Michael Löwy -Çeviren: Gencer Çakır
30 Ağustos 2024 –Artı Gerçek
I.
Son birkaç yıldır, ekososyalizm ve küçülme giderek daha fazla bir araya geliyor: Her iki taraf da diğerinin argümanlarını sahipleniyor ve “ekososyalist küçülme” önerisi ortak bir zemin olarak benimsenmeye başladı
Ekolojik kriz hâlihazırda yirmi birinci yüzyılın en önemli sosyal ve siyasi sorunudur ve önümüzdeki aylarda ve yıllarda daha da önemli hale gelecektir. Gezegenin ve dolayısıyla insanlığın geleceği önümüzdeki on yıllarda belirlenecek. Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin açıkladığı üzere, ortalama küresel sıcaklığın sanayi öncesi dönemi 1.5°C aşması durumunda, geri dönüşü olmayan, yıkıcı bir iklim değişikliği sürecinin başlama riski bulunmaktadır.
Bunun sonuçları ne olabilir? Sadece birkaç örnek: ormanların çoğunu yok eden mega yangınların çoğalması; nehirlerin yok olması ve yeraltı su rezervlerinin tükenmesi; artan kuraklık ve toprakların çölleşmesi; kutuplardaki buzların erimesi, yer değiştirmesi ve deniz seviyesinin yükselmesi insan uygarlığının büyük şehirlerinin (Hong Kong, Kalküta, Venedik, Amsterdam, Şangay, Londra, New York, Rio de Janeiro) sular altında kalmasına yol açacaktır. Bu olaylardan bazıları hâlihazırda gerçekleşmektedir: kuraklık Afrika ve Asya’da milyonlarca insanı açlıkla tehdit etmektedir; artan yaz sıcaklıkları gezegenin bazı bölgelerinde dayanılmaz seviyelere ulaşmıştır; ormanlar giderek uzayan yangın mevsimlerinde her yerde yanmaktadır; örnekleri çoğaltmak mümkündür.
Bir anlamda felaket çoktan başladı ama önümüzdeki birkaç on yıl içinde, 2100’den çok önce, çok daha kötü bir hal alacak. Sıcaklık ne kadar yükselebilir? Hangi sıcaklıkta bu gezegendeki insan yaşamı tehdit altında olacak? Bu sorulara kimsenin bir cevabı yok. Bunlar insanlık tarihinde emsali olmayan dramatik risklerdir. İklim değişikliği nedeniyle gelecekte gerçekleşebileceklere benzer iklim koşullarını bulmak için milyonlarca yıl öncesine, Pliyosen Dönemi’ne geri dönmek gerekir.
II.
“Birleşmiş Milletlerce yapılan düzinelerce İklim Değişikliği COP Konferansının süreci durdurmak için gerekli asgari önlemleri almakta tamamen başarısız olması, mevcut sistemin sınırları içinde krize bir çözüm bulunmasının imkânsızlığını gösteriyor.”
Bu durumun sorumlusu nedir? Bilim insanlarının cevabı, insan eylemidir. Cevap doğru, ancak biraz kısa: İnsanoğlu yüz binlerce yıl öncesinden beri yeryüzünde yaşıyor, ancak atmosferdeki karbondioksit yoğunluğu ancak Sanayi Devrimi’nden sonra birikmeye başladı ve ancak 1945’ten bu yana yaşam için tehlikeli olmaya başladı. Marksistler olarak bizim cevabımız, suçlunun kapitalist sistem olduğudur. Sonsuz genişleme ve birikimin saçma ve irrasyonel mantığı, üretimcilik ve ne pahasına olursa olsun kâr arayışı saplantısı, insanlığı uçurumun eşiğine getirmekten sorumludur.
Kapitalist sistemin yaklaşan felaketten sorumlu olduğu yaygın bir şekilde kabul edilmektedir. Papa Francis, Laudato Si adlı ansiklopedisinde, “kapitalizm” kelimesini kullanmadan, hem sosyal adaletsizliğin hem de ortak evimiz olan doğanın tahrip edilmesinin sorumlusu olarak, yalnızca “kâr maksimizasyonu ilkesine” dayanan, yapısal olarak sapkın bir ticari ve mülkiyet ilişkileri sistemine karşı çıkmıştır. Tüm dünyada çevre gösterilerinde evrensel olarak atılan bir slogan: “İklim Değişikliği Değil Sistem Değişikliği!”
