Türkiye’nin nadir ekosistemlerinden biri olan Kazdağları’nda, Cengiz Holding’in Truva Madencilik aracılığıyla açmak istediği Halilağa altın ve bakır madeni, ülkenin doğa koruma politikalarının ne kadar işlevsiz ve rant odaklı olduğunu çarpıcı şekilde gözler önüne seriyor.
Proje yalnızca bölgedeki doğal yaşamı değil, aynı zamanda halk sağlığını ve sosyal yapıyı da tehdit ediyor. Ancak tüm itirazlara, süren dava süreçlerine ve halk direnişine rağmen ağaç kesimleri çoktan başlamış durumda. Devletin korumakla yükümlü olduğu bu alan, adeta Cengiz Holding gibi sermaye devlerinin çıkarlarına feda ediliyor.
Yıkımın Kapsamı Ve Yalanlarla Gizlenen Ağaç Katliamı
Halilağa projesi, ilk başta 600 dönümlük bir alan olarak planlanmıştı; ancak bu alan, şirketin genişletme talepleri doğrultusunda şimdi 6 bin dönüme çıkarıldı.
Bu denli büyük bir alanı kapsayan madencilik faaliyetleriyle yaklaşık 1 milyon ağacın kesileceği ifade ediliyor. Ancak Cengiz Holding, kamuoyunu yanıltmak için gövde çapı 8 santimetreden küçük olan ağaçları “ağaç” olarak saymayarak bu sayıyı 240 bine düşürdüğünü iddia ediyor. Bu yaklaşım, ağaç kıyımının boyutunu gizlemek için kullanılan basit bir aldatmacadan başka bir şey değil.
Bölgedeki biyoçeşitliliğin, köylerin ekolojik yapısının ve toprak verimliliğinin yok sayılması, şirketin çevreyi sadece maddi kazanç kaynağı olarak gören anlayışının ürünü.
ÇED Süreçlerinde Göz Yumulan Yolsuzluklar ve Hukuksuzluklar
Projeye karşı açılan davalarda ÇED (Çevresel Etki Değerlendirme) süreci, adeta bir formaliteye dönüştürülmüş durumda. 2012 yılında projeye “ÇED Gerekli Değildir” kararıyla başlama izni verilirken, 2020 yılında yapılan genişletme hamleleriyle birlikte yeniden “ÇED Olumlu” kararı çıkarıldı. Bu süreçte, bilirkişi raporlarının çevresel tahribata dair uyarılarına rağmen ÇED raporlarına “uygun” kararlar verildi.
Mahkemelerin “geri dönüşsüz tahribat yaratacağı” uyarısına rağmen, Cengiz Holding’in başvuruları ve ÇED raporlarındaki taktiksel değişiklikler, devletin aktif desteği sayesinde hızla onaylandı. Yani yargı sistemi, sermayenin çıkarlarını koruyarak halkın iradesini hiçe sayan bir araç haline getirilmiş durumda.
Çifte Standartlı Koruma: Kazdağları Milli Parkı’nın Bölgesel Ayrımcılığı
Çanakkale Belediye Başkanı Muharrem Erkek’in de belirttiği gibi, Kazdağları’nın Balıkesir kısmı milli park statüsündeyken, Çanakkale tarafı bu korumadan yoksun. Bu statü farkı, hükümetin doğa koruma konusundaki çifte standartlı ve seçici yaklaşımını gözler önüne seriyor.
Kazdağları gibi eşsiz bir ekosistem, bölgesel farklılıklara kurban edilirken, bu durum şirketlere Çanakkale’de doğayı fütursuzca katletme fırsatı tanıyor. Devletin görevi, tüm yurttaşların doğa varlıklarını korumak olsa da, mevcut yönetim, Kazdağları’nın parçalanmasına, sadece sermaye sahiplerinin çıkarlarına göre koruma kararları alınmasına izin veriyor.
