen ya da sürdüren hikâyelerde ve mitlerde, değerlerde ve normlarda bulunur. ‘Yoksul insanlar tembeldir’den ‘polisimiz kendini koruyabilmelidir’e kadar, kültürel şiddet hem doğrudan hem de yapısal şiddetin koşullarını yaratmaktadır.
Bu modelde militarizm kültürel şiddettir; eğitimde, komuta yapılarında, karar alma süreçlerinde ve sokaklarda militarizasyonu sürdüren değer ve normların bir ifadesidir. Cynthia Enloe’nun ileri sürdüğü gibi, ‘dünyanın tehlikeli bir yer olduğu, doğal olarak korunması gerekenlerin (“kadınsı”) ve tersine korunması gerekenlerin (“erkeksi”) olduğu fikirlerini bize aşılamaya çalışan’ bir ‘fikirler paketi’ etrafında inşa edilmiştir. Bunlar, korunmaya ihtiyaç duyan gruplar – ‘içerideki’ grup – ve tehdit oluşturanların olduğu – ‘dışarıdaki’ grup – arasındaki net ayrım çizgilerini belirler.
Dolayısıyla militarizasyon, belirli birimlerin, teçhizat ve silahların, belirli kalabalık kontrol taktiklerinin veya ağır zırhlı araçların uygulamalarının ötesine geçer ve daha derine iner. Bu şiddeti destekleyen ve sürdüren altta yatan kültürel varsayımları, bu şiddetin ‘normal’ veya kabul edilebilir görünmesini sağlayan anlatıları içerir. Ayrıca, grupların etnik kimlikleri, milliyetleri, sınıfları, dini inançları, cinsiyetleri veya cinsellikleri nedeniyle ya da sadece statükoya meydan okudukları için hedef alındıkları toplumsal bölünme çizgilerine derinden gömülüdür. Çünkü polisin rolü nihayetinde devleti ve onun ekonomik çıkarlarını korumaktır. Bu durumu, ABD’de aşırı sağcıların Kongre Binası’na yönelik son isyanına verilen tepkiyle Black Lives Matter (BLM) protestolarına verilen tepkinin farklılığından daha iyi hiçbir şey açıklayamaz. (TNİ-Trans Nasyonal İnstute)