Bu sistemin başlıca temsilcileri olan ve her zamanki gibi iş yapmayı savunan milyarderler, bankacılar, sözde uzmanlar, oligarklar ve politikacıların sergilediği tutum, XV. Louis’ye atfedilen şu sözle özetlenebilir: “Benden sonra tufan.” Birleşmiş Milletlerce yapılan düzinelerce İklim Değişikliği COP Konferansının süreci durdurmak için gerekli asgari önlemleri almakta tamamen başarısız olması, mevcut sistemin sınırları içinde krize bir çözüm bulunmasının imkânsızlığını gösteriyor.
III.
“Yeşil kapitalizm” bir çözüm olabilir mi? Kapitalist işletmeler ve hükümetler “sürdürülebilir enerjilerin” (kâr amaçlı) geliştirilmesiyle ilgileniyor olabilirler, ancak sistem son üç yüzyıldır fosil yakıtlara (kömür, petrol ve gaz) bağımlıdır ve bunlardan vazgeçmeye istekli olduğuna dair hiçbir işaret göstermemektedir. Kapitalizm büyüme, genişleme, sermaye, meta ve kâr birikimi olmadan var olamaz ve bu büyüme fosil yakıtların uzun süreli kullanımı olmadan devam edemez.
“Karbon piyasaları”, “telafi mekanizmaları” ve sözde “sürdürülebilir piyasa ekonomisinin” diğer manipülasyonları gibi yeşil kapitalist göstermelik çözümlerin hiçbir işe yaramadığı kanıtlanmıştır. “Yeşillendirme” devam ederken, karbondioksit emisyonları hızla artıyor ve felaket giderek yaklaşıyor. Tamamen üretimciliğe, tüketimciliğe ve pazar payı için acımasız mücadeleye adanmış bir sistem olan kapitalizm çerçevesinde ekolojik krize bir çözüm yoktur. Özünde sapkın olan mantığı kaçınılmaz olarak ekolojik dengenin bozulmasına ve ekosistemlerin yok olmasına yol açmaktadır. Greta Thunberg’in ifade ettiği gibi, “mevcut ekonomik sistem çerçevesinde ekolojik krizi çözmek matematiksel olarak imkânsızdır.”
Sovyet deneyimi de, erdemleri ya da eksiklikleri ne olursa olsun, tıpkı Batı’da olduğu gibi, aynı fosil kaynaklara dayalı büyüme mantığını benimsiyordu. Geçen yüzyıl boyunca solun büyük bir kısmı “üretici güçleri geliştirmek” adına büyüme ideolojisini paylaştı. Ekolojik krizi görmezden gelen üretimci bir sosyalizm yirmi birinci yüzyılın zorluklarına cevap veremez.
IV.
Son birkaç on yılda ortaya çıkan küçülme (degrowth) düşüncesi ve hareketi, sınırlı bir gezegende sınırsız bir “büyüme” mitine karşı çıkarak radikal bir ekolojiye büyük katkıda bulunmuştur. Ancak küçülme kendi başına alternatif bir ekonomik ve sosyal perspektif değildir: Mevcut sistemin yerini ne tür bir toplumun alacağını tanımlamaz. Bazı küçülme savunucuları kapitalizm konusunu görmezden gelerek sadece üretimcilik ve tüketimciliğe odaklanmakta ve suçluyu “Batı”, “Aydınlanma” ya da “Prometheanizm” olarak tanımlamaktadır. Büyüme-karşıtı (antigrowth) hareketin solunu temsil eden diğerleri ise krizin sorumlusu olarak açıkça kapitalist sistemi göstermekte ve “kapitalist küçülmenin” imkânsızlığını kabul etmektedir.
Son birkaç yıldır, ekososyalizm ve küçülme giderek daha fazla bir araya geliyor: Her iki taraf da diğerinin argümanlarını sahipleniyor ve “ekososyalist küçülme” önerisi ortak bir zemin olarak benimsenmeye başladı.