Jandarma Eliyle Susturulmak İstenen Toplumsal Direniş
Kazdağları çevresindeki köylüler, Alomos’a karşı yürüttüğü ekolojik mücadelerinin bir benzerini şimdi doğrudan Cengiz’ Holding’e bağlı Truva Madencilik tarafından gerçekleşen ağaç kesim alanında sürdürüyor. Köy halkı, çevre platformları ve ekoloji aktivistleri, bölgede nöbet tutmaya başlayarak doğa katliamını durdurmak istese de devletin kolluk kuvvetleri daha önce de olduğu gibi yine sermayeden yana bir tavır sergileyerek halkı baskı altına almaya çalışıyor.
Önceki yıllarda Jandarma tarafından uygulanan müdahale ve engellemeler hala hafızalarda tazeliğini koruyor. Bugün yine jandarma şirket çıkarlarını korumak adına Halkın barışçıl direnişini bastırmak için hazırda bekliyor. Buna rağmen bölge halkı yaşam alanlarını korumak için cesurca adımlar atmaktan geri durmuyor. Sosyal medya üzerinden de yayılan bu destek çağrıları, devletin adil bir temsil organı olmaktan çok, sermayenin bir baskı aygıtı haline dönüştüğünü kanıtlıyor.
Siyanür Felaketi ve Köylülere Yönelik Sağlık Tehdidi
Halilağa’da yürütülen madencilik faaliyetlerinde altın ayrıştırma işlemleri için siyanür kullanılacağı belirtiliyor. Bu, yalnızca çevredeki bitki örtüsünü değil, yer altı sularını, toprağı ve nihayetinde yerel halkın sağlığını doğrudan tehdit ediyor.
Yanıklar köyü başta olmak üzere, Kazdağları’nın etrafında bulunan on köy bu projeden olumsuz etkilenecek. Tarım alanlarının kirlenmesi, hayvanların sağlığının bozulması ve yeraltı su kaynaklarının zehirlenmesi gibi sonuçlar, yalnızca bugünü değil, gelecekte bölgenin yaşayabilirliğini de tehdit ediyor. Halka sormadan, halkın sağlığını riske atarak yürütülen bu projeler, devletin yurttaşlarının temel yaşam hakkını nasıl göz ardı ettiğini gösteriyor.
İktidarın Rant Odaklı Politikaları Doğayı ve Halkı Sermaye İçin Feda Ediyor
Cengiz Holding gibi şirketlerin doğa katliamında bulunmasına göz yumulması, devletin sermayeyi halkın ve doğanın önüne koyduğunu bir kez daha gösteriyor. Kazdağları’nda yaşanan bu felaket, Türkiye’nin doğa koruma politikalarının yalnızca lafta kaldığını, iktidarın büyük sermaye sahipleri lehine çevreyi yok saydığını ortaya koyuyor. Bölgedeki doğal varlıkların, binlerce yıllık ekosistemin sermaye sahiplerinin daha fazla kar hırsıyla yok edilmesi, Türkiye’nin yalnızca çevre değil, hukuk devleti olma iddiasını da tehlikeye sokuyor.
Şimdi Doğa ve Yaşam Hakkı için Mücadele Zamanı
Kazdağları’nda yaşanan bu yıkım, Türkiye’de çevre mücadelesinin nasıl hükümet eliyle sistematik olarak engellendiğini gözler önüne seriyor. Halkın iradesine, çevreye ve yaşam hakkına saygı göstermeyen bir iktidarın, Cengiz Holding gibi sermaye devlerine doğayı katletme yetkisini adeta peşkeş çekmesi, mevcut yönetimin doğa düşmanı politikalarını açığa çıkarıyor.
Yıkılan yalnızca Kazdağları değil; aynı zamanda halkın ve doğanın yaşam hakkı. Bu durumda, halkın mücadele azmi sadece bir bölgeyi değil, tüm ülkenin doğa hakkını savunmak için birleşmesini gerektiriyor. Bölgede direnen aktivistler, doğaya ve yaşama saygı duyan herkesin desteğini bekliyor; @kazdaglariekolojiplatformu ve @kazdaglarikardesligi sosyal medya hesapları üzerinden iletişim kurulmasını istiyorlar.
Kazdağları’nın sesi, halkın direnişiyle daha da gür çıkmalı; çünkü bu sadece bir bölge mücadelesi değil, doğanın insan eliyle yok edilmesine karşı verilmesi gereken topyekûn bir mücadeledir.