Lewis Mumford
Madencilik, spekülatif ekonomik riskleri içeriyorduysa da, büyük kârlar sağladığı da açıktı; ve bu da, hem kapitalist teşekkül hem de daha sonraki mekanizasyon için bir numune görevi gördü. Madenciliğe yüklü yatırımlar yapmak, bu olağanüstü kâr elde etme olasılığı tarafından harekete geçirildi. Agricola, normal ticaretle kıyaslandığında madencilikteki kolay kazançlara dikkat çekmek için çırpındı ve Werner Sombart ‘ Der Moderne Kapitalismus’ta on beşinci ve on altıncı yüzyılda Alman madenciliğinin en fazla on yılda, eski usul ticaretin yüz yılda kazanabildiğini kazandığını hesapladı. Politekniğe karşı kapitalist taarruzda, savaş mızrak sapı, madencilikse mızrak ucuydu ikisi de metodik yıkım programıydılar, ikisi de “hiçlik için birşeyler elde etme” çabasındaydılar. İkisi de fiziksel gücü, diğer tüm insan ihtiyaçlarının üstünde tuttular.
Tarım, vahşi doğayla insanın toplumsal ihtiyaçları arasında bir denge sağlar. İnsanın topraktan aldığı şeyleri ağır ağır ona geri verir; sürülmüş tarla, ağaçlan budanmış meyve bahçesi, sıra sıra asmalarıyla üzüm bağı, sebzeler, hububat, çiçekler, hepsi de disiplinli amacın, düzenli büyümenin ve güzel biçimin bir örneğidir. Buna karşılık madencilik yıkıcıdır: İşlenmemiş maden ürünü düzensiz ve inorganiktir; ayrıca ocaktan veya galeriden çıkarılan bir şeyin yerine yenisi konamaz.
Buna tarımda sürekli yapılan işlerin görünüme giderek daha fazla güzellik katması ve insani ihtiyaçlara daha iyi uyarlanması olgusunu da ekleyin; oysa madenler, kaçınılmaz olarak hızla, çoğu zaman birkaç nesil içinde zenginlikten tükenmişliğe, tükenmişlikten terk edilmişliğe doğru geçer. Bu nedenle madencilik insanın süreksizliğini yansıtır; bugün vardır, yarın yoktur, kâh zenginlikle dolup taşar, kâh bitip tükenmiş, bomboş kalır.
Bin sekiz yüz otuzlardan itibaren, bir zamanlar açıldığı bölgeyle sınırlı olan maden ortamı demiryolu sayesinde genelleşti. Demir raylar nereye gitse maden ve döküntülerini de peşinden sürüklüyordu. Gemi havuzlar, köprüleri ve ücretli geçiş gişeleriyle, derli toplu nehir kıyıları ve süzülen mavnalarıyla eoteknik dönemin kanalları kırsal manzaraya yeni bir güzellik katarken, paleoteknik dönemin demiryolları derin yaralar açtı: Kesilen yerler ve setlerin büyük bir kısmı çıplak kaldı, ağaçlandırma yapılmadı, toprakta açılan yara tedavi edilmedi. Tam yol ilerleyen trenler kentlerin orta yerlerine gürültüyü, dumanı, tozu getirdi: Edinburgh’daki Prince’s Gardens gibi kent içindeki pek çok güzel yer demiryolunun tecavüzüne uğradı. Demiryolları boyunca yükselen fabrikalar da demiryollarının düzensiz görünüşlerini yansıtıyordu. Abbau’nun karakteristik sürecinin -maden çıkarma veya yapı bozma- en yalın biçimiyle görüldüğü yer maden kasabasıydı; bu sürecin XIX. yüzyılın üçüncü çeyreğinde neredeyse bütün sanayi topluluklarına yayılması demiryolu sayesinde olmuştu.
