2023 Eylül ayında Kırklareli’nin İğneada bölgesinde meydana gelen sel felaketi, altı kişinin yaşamını yitirmesiyle sonuçlandı ve geride büyük bir toplumsal travma bıraktı. Sisli Vadi olarak bilinen turistik tesiste gerçekleşen bu olay, sadece doğal bir felaketin değil, aynı zamanda insan ihmali ve adaletsizliklerin bir araya geldiği bir trajediyi gözler önüne serdi. Şu anda devam eden yargı sürecinde ise aileler, adaletin yerini bulması için yoğun bir çaba sarf ediyor. Ancak bu trajedinin ardında yatan asıl mesele, devletin mülkiyet ilişkileri ve iktidar ile sermaye sahipleri arasındaki kirli işbirliğinden başka bir şey değil.
Selin Gerçek Yüzü: Kaçak Tesisler ve İhmaller Zinciri
Sisli Vadi’de meydana gelen sel felaketinde yaşamını yitiren altı kişi, doğrudan devletin ve yerel yönetimlerin göz yummasıyla büyüyen ihmaller zincirinin kurbanları oldu. Tesisi işleten iş insanı Bülent Bayrak, kaçak bir yapı inşa ederek bölgenin doğal yapısını bozmuş, ruhsatsız bir şekilde faaliyet göstermişti. Daha da kötüsü, bu kaçak yapılaşma Kırklareli Valiliği’nin bilgisi dahilindeydi ve uzun yıllar boyunca herhangi bir denetime tabi tutulmadı. Bu durumda Bayrak, yalnızca bireysel bir sorumlu olarak değil, devletin denetimsizliğinin ve yerel yöneticilerle kurduğu yakın ilişkilerin yarattığı bir sistemin temsilcisi olarak karşımıza çıkıyor.
Mahkemeye sunulan savcı mütalaasında, sel felaketinde hayatını kaybedenlerin, bungalov evlerin dere yatağına inşa edilmesi ve herhangi bir mühendislik çalışması yapılmaması nedeniyle sulara kapıldığı belirtiliyor. Bu durum, bir doğa olayının değil, öngörülebilir ve önlenebilir bir felaketin yaşandığını gösteriyor. Ancak bu gerçeklere rağmen, soruşturmanın başlangıcında devlet yetkilileri ve kamu görevlileri, felaketi “taksirle ölüme sebebiyet verme” gibi daha hafif suçlarla örtbas etmeye çalıştı.
Adaletin Tıkanan Yolları: Devlet ve İktidarın Oynadığı Oyunlar
Bu olay, Türkiye’de sıkça karşılaşılan devlet-sermaye ilişkilerinin bir yansımasıdır. Tesis sahibi Bülent Bayrak’ın Kırklareli Valiliği ve adliye ile kurduğu yakın ilişki, yalnızca kaçak yapılaşmayı mümkün kılmamış, aynı zamanda yargı sürecinin de manipüle edilmesine neden olmuştur. Valilik ve adli makamların, Bayrak’ın sahibi olduğu tesiste piknik düzenlemesi, kamu görevlilerinin sermaye sahipleriyle iç içe geçmiş olduğunu ve halkın çıkarlarını değil, sermayenin çıkarlarını koruduklarını göstermektedir. Olayın ardından ailelerin yaşadığı “sinir harbi”, adaletin yavaş işlemesinin ve devletin adaletsizliği örtbas etmeye yönelik girişimlerinin bir sonucu.
Devlet, bu tür olaylarda genellikle “kurtarıcı” rolüyle sahneye çıkarken, aslında sorunların kaynağını oluşturuyor. Kaçak tesislerin inşa edilmesine göz yuman kamu görevlileri, felaketin sorumlusu olmasına rağmen, adalet mekanizmasını kontrol altına alarak sürecin yavaşlamasını sağlıyor. Dönemin Kırklareli Valisi Osman Bilgin ve ardından gelen Vali Birol Ekici’nin görevden alınması, aslında bir cezalandırma değil, yalnızca halkın tepkilerini yatıştırmak için yapılan sembolik bir hamledir. Bu kişiler, görevlerinden alınsalar da devletin içindeki korumacı yapının bir parçası olarak başka yerlere atandılar.
Savcı Mütalaası ve Yeni Bir Umut
Ancak tüm bu olumsuzlukların ardından, aileler için küçük de olsa bir umut ışığı belirdi. Savcı Uğur Öztürk tarafından hazırlanan yeni mütalaada, sanıkların “olası kastla ölüme sebebiyet verme” suçlamasıyla yargılanması gerektiği belirtildi. Bu suçlama, olayın ciddiyetini ve ihmaller zincirinin büyüklüğünü daha net bir şekilde ortaya koyuyor. Savcı Öztürk, tesisin bulunduğu alanın doğal felaketlere açık olduğunu ve daha önce de sel felaketlerinin yaşandığını belirterek, bu durumun öngörülebilir olduğunu vurguladı. Bu noktada, Bayrak’ın ve diğer sorumluların yalnızca ihmalkar davranmadıkları, aynı zamanda felaketin gerçekleşme olasılığını bilerek harekete geçtikleri iddiası oldukça önemlidir.
Bu gelişme, ailelerin yıllardır beklediği adaletin belki de ilk adımı olabilir. Ancak burada asıl soru, yargı mekanizmasının bu süreci gerçekten adil bir şekilde yürütebilecek kapasiteye sahip olup olmadığıdır. Yargılamayı yürüten hakim ve savcıların, sanıklarla olan ilişkileri göz önüne alındığında, adaletin tam olarak yerine getirilmesi konusunda şüphe duyuluyor. Mahkeme başkanı Hüseyin Gedik’in daha önce kaçak tesiste piknik yaptığı bilinirken, bu davada tarafsız bir tutum sergilemesi mümkün müdür?
Sistematik Bir İhmaller Zinciri
İğneada’daki sel felaketi, yalnızca bir doğa olayı değil, aynı zamanda devletin, sermaye sahiplerinin çıkarlarını korumak için nasıl hareket ettiğini gözler önüne seren bir örnektir. Kaçak yapılaşmaya göz yuman valilik, adli makamlarla içli dışlı olan mülk sahipleri ve adaletin tıkanmasına neden olan bürokratik süreçler, bu trajedinin gerçek sorumlularıdır. Bu olayda yaşananlar, Türkiye’deki mülkiyet ve iktidar ilişkilerinin nasıl işlediğini anlamak açısından son derece önemlidir.
Adaletin tam anlamıyla yerine getirilip getirilmeyeceği hala belirsiz. Ancak bu davanın sonunda ne olursa olsun, İğneada’da yaşananlar, devletin denetimden uzak işleyişi ve adaletin sermaye karşısında nasıl zayıf kaldığını bir kez daha göstermiştir. Sistemin kendisi, halkı koruma iddiasına rağmen, aslında halkın yaşam hakkını dahi tehlikeye atabilecek bir yapıdadır. Aileler, hak ettikleri adaleti aramaya devam ederken, bu olayın arkasındaki daha derin sorunlar çözülmeden benzer trajedilerin önlenmesi zor görünüyor.