Kadına yönelik şiddet, sadece bireylerin değil, tüm toplumun kanayan yarasıdır. Bu mesele, istatistiklere indirgenemeyecek kadar derin, ahlaki ve politik bir sorundur. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul Sözleşmesi’ne dair ifadeleri ise bu gerçeği görmezden gelen, kadınların hayatlarını tehlikeye atan ve kadına yönelik şiddetle mücadeleyi sekteye uğratan bir anlayışı temsil etmektedir.
Kadınların Hayatı Siyasetin Malzemesi Değildir
Erdoğan’ın “’Sözleşme yaşatır’ sloganı marjinal kesimlerin ideolojik kavga aparatı olma dışında hiçbir anlam taşımıyor” şeklindeki açıklaması, gerçeği çarpıtmak ve kadınların hak mücadelesini itibarsızlaştırmak için kullanılan bir retorikten ibarettir. Ancak, gerçekler çok nettir: İstanbul Sözleşmesi yaşatır ve bunun somut kanıtları vardır.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu (KCDP) verileri, sözleşmeden çekilme kararının kadın cinayetleri ve şüpheli ölümlerde ciddi bir artışa yol açtığını ortaya koymaktadır. 2021 yılında 280 olan kadın cinayeti sayısının 2022’de 334’e çıkması, şiddetle mücadelenin sözleşmesiz bir ortamda daha da zorlaştığını göstermektedir.
İstanbul Sözleşmesi Yaşam Güvencesi
İstanbul Sözleşmesi’nin temel amacı, kadınları şiddetten korumak ve devletlere bu konuda yükümlülükler getirmektir. Sözleşme, kadına yönelik şiddeti sadece bireysel bir suç değil, toplumsal bir sorun olarak ele alır ve devletlere kapsamlı bir mücadele politikası geliştirme sorumluluğu yükler. Bu, eğitimden hukuka, sosyal hizmetlerden medyaya kadar her alanda koordineli bir mücadele anlamına gelir.
Erdoğan’ın sözleşmenin etkisini küçümseyen ve bu konudaki mücadeleyi yalnızca cezalar üzerinden tanımlayan açıklamaları, şiddetle mücadeleye dair bütüncül bir vizyondan yoksun olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Şiddeti önlemek, sadece faili cezalandırmakla sınırlı bir mesele değildir; aynı zamanda kadınların eşitlik temelinde güçlenmesini sağlayacak politikaların hayata geçirilmesi gerekir.
Devletin Kadınları Koruma Sorumluluğu
Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Kadına el kaldıran herkes hak ettiği cezayı çekecek” dese de mevcut cezasızlık politikaları, bu açıklamaların ne kadar samimiyetsiz olduğunu göstermektedir. Kadına yönelik şiddet faillerinin çoğu ya hiç ceza almamakta ya da caydırıcılıktan uzak, hafif cezalarla kurtulmaktadır. Bu durum, erkeklerin şiddet eylemlerine karşı cesaretlendirilmesine yol açmaktadır.
Sözleşmeden çekilme kararıyla birlikte devletin kadınları koruma sorumluluğunu yerine getirmediği bir kez daha görülmüştür. Bu karar, yalnızca şiddetle mücadelede bir geri adım değil, aynı zamanda kadınların hayatını açıkça tehlikeye atan bir politikadır.
Erkek Şiddetine Karşı Sessiz Kalmayacağız
İstanbul Sözleşmesi’ne saldırmak, sadece sözleşmenin maddelerini değil, aynı zamanda kadınların on yıllardır süren hak mücadelesini hedef almaktır. Bu durum, erkek egemen sistemin feminizme ve kadınların eşitlik talebine karşı duyduğu korkunun bir yansımasıdır. Ancak kadınlar, bu saldırılar karşısında yılmayacaktır.
Kadınların hayatlarını koruma mücadelesinin hukuki ve siyasi bir zemini olarak hayati bir önem taşır. Kadınların yaşam hakkı, ideolojik tartışmalara ya da siyasi hesaplara malzeme edilemeyecek kadar değerlidir.
İstanbul Sözleşmesi’nden Vazgeçmeyeceğiz
Erdoğan ve hükümet yetkililerinin İstanbul Sözleşmesi’ne yönelik küçümseyici ve gerçek dışı açıklamaları, kadınların yaşam mücadelesini asla gölgeleyemez. Veriler, sözleşmeden çekilmenin kadınlar için nasıl ölümcül sonuçlar doğurduğunu açıkça ortaya koymaktadır.
Kadınlar olarak, “İstanbul Sözleşmesi yaşatır” demekten ve bu sözleşmenin yeniden uygulanması için mücadele etmekten vazgeçmeyeceğiz. Çünkü bu sadece bir sözleşme meselesi değil; kadınların hayatlarını, özgürlüklerini ve eşitlik haklarını savunma mücadelesidir. Erkek şiddetine karşı susmayacağız, itaat etmeyeceğiz, vazgeçmeyeceğiz!