Metallerin Doğası Üzerine
Madencilik ve taş ocakçılığı, bir kaynaktan bir şey çıkarmaya dayalı olan uğraşların en önde gelenleridir. Aslında toprağı kazma ile taş ve maden çıkarma arasında keskin bir uçurum yoktur. İçinde kuvars bulunan, yeryüzüne çıkmış bir kaya formasyonu aynı zamanda içinde altın da bulundurabilir ve benzer şekilde kile rastlanan bir akarsu kıyısında da bu değerli -ilkel insan için sadece nadir olduğundan değil, yumuşak, dövülebilir, bükülebilir olduğundan, paslanmadığından ve ateş kullanmadan işlenebildiğinden değerli olmuştur- metal az bir miktar da olsa yatmaktadır. Altının, kehribarın ve yeşimtaşının kullanılması Demir Çağı olarak adlandırılan devirden önce gerçekleşmiştir. Bu taşların nadirlikleri ve sanki büyü ile elde edilmiş gibi görünen nitelikleri, onların değerli bulunmasında direkt olarak bir şeylerin yapımında kullanılabilme olasılıklarından da fazla rol oynamıştır ve bu mineralleri bulup ele geçirmeye yönelik çabaların hiçbir şekilde gıda temini ve dağıtımını genişletme ya da fiziksel rahatlığı arttırmayla bir alakası olmamıştır. İnsanın değerli taşların peşine düşmesinin ardındaki neden, onun çiçek yetiştirmesinin ardındaki neden ile aynıdır çünkü insan kapitalizm ve seri üretimi icat etmeden çok uzun zaman önce, varolan kültürünün belirlediği koşullarda sadece fiziksel olarak hayatta kalmak için ihtiyaç duyduğu enerjiden daha fazlasını edinmiştir.
Çiftçinin geleceğe yönelik plan yaparak hareket etmesi ve monoton uğraşları ile karşılaştırıldığında madencinin yaptığı iş gelişigüzel çabalardan oluşan bir şey olarak öne çıkmaktadır: Yani düzensiz bir rutine sahiptir ve sonuçları belirsizdir. Ne çiftçi ne de çoban çabuk bir şekilde zengin olabilir:
Ancak madenciliğin ödülleri bundan farklı olarak aniden gelebilir ve özellikle de endüstrinin erken aşamalarında, bu gelen ödüller madencinin teknik kabiliyeti ya da onun harcadığı emeğin miktarı ile çok az ilişkili olabilir. Gayretli bir şekilde yıllarca çalışarak maden damarı arayan bir kişi, sonuçta zengin bir damar bulamadan bedenini eskiterek eve dönebilir; ancak yine aynı bölgede altın aramaya yeni başlayan bir aceminin de işe ilk gittiği sabah şansı yaver gidebilir. Salzkammergut tuz madenleri gibi bazı madenlerin yüzyıllardır varolmaya devam etmiş olmasına rağmen, madencilik genelde istikrarsız bir uğraştır.
Milattan sonra on beşinci yüzyıla kadar madencilik belki de diğer tüm sanatlardan daha az teknik ilerleme kaydetmiştir: Roma’nın, inşa ettiği su kemerleri ve yollarla sergilediği mühendislik becerisi madenlerde hiçbir ölçüde görülememiştir. Bu sanat yalnızca binlerce yıl ilkel bir evreye hapsolmakla kalmamış, aynı zamanda madencilik insan ölçeğinin en aşağıda yer alan uğraş dallarından biri olmuştur. Uygar uluslarda görece modern zamanlara kadar değerli metal keşfetmenin cazibesine kapılanlar dışında hiç kimse bir savaş tutsağı, suçlu ya da köle olmadan madenin içine girmemiştir.
Madencilik insancıl bir sanat olarak görülmemiştir, o bir tür cezalandırma biçimi olmuştur. Onda zindanın dehşetleri ile kürek gemisinin fiziksel eziyeti bir araya gelmiştir. Maden çıkarma işinin kendisi, büyük ölçüde doğası gereği külfetli bir iş olması nedeniyle en erken belirtilerinden Roma İmparatorluğu’nun düşüşüne kadar Antik Dönem’in tamamı boyunca bir ilerleme kaydetmemiştir.
Madencilikteki sosyal alçalma bir kaza mı olmuştur, yoksa bu, işlerin doğası gereği mi ortaya çıkmıştır? Burada bu uğraşı ve onun içinde bulunduğu çevreyi, tarihin büyük bir kısmı boyunca varolduğu şekliyle mercek altına almak gerekmektedir.
