Geçen hafta kültürel değerleri koruma konusuna, sağlık sistemi bağlamında girmiş ve Heybeliada Sanatoryumuna odaklanmıştım. Bugün de değer korumayı endüstri mirası kapsamında Haydarpaşa ve Sirkeci Garları üzerinden ele alacağım.
Yazının görselinde de göreceğiniz üzere, bugün Haydarpaşa Dayanışması’nın “Sermayenin Talanına Karşı Haydarpaşa Gara Yürüyoruz” çağrılı bir eylemi var. Antakya’da olduğum için katılamayacağım bu eyleme katkı olması amacıyla bu yazıyı kaleme alırken Dayanışma’nın 6 Kasım 2024 tarihli basın açıklamasına da değineceğim.
Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi’nde gerçekleştirilen açıklamada geçen şu ifadeler bu yazının da mesele edeceği şeyler: “…Kültür ve Turizm Bakanlığına tekrar ve önemle hatırlatıyoruz. Haydarpaşa ve Sirkeci Garları dünyada iki kıtayı demir yolları ile birleştiren ve bir başka örneği bulunmayan gerek uluslararası gerekse ulusal koruma otoriteleri tarafından dünyanın ‘yaşayan endüstri mirası’ olarak kabul edilmiştir. Bu ‘yaşayan’ endüstriyel mirasının sermayeye peşkeş çekilerek öldürülmesine asla geçit vermeyeceğiz”.
Şöyle başlayalım; miraslaştırma pratiği, yani bir şeyi miras olarak kabul etme, esasen bir değer üretimi. Nasıl mekân bir politik inşa ise, miras üretimi de aynı şekilde bir politik inşa. Kim için, nasıl, neden yapıldığı, neye yaradığı tartışmaya açık. Endüstri mirası ise, sanayiden arta kalana değer atama yolu.
Oysa ki her şeyin zaten en temelinde bir kullanım değeri var. Kullanım yoluyla biriken yaşanmışlığı mevcut. Bu yaşanmışlığı sağlayan insanları, hayvanları vb. var. İçinde, etrafında oluşan bir habitat, canlı sistem var. Burada, buraya ait bir kültür oluşuyor.
Sanayi yapılarının da bir kullanım değeri var. Örneğimiz her iki garın da kullanımından oluşan bir kültürü var. Sadece garlar ile de sınırlı değil, etrafındaki ve onlara bağlanan hatlar ile birlikte geniş bir coğrafyada yeşermiş bir kültürden söz ediyoruz.
Endüstri kültürü demiryolculuk birikimi ile de sınırlı değil. Garların kamusal kullanımından kaynaklı, yıllara dayalı yaşamlarla oluşan kültürel-sanatsal değere sahip.
Alan ayrıca 2005’ten bu yana, kendi ürettiği değerlerini yaşatma mücadelesinin de öznesi. Yani bir demokratik hak mücadelesi değeri de taşıyor. Demiryolu işçilerinin, kent emekçilerinin savunduğu bir kent hakkı sahası olması nedeniyle sınıfsal da.
Öte yandan garlar yıllardır kullanım değerini yok edecek muamelelere maruz kalıyor. Alandaki arkeolojik buluntularla oluşan katmanlı değer; kamuoyuna gizli, tartışmaya kapalı yollarla miraslaştırılıyor.
İlgili basın açıklamasında geçtiği gibi, aslında burada yaşayan endüstri mirası öldürülmüyor. Değerler daha baştan miraslaştırılarak resmi miras söylemine havale ediliyor. Ardından bu söylemin gereği olarak salt yapı ölçeğinde kültürel değer ele alınıyor. Çünkü resmi miras pratiği yapılı çevreye odaklı. Böylelikle alandaki endüstriyel kültürün el değiştirmesi için hayli elverişli bir zemin kuruluyor. Kimin lehine değişim değeri ataması yapılıyor derseniz; yanıtı sürpriz değil, kültür endüstrisi yoluyla sermaye birikiminin.
Böylelikle mevcut kentleşme-koruma politikası eliyle; kamusal alan, kamu yararı kavramı biçim değiştiriyor. Alanın süregiden kullanım değeri olan demiryolu taşımacılığı aracı trenlerin, artık sınırlı bir şekilde kullanımına rıza üretiliyor. Kalan trenler de zamanla nostaljik bir unsura dönüşerek daha da metalaşacak ve bu şekilde parayla satın alınacak bir arzu nesnesi üretilecek.
Şimdi de burada üretilen yeni projeye bakalım. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yürütülen “Boğazın Birleştirici Gücü Gar-Kültür Sanat Projesi”, alanı markalaştırmaya çalışırken, birbiriyle çelişen (oksimoron) iki ifade kullanıyor; “birleştirici güç” ve “gar-kültür sanat projesi”.
Buradaki “birleştirici güç” sermaye ve iktidarı birleştirirken, burayı var eden emekçileri, yaşayan halkı dağıtıcı/yıkıcı/bozucu bir güç oluyor. Yıkıcı-yaratıcı tasarım iş başında, yeni arzu ve rıza coğrafyası üretiyor. Rayları ve tren sayısı azalan, çalışanlarının yerinden edildiği, lojmanlarından çıkarıldığı bir alan tasarlanıyor.
Toparlarsak, Çiğdem Toker’in ifadesiyle; “Haydarpaşa ve Sirkeci garları, bir bakanlığın o bakanlığa hizmet veren dar bir kişi ve şirket grubunun keyfine bırakılamayacak kadar, köklü ve ortak bir kamusal kültürel değer. O iki garda herkesin ama herkesin hakkı var. Ulaşım hizmeti fonksiyonuyla bilinen iki büyük garı, kültür sanat diktesiyle, tepeden inmeciliğiyle işlevsizleştiremezsiniz. Kamusallığın en birincil anlamı, yönetimlerin herkesin hakkını hukuku gözeterek hizmet sunması, kaynakları buna göre seferber etmesidir.”
Gar-kültür sanat projesi, alanı var eden kültürel-sanatsal değerlerin üstünü çizip yeni bir değer ataması yaparak alanı kültür piyasasına açıyor. Alandaki değerleri üreten ve savunan emekçilerin topluma aktardığı miras, aynı zamda demokrasi değeridir. İlgili basın açıklamasında geçtiği gibi; “Kent, toplum ve çevre için Haydarpaşa Dayanışması olarak, gerek hukuksal alanda, gerekse 19 yıldır durmaksızın sürdürdüğümüz Pazar nöbetleri ile, 2005 yılından bu yana yaşayan endüstriyel kültür varlığımız olan Haydarpaşa Garı’nın ‘kültürel ve kamusal kimliğini’ korumak için mücadele ediyoruz.”
Bu mücadeleyi görmezden gelen her türlü faaliyet bir kent suçudur. Bakanlığın projesini meşrulaştıracak her bir birey de kent suçu faili olacaktır. Eğer kamusal alanlarda özgürce bir arada yaşamak istiyorsak suçu topluma yayan, arzu ve rıza üreten bu sisteme karşı-hegemonya kuracak yolları inşa etmemiz lehimize görünüyor.
Bu çerçevede daha da önce de işaret ettiğim “eleştirel miras çalışmaları” (critical heritage studies) ile “Yerelde katılımcı, şeffaf, adil, hesap verebilir bir kültür-sanat alanı ve katılımcı bir kültür sanat ortamı için yeni bir çerçeve” üzerine Müşterek Kültür kampanyası yürüten “Buradan Nereye Forumları” ufuk açıyor.
Kaynak: Evrensel