AKP Grup Başkanvekili Abdullah Güler, üç belediyeye kayyum atanmasına ilişkin yaptığı açıklamada, kayyum atamalarının hukukun gereği olduğunu belirtti.
Güler’in söylemi, bir “hukuk devleti” uygulamasından bahsederken, aslında derin bir demokratik boşluğun üzerini kapatmaya çalışıyor.
Peki, gerçekten de bu atamalar, hukuk ve demokrasi ile uyumlu mu?
Yoksa halk iradesine karşı bir müdahale mi?
***
Güler, “belediye başkanlıkları kimsenin suç işleyebileceği bir özgürlük alanı değildir” diyerek, belediye başkanlıklarının suç işleme alanı olmadığını vurguluyor.
Oysa bu ifade, seçilmiş belediye başkanlarını doğrudan suçlu ilan eden, onların görevlerini kötüye kullandığını peşinen kabul eden bir yaklaşımı temsil ediyor.
Bir hukuk devletinde, suçluluğun kararını ancak bağımsız mahkemeler verir, yürütme organları değil. Seçilmiş bir yöneticiyi, yargı süreci tamamlanmadan görevden alarak, halkın oyuyla göreve getirdiği kişiyi cezalandırmak, demokrasiye karşı ciddi bir müdahale anlamına gelir.
***
Güler’in, “Siz kayyum diyorsunuz ama hukuk böyle demiyor” ifadesi oldukça dikkat çekici. Kayyum atamalarına dair hukuki tanımlar elbette tartışılabilir, fakat halkın iradesine dayalı yönetimlere karşı bu tür müdahaleler, kayyum olarak tanımlanmayı hak ediyor.
“Kayyum” halkın gözünde, atanmış bir yöneticiyi ifade ediyor; ki bu, halkın özgür iradesiyle seçilen belediye başkanının yerini alan ve genelde merkezi hükümete yakın isimlerden oluşan bir yapı. Dolayısıyla, bu tür atamaların “hukuk” kisvesi altında değerlendirilmesi, demokratik meşruiyeti sorgulanabilir hale getiriyor.
Anayasanın 127. Maddesi ve Yorum Farklılıkları
Güler, anayasanın 127. maddesinin kayyum atamalarına izin verdiğini belirtiyor. Ancak bu madde, yerel yönetimlerin özerkliğini ve seçimle işbaşına gelme ilkesini de koruma altına alır.
Seçilmiş belediye başkanlarını, yargı süreci tamamlanmadan görevden almak, anayasanın bu ilkesine doğrudan aykırı bir durum yaratır.
Anayasanın 127. maddesi, merkezi idarenin yerel yönetimlere müdahalesini ancak istisnai durumlarda ve denetim amacıyla düzenler; halkın iradesini askıya almak için değil.
***
Demokrasi, bir hukuk devleti içinde sadece seçimlerle değil, aynı zamanda seçilenlerin görevlerini özgürce yerine getirebilmeleriyle anlam kazanır.
Abdullah Güler’in açıklamaları, demokrasiyi yalnızca bir oy kullanma pratiğine indirgeme tehlikesini taşıyor. Oysa demokrasi, halkın seçtiği kişilerin yerinde durmasını sağlamak, onlara güvenmek ve hesap sorulmasını halkın kendisine bırakmak anlamına gelir.
Bu perspektiften bakıldığında, kayyum atamalarının “hukuk devleti” ilkesiyle ne kadar uyumlu olduğu konusu büyük bir soru işareti ile birlikte karşımızda duruyor.
Asıl mesele, halkın iradesine ve yerel yönetimlere duyulan saygının giderek aşındırılmasıdır.
Demokrasi, sadece bir prosedür değil; halkın iradesinin yaşam bulduğu, yöneticilerle halk arasında bir bağın kurulduğu bir sistemdir.
Bu bağı kopararak demokrasiye zarar vermek, hukuk devleti kisvesi altında ne kadar savunulabilir?