Sanayi politikalarının geri dönüşü, krize verilen geçici bir yanıt mı?
Dünya kapitalizmi, son yıllarda yaşanan krizlerle sarsılmaya devam ediyor. Pandemi, enerji krizi ve jeopolitik gerilimler, küresel üretim zincirlerini ve günlük yaşamı derinden etkiledi. Kapitalist sistemin yapısal çelişkileri, giderek daha fazla insanın temel ihtiyaçlarını karşılamakta zorlandığı bir dünyayı gözler önüne seriyor. Peki, devletlerin sanayi politikalarına yeniden yönelmesi bu krizlerin çözümü mü, yoksa sermayeyi korumaya yönelik bir taktik mi?
Bir Yüzyılın Krizlerinden Diğerine
Kapitalizm, 1920’ler ve 2020’lerde benzer bir yapısal krizle karşı karşıya.
1920’lerde kapitalist sistem, Birinci Dünya Savaşı’nın yarattığı ekonomik yıkım, ticaretin daralması ve ekonomik milliyetçilikle sarsıldı. 1929 Büyük Buhranı’nın patlak vermesine neden olan bu kriz, kapitalizmin aşırı üretim ve kâr oranlarındaki düşüş gibi yapısal çelişkilerini derinleştirdi. Günümüzde de benzer bir süreç yaşanıyor: Pandeminin yarattığı ekonomik duraklama, ulus devletlerin üretimi kendi sınırlarına çekme girişimleri ve ticaret savaşları, küresel pazarda büyük kırılmalara yol açıyor. Fakat bu girişimler, kapitalizmin yapısal krizlerini çözmekten uzak kalıyor.
Tıpkı 1920’lerdeki gibi, günümüzde de teknolojik yenilikler üretici güçlerde dönüşümler yaratıyor, ancak bu dönüşümler geniş toplum kesimlerinin yaşam koşullarını iyileştiremiyor. Akıllı telefonlar, yapay zeka, elektrikli araçlar hayatımıza girerken, milyonlarca insan hala geçim sıkıntısıyla boğuşuyor. Sermaye büyürken, emeğin payı azalıyor.
Devlet Müdahalesi Geri Mi Dönüyor?
Kapitalist devletler, sanayi politikalarıyla kâr oranlarını yükseltmeye çalışıyor.
1929 Büyük Buhranı sonrasında uygulanan Keynesçi politikalarla, devletler ekonomik krizlerden çıkış yolu olarak daha fazla müdahaleci politikalar benimsedi. Bugün de kapitalist devletler, çoklu krizlere karşı benzer bir stratejiye yöneliyorlar. ABD’nin Enflasyon Azaltma Yasası ve Avrupa Birliği’nin yerli üretimi teşvik eden politikaları, devlet müdahalesinin geri dönüşünün işaretleri olarak görülüyor. Ancak bu politikaların arkasında, işçi sınıfının haklarını ve refahını korumaya yönelik bir amaç yok.
Geçmişte devlet müdahalesi, emek ile sermaye arasında bir denge sağlamak için kullanılırken, günümüzde tamamen sermayenin çıkarlarını korumak için devreye sokuluyor. Kapitalizmin aşırı üretim krizini hafifletmek için yapılan bu müdahaleler, emeğin çıkarlarını göz ardı ediyor. Sanayi politikalarının geri dönüşü, işçi sınıfının kazanımlarını artırmaktan çok, küresel sermayenin rekabetini korumaya yönelik bir hamle olarak öne çıkıyor.
Emek ile Sermaye Arasındaki “Uzlaşma” Nereye Gitti?
Emeğin hakları, devlet müdahalesinin merkezinde değil.
20.yüzyılın ortalarında, kapitalist devletler emek ile sermaye arasında bir “uzlaşma” sağlamak zorundaydı. İşçi sınıfının gücünün yükseldiği ve radikal hareketlerin yaygınlaştığı bir dönemde, devletler sosyal refah devleti modelleriyle emeği dengelemeye çalıştı. Bu uzlaşma, iç talebe dayalı büyüme ve sanayi politikalarının etkin olduğu bir dönemde gerçekleşti. Ancak bu dönem geçiciydi; sermaye, kriz dönemlerinde bu uzlaşmayı bozarak kendi lehine yeni düzenlemeler yaptı.
Günümüzde ise devlet müdahaleleri, işçi sınıfının taleplerine yanıt vermek yerine, büyük sermayelerin çıkarlarını gözetiyor. Emeğin kazanımları sürekli geriliyor, işçi hareketleri zayıflıyor ve devletin müdahaleci politikaları, yalnızca kâr oranlarını artırmayı hedefliyor. Bu nedenle, sanayi politikalarının geri dönüşü, toplumun geniş kesimleri için refah artışı getirmiyor; aksine, krizlerin faturasını yine işçi sınıfı ödemek zorunda kalıyor.
Küresel Rekabet ve Kriz Yönetimi
Sanayi politikalarının geri dönüşü, sermayenin kriz karşısındaki bir taktiği mi?
Bugün dünya, emperyalist devletler arası rekabetin ve sermaye grupları arasındaki mücadelenin belirlediği bir döneme girdi. Jeopolitik gerilimler ve ticaret savaşları, devletlerin sanayi politikalarına yeniden yönelmesine neden oluyor. Ancak bu politikalar, işçi sınıfının refahını artırmaktan çok uzak. Aksine, büyük devletler arasındaki rekabet, sermaye birikimini korumaya ve kâr oranlarını yükseltmeye yönelik bir hamle olarak karşımıza çıkıyor.
Sanayi politikalarının geri dönüşü, krizleri çözmekten çok sermayenin krizle başa çıkma yöntemlerinden biri olarak değerlendirilebilir. Kapitalist sistemin derinleşen çelişkileri, bu politikaların gerçek çözüm sunamayacağını gösteriyor. Geniş toplum kesimlerinin refahı ve mutluluğu bu politikaların merkezinde yer almıyor. Ancak bu krizler ve verilen yanıtlar, önümüzdeki dönemde siyaseti şekillendirecek temel dinamiklerden biri olmaya devam edecek.
Krize Yanıt Arayışları
Devlet müdahaleleri, sermayenin krizlerini çözmek için yeterli olacak mı?
Kapitalist devletlerin sanayi politikalarına yönelmesi, krize geçici bir yanıt olabilir, ancak bu politikaların geniş toplum kesimleri için kalıcı bir refah sağlaması mümkün görünmüyor. Küresel sermaye ve devletler arasındaki rekabet, işçi sınıfının haklarının daha da gerilemesine neden oluyor. Krizlerin temelinde yatan kapitalist çelişkiler çözülmedikçe, devlet müdahaleleri yalnızca sermayeyi korumaya yönelik taktikler olarak kalacaktır.