Ekososyalist küçülme, üretim ve tüketimin önemli ölçüde azaltılması ihtiyacını içerir, ancak kendisini bu olumsuz boyutla sınırlamaz.
V.
Ekososyalistler küçülme hareketinden çok şey öğrendiler. Bu nedenle ekososyalizm, yeni bir sosyalist ekolojik topluma geçiş sürecinde küçülme ihtiyacını giderek daha fazla benimsemektedir. Bunun bariz nedenlerinden biri, rüzgâr ve güneş gibi yenilenebilir enerjilerin çoğunun (a) sınırsız ölçekte mevcut olmayan hammaddelere ihtiyaç duyması ve (b) iklim koşullarına (rüzgâr, güneş) bağlı olarak değişken olmasıdır. Bu nedenle bunlar fosil enerjinin yerini tamamen alamazlar. Bu yüzden enerji tüketiminin önemli ölçüde azaltılması kaçınılmazdır. Ancak konunun daha genel bir niteliği var: Çoğu malın üretimi, (a) giderek daha sınırlı hale gelen ve/veya (b) çıkarılma sürecinde ciddi ekolojik sorunlar yaratan hammaddelerin çıkarılmasına dayanmaktadır. Tüm bu unsurlar küçülme ihtiyacına işaret etmektedir.
Ekososyalist küçülme, üretim ve tüketimin önemli ölçüde azaltılması ihtiyacını içerir, ancak kendisini bu olumsuz boyutla sınırlamaz. Demokratik planlamaya, öz-yönetime, meta yerine kullanım değeri üretimine, temel hizmetlerin ücretsiz sunulmasına, ayrıca insan arzu ve kapasitelerinin gelişimi için serbest zamana dayalı sosyalist bir toplumun, diğer bir değişle sömürünün, sınıf tahakkümünün, ataerkilliğin ve her türlü sosyal dışlamanın olmadığı bir toplumun pozitif programını içerir.
VI.
Ekososyalist küçülme, üretim ve tüketimde bir azalma olarak salt niceliksel bir küçülme anlayışına sahip değildir. Niteliksel ayrımlar önermektedir. Fosil enerjiler, böcek ilaçları, nükleer denizaltılar ve reklamcılık gibi alanlarda üretim sadece azaltılmamalı, bastırılmalıdır. Özel arabalar, et ve uçaklar gibi diğerleri önemli ölçüde azaltılmalıdır. Organik gıda, toplu taşıma araçları ve karbon nötr konutlar gibi diğerleri ise geliştirilmelidir. Mesele soyut olarak “aşırı tüketim” değil, göze çarpan satın alma, kitlesel israf, ticari yabancılaşma, saplantılı mal birikimi ve “moda” tarafından dayatılan sözde yeniliklerin zorunlu olarak satın alınmasına dayanan yaygın tüketim biçimidir.
Büyük ölçekte yararsız ve zararlı ürünlerin üretimine dayanan kapitalizmin korkunç kaynak israfına bir son verilmelidir: Silahlanma endüstrisi iyi bir örnektir, ancak kapitalizmde üretilen “malların” büyük bir kısmı, içsel eskimişlikleriyle birlikte, büyük şirketler için kâr yaratmaktan başka bir işe yaramaz. Yeni bir toplum, üretimi, “muazzam” (“biblical”) olarak tanımlanabilecek olanlardan (su, yiyecek, giyecek ve barınma) başlayarak, ama aynı zamanda sağlık, eğitim, ulaşım ve kültür gibi temel hizmetleri de içerecek şekilde otantik ihtiyaçların karşılanmasına yönlendirecektir.
Gerçek ihtiyaçlar yapay, uydurma ve geçici ihtiyaçlardan nasıl ayırt edilir? Bu sonuncular zihinsel manipülasyonla, yani reklamla teşvik edilir. Reklam, kapitalist piyasa ekonomisinin vazgeçilmez bir boyutu olsa da, ekososyalizme geçiş yapan bir toplumda yeri olmayacak, onun yerini tüketici dernekleri tarafından sağlanan mal ve hizmetler hakkında bilgi alacaktır. Gerçek bir ihtiyacı yapay bir ihtiyaçtan ayırmanın ölçütü, reklamların bastırılmasından sonra da devam etmesidir (Coca-Cola!). Elbette eski tüketim alışkanlıkları bir süre daha devam edecektir ve hiç kimse insanlara ihtiyaçlarının ne olduğunu söyleme hakkına sahip değildir. Tüketim kalıplarındaki değişim tarihsel bir süreç olduğu kadar aynı zamanda bir eğitim sorunudur.