Yüzey madenciliği hariç olmak üzere, bu sanat dünyanın bağırsaklarının içinde gerçekleşmektedir. Burada karanlığı bozan şey yalnızca bir lamba ya da mumun ürkek ışıltısıdır. On dokuzuncu yüzyılın başlarında Davy güvenlik lambasının icat edilmesinden önce bu ateş ara sıra “maden buharını” ateşlemiş ve tek bir patlamayla menzili içindeki herkesi öldürebilmiştir. Bugün bile böyle bir patlama, elektrik kullanılsa da kıvılcımların kazara çıkabilmesinden dolayı bir olasılık olmaya devam ediyor. Ayrıca yer yüzeyindeki su damarların içinden geçiyor ve sık sık yer altı geçitlerinin su ile dolması tehlikesini beraberinde getiriyor. Modern araçlar icat edilmeden önce bu geçitler son derece dardı; maden çıkartılma süreci dâhilinde, en erken zamanlarda bile kadınlar ve çocuklar, bu dar tünelin içinde yüklü bir el arabasını emekleyerek çekme ile görevlendirilmişti. Özellikle de İngiltere’deki madenlerde kadınlar on dokuzuncu yüzyılın ortalarına kadar bu şekilde neredeyse birer yük hayvanı olarak kullanıldılar. İlkel araçlar madeni kırmada ya da yeni bir yüz açmada yetersiz kaldıklarında çoğu zaman zorluk çıkaran damarlarda büyük ateşler yakmak ve daha sonra çatlamasını sağlamak için taşın üzerine soğuk su dökmek gerekiyordu. Bu işlem yapılırken ortaya çıkan buhar boğucu oluyor ve çatlama büyük bir tehlikeyi beraberinde getirebiliyordu. Sağlam bir şekilde desteklenmediklerinde tünellerin tamamı işçilerin üzerine çökebiliyordu ve bu sıklıkla gerçekleşen bir şey olmuştu. Damarlar ne kadar derindeyse tehlike de o kadar büyümüş, ısı ne kadar büyükse mekanik güçlükler de o kadar artmıştı.
Madencilikle Kıyaslanacak Tek Şey Siper Savaşıdır
İnsanoğlunun uğraştığı sert ve acımasız işler arasında geleneksel madencilik ile karşılaştırılabilecek tek uğraş modern siper savaşıdır ve buna pek şaşılmamalıdır. Bu ikisi arasında direkt bir bağlantı bulunmaktadır. Meeker’a göre, bu gün bile iş kazası sonucunda ölen madencilerin sayısı diğer işlerle uğraşan insanlarınkinden en az dört kat fazladır.
Metallerin kullanımının teknikte göreceli olarak geç bir zamana denk gelmesine rağmen, buna sebep veren şeyi bulmak için fazla uzağa gitmeye gerek yoktur. Aslında metaller, genelde madenlerde bileşik olarak var olmaktadır ve madenlerin kendisi çoğu zaman erişimin dışında kalan, zor bulunan ve yüzeye çıkarması güç şeyler olmaktadır. Bunlar, açıkta yatsalar bile koparması kolay şeyler değillerdir. Bununla ilişkili olarak, çinko gibi yaygın bir metal on altıncı yüzyıla kadar keşfedilmemiştir. Metallerin çıkartılması, ağaçların kesilmesi ve çakmak taşının kazılmasının aksine, kayda değer süreler boyunca yüksek sıcaklıklar gerektirmektedir. Metaller, çıkartıldıklarından sonra bile uğraşılması zor şeyler olmaya devam etmektedir: Metaller arasında dövülmesi en kolay olan, en değerli metallerden biri olurken, en zor biçimlendirilen, en işe yarar olan metaldir. Bunların arasında ise kalay, kurşun ve soğuk olarak yalnızca küçük kütleler ya da levhalar hâlinde dövülebilen bakır yer alır. Kısacası, madenler ve metaller inatçı maddelerdir. Bunlar, keşfedilmekten kaçmakta ve biçimlendirilmeye direnmektedir. Metaller yalnızca yumuşatıldıkları zaman şekil almaya elverişli bir hâle gelmektedir. Dolayısıyla metalin olduğu yerde ateş de olmalıdır.
Maden çıkarma ile metal arıtma ve dövme gibi işler, uğraştıkları maddenin doğası gereği modern savaşın merhametsizliğini akla getiriyor. Bunlar akıl yürütmenin fazla rol oynamadığı saf güç kullanımına yüksek değer vermektedir. Tüm bu sanatların tekniğinde dövme işlemleri önem bakımından birinci sırada yer alıyor: Kazma, balyoz, maden ezme makinesi, presleme makinesi ve buharlı-çekicin işleyiş şeklinde bu görülebilir. Kişi bu madde ile herhangi bir şey yapmak için ilk önce onu ya eritmeli ya da kırıp parçalara ayırmalıdır. Madenin rutini fiziksel çevreye yapılan korkusuz bir saldırıyı içerir. Bunun her aşamasında gücün boyutunun büyütülmesini içeren bir yaklaşım ile karşılaşılmaktadır. Ağır makineler on dördüncü yüzyılda geniş çaplı olarak topluma giriş yaptıklarında bunların belki de en yaygın olarak kullanıldığı yerler askerî ve metalurjik sanatlar olmuştur. (Devam Edecek)