Murray Bookchin- Burlington Free Press-1986
İsrail’in, özellikle de Lübnan’ın işgalini planlayan Likud hükümeti yönetimindeki politikası hakkında eleştirilebilecek çok şey var elbette. Ancak yerel basında su yüzüne çıkan İsrail karşıtı duygu seli ve Siyonizm’in Arap karşıtı ırkçılıkla sanal olarak eşitlenmesi beni biraz daha güçlü bir şekilde yanıt vermeye sevk ediyor.
Yıllar boyunca İsrail ya da Filistin’in İsviçre benzeri bir Yahudi ve Arap konfederasyonuna, her iki halkın da birbirleriyle barış içinde yaşayabileceği ve kültürlerini yaratıcı ve uyumlu bir şekilde geliştirebileceği bir konfederasyona dönüşebileceğini ummuştum.
Trajik bir şekilde bu olmayacaktı. Filistin’i Yahudi ve Arap devletlerine bölen 1947 tarihli Birleşmiş Milletler kararını, ülkenin Arap orduları, özellikle Mısır, Suriye ve yüksek eğitimli Ürdün “Arap Lejyonu” ve diğer Arap ülkeleri tarafından Irak’tan doğrudan veya dolaylı yardımla işgal edilmesi izledi. Bazı durumlarda bu ordular, özellikle de onlara eşlik eden düzensiz Araplar, Yahudi topluluklarına yönelik saldırılarında hiç esir almadılar. Genel olarak, öfkeli ve maliyetli Yahudi direnişiyle durdurulana kadar yollarına çıkan tüm Yahudi yerleşimlerini sistematik olarak yok etmeye çalıştılar.
İstila ve onun yarattığı yok edici mücadele, İsrailli Yahudilerin zihninden silinmesi kolay olmayan korkunç bir korku ve acı örneği oluşturdu. Yeni kurulan İsrail askeri güçleri tarafından durdurulmadan önce Yahudi bağnazlardan oluşan çaresiz ve çılgın bir unsurun aynı şekilde davranması, beyaz teslim bayraklarını kaldırdıktan sonra bile Arap milliyetçiliğinin yiğitleri tarafından katledilen Yahudi kadın ve erkekleri unutmamıza izin vermemeli.
Arapların Filistin’i istilasını lekeleyen ve Yahudilerin “ateşkes görüşmelerinin” değerine ve Arap irredantistlerle barış anlaşmalarının öngörülebilirliğine olan güvenini derinden etkileyen bu korkunç “savaş” modelinden çok az bahsedildiğini gördüm. Aslına bakılırsa, 1948 işgallerinden sonra nihai olarak tesis edilen taksim hatları, deyim yerindeyse “emperyalist” veya “toprak gaspçısı Siyonistlerin” değil, kanlı savaşın -kelimenin tam anlamıyla savaştaki karşılıklı alış-verişin- ürünüydü.
Artık Haganah’ın (bölünme döneminin Yahudi yurttaş milisleri) Arapları kendi mahallelerinde ve kasabalarında kalmaya teşvik etme yönündeki ciddi girişimlerini ve hoparlörlü İsrail araçlarının Yafa sokaklarında dolaştığını da duymuyorum. Örneğin, Arapları, savaş koşullarının ve çatışmanın her iki tarafındaki aşırılıkçıların yarattığı paniğe kapılmamaya çağırıyoruz.
Müslümanlardan Kurtulma Yok
İsrail’de çok sayıda Arap’ın kalması, İsrailli Yahudilerin ülkeyi Müslüman sakinlerinden kurtarmaya çalıştığı yönündeki efsaneyi açıkça çürütüyor. Tamamen göz ardı edilen şey, eğer güneyde Mısır, kuzeyde Suriye ve doğuda Ürdün orduları Filistin’i ele geçirmeye çalışmasaydı, Filistin’de bir Yahudi devletiyle yan yana bir Arap devletinin bulunacağı kesinliğidir. Her ikisi de BM topraklarını kendi emperyalist çıkarları doğrultusunda paylaştırdı ve bu başarısız olduğunda Filistinli mültecileri İsrailliler ve onların batılı destekçileriyle gelecekteki müzakerelerde piyon olarak kullandı.
Ortadan kaldırılması gereken başka bir efsane daha var: Orta Doğu’daki mevcut istikrarsız durumun kaynağının İsrail-Filistin çatışmalarından kaynaklandığı; gerçekten de Yahudiler ile Araplar arasındaki ilişki “Siyonist hırslar” tarafından zehirlenene kadar “kutsal” bir ilişkiydi. Bu düşüncenin beslediği Orta Doğu sorunlarına dair basit imajı bir kenara bırakırsak, geçmişte Yahudi-Arap ilişkilerinin ne ölçüde çarpıtıldığı, tarif edilemez bir boyuta ulaşıyor.
