25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü kapsamında düzenlenmek istenen etkinliklere Beyoğlu Kaymakamlığı ve İstanbul Valiliği tarafından getirilen yasaklar, kadın hakları savunucuları ve hukuk çevrelerinde ciddi tepkilere neden oldu. Yasak kararları kapsamında Taksim ve çevresine bariyerler kuruldu, toplu taşıma durakları devre dışı bırakıldı ve çok sayıda kadın gözaltına alındı. Kadınların kamusal alanda toplanma haklarının polis ablukasıyla engellenmesi, anayasal ve uluslararası insan hakları normlarına aykırılık tartışmalarını yeniden gündeme getirdi.
İstanbul Barosu’nun Tepkisi
İstanbul Barosu, bu yasakları Anayasa ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına açık bir ihlal olarak niteledi. Baro, “toplantı ve gösteri yürüyüşleri hakkı” ile “mekan seçme özgürlüğünün” kategorik olarak yasaklanmasının anayasal hakların çiğnenmesi anlamına geldiğini vurguladı. Baro, ayrıca kadına yönelik şiddetle mücadelede yıllardır süregelen etkisiz politikaların, uygulamada kadınların adalete erişimini zora sokan bir sistemin varlığına işaret etti. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmenin şiddeti artırdığı ve mevcut düzenlemelerin kadın cinayetlerini önlemede yetersiz kaldığı da açıklamada ifade edildi
Yasaklara Karşı Direniş ve Polis Müdahalesi
Kadın dernekleri ve hak savunucuları, yasak kararına karşı sokaklara çıkma çağrısında bulunarak “Kadına yönelik şiddete karşı sessiz kalmayacağız” dedi. Ancak polis, göstericilere sert müdahalede bulunarak birçok kadını gözaltına aldı ve basın mensuplarına yönelik engellemeler uyguladı. Polis ablukasının sokaklarda oluşturduğu görüntüler, kadınların kamusal alan kullanımının dahi engellenmeye çalışıldığına dair eleştirileri beraberinde getirdi. Bu durum, güvenlik gerekçesiyle alınan önlemlerin, ifade özgürlüğü ve toplanma hakkının ihlali haline dönüşmesinin tehlikeli bir örneği olarak değerlendiriliyor
Bu tür yasaklar, kadın hakları mücadelesinin önündeki sistematik engellerin sadece bir boyutunu ortaya koyuyor. Türkiye’de kadına yönelik şiddet ve cinayetlerin artış gösterdiği bir dönemde, bu yasakların toplumsal cinsiyet eşitsizliğini körüklediği açıktır. Hükümet ve yerel yönetimlerin şiddetle mücadelede etkin adımlar atmaması, yasal düzenlemeleri göstermelik birer enstrümana dönüştürüyor. Bu süreçte kadınların dayanışma içinde kamusal alanda haklarını savunma çabalarının engellenmesi, mevcut sorunları daha da derinleştiriyor.
Kadınların mücadele ettiği sorunlar sadece bireysel değil, aynı zamanda toplumsal bir meseledir. Yasaklar yerine, kamusal alanda kadınların güvenli şekilde var olabileceği ortamların sağlanması ve onların sesine kulak verilmesi gerekmektedir. Aksi takdirde bu yasaklar, toplumsal eşitlik ve özgürlük mücadelesine vurulmuş ağır darbeler olarak kalmaya devam edecektir.