Samsun’da sokaklar bir kez daha ayaklandı. Kadınlar, erkek egemenliğine ve devletin şiddet düzenine karşı, Samsun Kadın Dayanışması’nın çağrısıyla bugün saat 18.30’da şehir kulübü önünde buluştu. Sloganlar yankılandı: “Erkek adalet değil, gerçek adalet!” “Susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz!” Çünkü sokaklar bizim, hayat bizim, isyan bizim!
Kadınlar yürürken yalnızca adımlarını değil, öfkelerini de haykırıyordu. “Artık yeter” yazılı pankartlar, sadece bir çağrı değil, bu çürümüş düzene karşı açık bir başkaldırıydı. Akbank önünde toplanan kadınlar, devlete ve onun suç ortaklarına seslendi: “Bu topraklarda her gün ya öldürülüyoruz, ya tacize tecavüze uğruyoruz. İktidar, kadın düşmanı politikalarıyla hayatlarımızı kuşatıyor. Faili koruyan erkek adaletin ellerinde kadınların kanı var. Her yer suç mahalli!”
Bu çürümüş düzenin son örneği, İstanbul’un ortasında 19 yaşındaki Semih Çelik’in iki kadını, Ayşenur Halil ve İkbal Uzuner’i, katledip intihar etmesiydi. Bu cinayetler, ne münferit bir sapığın işi ne de bir anlık delilikti. Bu vahşet, devletin ve AKP-MHP iktidarının kadın düşmanı politikalarının ürünü. Semih Çelik değil, AKP-MHP iktidarı ve onun yarattığı erkek şiddeti suçlu! Kadınlar öfkeli: “Yaşamak istiyoruz!” Devlet, bu cinayetleri durdurmak için tek bir adım atmıyor, kadınları değil failleri koruyor. Kolluk güçleri, şiddet mağdurlarını değil, sokakta isyan eden kadınları bastırmak için çaba harcıyor!
Adalet mi? Sosyal medya paylaşımlarına göre hareket eden bir adalet mekanizmasından ne beklenebilir? Karakola gidip şikayet etmek anlamsız, çünkü failler ellerini kollarını sallayarak çıkıyor. Cezasızlık politikası, bu sistemin kadınları öldürmek için tasarladığı bir silah. Bu iktidar, kadınları sokakta gece yürürken suçlu göstermek, onları dört duvara mahkum etmek için elinden geleni yapıyor.
Basın açıklamasında şu ifadeler yer aldı
Kadınların nasıl doğuracağı, doğurup doğurmayacağını denetlemek devletin görevi değildir. Sağlık Bakanlığı’nın yapmış olduğu ‘’Doğal Olan Normal Doğum’’ temalı toplantı ise kadınların bedeni üzerinde tahakkümü yeniden üretmektedir. Devlet kadın bedeni üzerinden ellerini çekmeli, kadınların öldürüldüğü bir ülkede erkek şiddetini önlemelidir.
Hukuken Erdoğan’ın İstanbul Sözleşmesi’nden Türkiye’nin ayrıldığına ilişkin beyanı bir anlam ifade etmese de toplum nezdinde bu çıkış erkek şiddeti önündeki barajı yıkan ve o günden bu yana hızla ve katlanarak artan kadın cinayetlerinin politik olduğunun en önemli kanıtıdır.
Kadınların adalete inancı tamamen yok olmuştur. Bunun en önemli göstergesi salı günü Beyoğlu’nda iki kişi tarafından sokak ortasında yere yatırılarak taciz edilen genç kadının tacizcilerden şikayetçi olamamasıdır.
Erkek şiddeti ve tacizi yaş ve sınır tanımamaktadır. Narin’in acısı hala tazeyken ve 90 haneli bir köyde bu cinayet aylardır çözüme kavuşmamışken bu kez de Osmaniye’de farklı yaşlardan 18 kişinin 14 yaşında bir çocuğa cinsel istismarda bulunduğu haberiyle sarsıldık. Bu 18 kişi teşhis edilmiş olmasına rağmen, yine bu kişilerden sadece 10’u tutuklanmıştır. Siz konuştukça biz ölüyoruz.
Kadın düşmanı iktidarınız her gün bizi ölüme, şiddete mahkum ediyor. Hayatlarımızı size teslim etmeyeceğiz. İşte buradayız. Faillerden,kadin düşmanı iktidarınızdan hesap soruyoruz!
Yıllardır kadınlar bu sokaklarda mücadele ediyor. Bir kadın daha eksilmemek için ülkenin her yerinde kadınlar isyan ediyor. Gücümüzü bu dayanışmadan ve bu isyandan alıyoruz. Kadınlara güvenli eşit bir yaşamı kadınlar kuracak. Kadın dayanışmasıyla umut ve inançla biz kuracağız.
Rojin ve Gülistan Doku nerede, Narin’e ne oldu diye sormaktan vazgeçmeyeceğiz. Her yer kadınlar için suç mahalliyken, erkek şiddetini teşvik eden iktidardan korkmuyoruz ve itaat etmiyoruz.
Bütün faillerden hesap sormaya, bu kadın düşmanı politikalar ve eril adalet mekanizması yok olana kadar meydanlarda olmaya, sesimizi yükseltmeye, birbirimizi savunmaya, dayanışmaya devam edeceğiz ve mutlaka kazanacağız.