Arapların Yahudilere yönelik zulmünün, Avrupalılara göre daha az soykırıma yol açsa da, Müslüman İspanya ve Osmanlı Türkiyesi hariç, yüzyıllar süren kendine has bir geçmişi olduğunu unutacak mıyız? Yahudilere karşı Arap pogromlarının, İkinci Dünya Savaşı öncesi Filistin’deki Yahudi yerleşimine eşlik ettiğini ve 1920’lerin sonlarında (bir zamanlar İbrani kabile konfederasyonunun merkezi olan) El Halil’deki asırlık Yahudi cemaatinin yok edilmesiyle sonuçlandığını mı? 1930’lardaki Kudüs Baş Müftüsü’nün (iki kuşak önceki Yasar Arafat’ın öncüsü) açık bir Hitler hayranı olduğunu ve İkinci Dünya Savaşı’na kadar Filistinli Yahudilerin yok edilmesi için bir “kutsal savaş” çağrısında bulunduğunu mu? Ürdün’ün “Arap Lejyonu”nun 1948’de Kudüs’ün eski Yahudi mahallesini sistematik olarak yerle bir ettiğini ve atları Herod Tapınağı’nın Batı Duvarı’nı ahırlaştırarak dünya Yahudiliğinin en kutsal yerini kirlettiğini mi?
Suriye’nin sözde “cumhurbaşkanı” (Suriye “seçmenlerinin” yüzde 99,97’sinin “çoğunluğu” tarafından seçilen) General Hafız Esad’ın Şubat 1982’de Hama’da 6.000 ila 10.000 arasında insanı katlettiğini unutacak mıyız? Ülke liderliğine meydan mı okuyor?
Suriye’nin İşkenceleri Protesto Fırtınasına Yol Açmadı
İnsan, Uluslararası Af Örgütü’nün 1983’te “Suriye güvenlik güçlerinin işkence ve siyasi cinayetler de dâhil olmak üzere sistematik insan hakları ihlalleri uyguladığını ve ülkenin olağanüstü hal yasaları kapsamında cezasız bir şekilde faaliyet gösterdiğini” ilan ettiğinde neden hiçbir protesto fırtınasının yaşanmadığını merak ediyor? Neden Suriye emperyalizmi, özellikle de Esad’ın Lübnan ve Filistin’i, dilerseniz İsrail de dahil olmak üzere, bir Suriye İmparatorluğu’na dahil etme fantezisi konusunda hiçbir endişe yok – Orta Doğu’daki her objektif uzmanın, Haham Kahane’nin çılgın versiyonunun Esad’ın Arapça versiyonu olduğunu bildiği bir hedef. İsrail’deki ve yurtdışındaki sorumlu Yahudi ve Siyonist örgütler tarafından şiddetle kınanan bir kavram olan “Büyük İsrail” mi?
Miriam Ward’ın 27 Nisan tarihli Vermont Perspektifi’ndeki sözlerini kullanacak olursak, Ortadoğu’nun “temel sorunu” Filistin topraklarının İsrail tarafından müsaderesi ise, İsrail ve Yahudi nüfusu sihirli bir şekilde Orta Doğu’dan kaybolsaydı tüm bölge nasıl görünürdü? Sahne? Suriye bugün olduğundan daha az polis devleti mi olacak ve ülkenin Sünni Müslüman çoğunluğu, ülkedeki Alevi Müslüman azınlık adına konuşma eğiliminde olan General Esad tarafından daha az baskı altında tutulduğunu, sömürüldüğünü ve manipüle edildiğini mi hissedecek?
Suudi prensler ülkelerinin zenginliğinin çoğunu limuzinlere, saraylara, mücevherlere ve yurtdışındaki gayrimenkullere israf etmeyi bırakacak mı, kendi ülkelerindeki halkına bir nebze olsun özgürlük getirebilecek mi? İnanılmaz bir sefaletin ortasında cömert bir zenginlik içinde yaşayan Mısırlı toprak sahipleri, topraklarının bir kısmını aç Mısırlı köylülüğe iade edebilir mi? Irak, Kürt halkını yalnızca en sesini çıkaran ve isyankâr azınlıklardan söz etme özgürlüğüne kavuşturacak mı, yoksa onların gerçek anlamda eşit özerklik taleplerini karşılayabilecek mi?
