Son zamanlarda dikkatimi çeken bir mesele var: ülkeyi yönetenlerin, kontrolü kaybetmemek için yeni yollar denediği söyleniyor. “Havuç ve sopa” politikasından bahsediliyor mesela; bir yandan uzlaşı çağrısı yapılırken, diğer yandan tehditler savruluyor.
Peki bu çelişki aslında ne anlama geliyor?
Bir tarafınız “Hükümet zaten yönetemiyor” diyor olabilir, ama tam da bu yüzden tehditler ve uzlaşı çağrıları bir arada yapılıyor. “Ya uzlaşırsınız ya da her şey daha da zorlaşır” mesajı veriliyor. Bu, hem içeride hem de dışarıda şekillenen çıkar oyunlarının bir parçası. Ama asıl soru şu:
Tüm bunlar ne kadar kapsamılı bir planın parçası ve bizi nereye götürecek?
Değişim, hayatın doğal bir parçası. Ancak bu gerçeklik, “Kader planı” gibi söylemlerle perde arkasına itilmeye çalışılıyor. Halkın mevcut politikalara rıza göstermesi için kullanılan bu söylemler, AKP döneminde daha da yaygınlaştı.
Ancak unutmayalım ki bu, yeni bir durum değil. Geçmişte de devletin öncelikli hedefi hep aynıydı: Sistemi korumak.
Bugün ışçi sınıfı ve emekçiler üzerindeki baskılar çok daha yoğun hissediliyor.
Sermaye yanlısı politikalar halkın günlük hayatını daha da zorlaştırıyor. Ancak öte yandan, bu durum sermayeye karşı etkili bir direniş gelişmesini de zorlaştırıyor.
Hareketlerin dağınıklığı ve örgütsüzlüğü, sistemi koruyanlar için büyük bir avantaj. Sadece Türkiye’de değil; ABD’den Almanya’ya, Fransa’ya kadar pek çok ülkede tablo aynı.
Şimdi ne yapacağımızı konuşalım.
Yoksulluk, barınma, işsizlik gibi güncel meseleleri merkez alan bir hareket inşa etmek, önemli bir adım. Toplumun temel sorunlarına odaklanan, dayanışma esaslı bir mücadele çizgisi oluşturmak gerekiyor. Bunun için tarihsel örneklerden ilham alabiliriz.
Birlikte hareket etmeden, değişim kendiliğinden gelmez.
Haydi, bu çelişkileri tartışmak yerine harekete geçelim!
Her adımımız, daha özgür ve eşit bir geleceğin temelini atabilir.