Son birkaç yılda bir milyon kişinin hayatına mal olan Irak-İran savaşı sona erecek mi? Albay Kaddafi, birçok komşusunun topraklarını kemirmeye çalışan caka satarak çalışan bir militarist olmaktan vazgeçebilecek mi? Ana hedefi her türlü moderniteye ve batı kültürüne karşı olan Humeyni ve Müslüman köktenciliği, İran’ın günümüz teokratik rejimini eleştirenlere özgürlük ve kadınlara eşitlik verebilir mi?
İsrail’e yönelik pek çok ısrarlı saldırının bu kadar rahatsız edici yanı, Filistin halkının gerçekte “temel sorununun” ne olduğunu tamamen gizlemeye yardımcı olmalarıdır. Bu terkedilmiş halk, Arap devletleri tarafından hem kendi topraklarında hem de Ortadoğu’da derin ekonomik, sosyal ve kültürel sorunları gizlemek için en vicdansız şekilde kullanılıyor. İsrailliler ve Filistinliler arasındaki farklılıkların, her iki halkın da geçmişte olup bitenlere ilişkin korkularını giderecek bir güvenlik duygusuyla yaşayabileceği ve birbirleriyle ‘yapıcı bir uyum’ sağlayabilecekleri şekilde adil bir şekilde çözülmesi gerektiğini söylemeye gerek yok.
İki Halkın da Ortak Çıkarları Var
Bu çözümün ne olacağından emin değilim. Ancak bu, yelpazenin bir ucunda iki halk arasında bir anlaşmaya varmaya çalışan bağımsız fikirli Arap belediye başkanlarına veya diğer ucunda Haham Kahane gibi kaçmaya çalışan çılgınlara karşı FKÖ bağlantılı terör eylemleriyle kesinlikle başarılmayacak.
Ancak böyle bir çözüm ne kadar önemli olursa olsun, Ortadoğu’nun alaycı politikacıları, toprak sahipleri, petrol baronları, askeri cuntaları, fanatik din adamları ve emperyalist yağmacılar tarafından somutlaştırılan gerçek “temel sorununu” trajik sorunların karmaşasına gömmemeliyiz. İsrailliler ile Filistinliler arasında ortaya çıktı.
Bu arka plan göz önüne alındığında, her iki halkın da farklılıklarından ziyade ortak çıkarlarının olduğunu hatırlamak akıllıca olacaktır. Latin Amerika’daki askeri cuntalara haklı bir tavırla yaklaşanların, Albay Kaddafi’den General Esad’a kadar Orta Doğu’da tam bir paralellik ile karşı karşıya olduklarını kendilerine hatırlatmaları, siyasi bağımsızlığın muhteşem bir örneği olacaktır.
Not: Orijinal Yazıda Olmayan ara başlıkları okunma kolaylığı nedeni ile biz koyduk. (Eko Anarşizm)
Not: Bu yazı Bookchin’in Özgürlüğün Ekolojisinde ortaya koyduğu Anarşist Duyarlılıktan oldukça uzak ve İsrail kayırmacılığı yapması ile onun adına bir skandaldı. Bookchin’ci Anarko Koüministler bile bu berbat, İsrailin soykırımcı sömürgeciliğini meşrulaştıran bu fikirlerden uzak. Boockhi’nin anısına ve ekoloji düşüncesşne kazandırdıklarına saygı duysak da yazık ki bu skandal yazıdaki fikirlere katılmıyoruz. Bu yazıdaki düşünsel hatalara katılmasak da bu ihtiyar devrimciye saygımızda sevgimizde hala güçlü. Bu yazıdaki hataları onun değerini asla gölgelemez. Elbette eleştiriler yapılacaktır, yapılmalıdır da tıpkı ekoloji konusunda onu eleştiren bir çok Anarşist olması gibi ama hiç biri bu anarşist komünist çınarın hakkını yemeden yaptı. Biz de onun hakkını yemiyoruz ama diğer bir çok konuda olduğu gibi bu yazısında da katılmadığımız çok şey var ama İsrail kötü de diğer ortadoğu diktatörlükleri iyimi diye soran bu yazıya tam da buna tüm kalbimizle inandığımız dahası Anarşist çok sesliliğe olan inancımız nedeni bu ulu çınarın bu yazısını koyduk. Bukçinin ekoloji konusundaki düşüncelerine dönük eleştirilere de onun bu alandaki son derece kıymetli yazılarına da yer vereceğiz. Bu notu düştük çünkü yazıda ki İsrail kayırmacılığına dönük eleştiriler ile onu, anarşist düşünceyi harcamaya kalkacak kimi karalamalara (ki bunun bir örneğini de yayınlayacağız) elbette onla hemfikir değiliz ama bu çınarı da yedirtmeyiz demek için. İyi okumalar.