Ekososyalist bir küçülme için mücadelede özne kim olabilir? Bir önceki yüzyılın işçici/sanayici dogmatizmi artık geçerli değildir.
VII.
Gezegen ölçeğinde küçülme sürecindeki ana çabayı, Sanayi Devrimi’nden bu yana karbondioksitin tarihsel birikiminden sorumlu olan sanayileşmiş Kuzey ülkeleri (Kuzey Amerika, Avrupa ve Japonya) göstermelidir. Bu ülkeler aynı zamanda, özellikle ayrıcalıklı sınıflar arasında tüketim düzeyinin açıkça sürdürülemez ve savurgan olduğu dünya bölgeleridir.
Temel ihtiyaçların karşılanmaktan çok uzak olduğu Küresel Güney’in “az gelişmiş” ülkeleri (Asya, Afrika ve Latin Amerika) demiryolları, su ve kanalizasyon sistemleri, toplu taşıma ve diğer altyapıların inşasını da içeren bir “kalkınma” sürecine ihtiyaç duyacaktır. Ancak bunun çevre dostu ve yenilenebilir enerjilere dayalı bir üretim sistemiyle gerçekleşmemesi için hiçbir neden yoktur. Bu ülkelerin, aç nüfuslarını doyurmak için, büyük miktarlarda gıda yetiştirmeleri gerekecektir, ancak Vía Campesina ağında dünya çapında örgütlenen köylü hareketlerinin yıllardır savunduğu gibi, bu çok daha iyi bir şekilde aile birimlerine, kooperatiflere veya kolektivist çiftliklere dayanan yerel biyolojik tarımla başarılabilir.
Bu, böcek ilaçlarının, kimyasalların ve genetiği değiştirilmiş organizmaların yoğun kullanımına dayanan sanayileşmiş tarım ticaretinin yıkıcı ve zararlı yöntemlerinin yerini alacaktır. Hâlihazırda Küresel Güney’deki ülkelerin kapitalist ekonomisi, ayrıcalıklı sınıfları için otomobiller, uçaklar ve lüks eşyalar gibi malların ve dünya pazarına ihraç edilen soya fasulyesi, et ve petrol gibi metaların üretimine dayanmaktadır. Ekososyalistlerin savunduğu gibi, Güney’deki bir ekolojik dönüşüm süreci bu tür üretimi azaltacak ya da bastıracak ve bunun yerine gıda egemenliğini ve daha fazla meta yerine her şeyden önce insan emeğine ihtiyaç duyan sağlık ve eğitim gibi temel hizmetlerin geliştirilmesini hedefleyecektir.
VIII.
Ekososyalist bir küçülme için mücadelede özne kim olabilir? Bir önceki yüzyılın işçici/sanayici dogmatizmi artık geçerli değildir. Artık toplumsal-ekolojik çatışmaların ön saflarında yer alan güçler gençler, kadınlar, Yerli halklar ve köylülerdir. Kanada, Amerika Birleşik Devletleri, Latin Amerika, Nijerya ve başka yerlerdeki Yerli toplulukların kapitalist petrol sahalarına, boru hatlarına ve altın madenlerine karşı direnişi iyi belgelenmiştir; bu direniş, kapitalist “ilerlemenin” yıkıcı dinamiklerine ilişkin doğrudan kendi deneyimlerinden ve aynı zamanda maneviyatları ve kültürleri ile “kapitalizmin ruhu” arasındaki çelişkiden kaynaklanmaktadır.
Kadınlar, Yerli direniş hareketinin yanı sıra Thunberg’in eylem çağrısıyla başlayan ve geleceğe yönelik en büyük umut kaynaklarından biri olan müthiş gençlik ayaklanmasında da çok güçlü bir şekilde yer almaktadır. Ekofeministlerin açıkladığı gibi, kadınların eylemlere bu denli yoğun katılımı, sistemin çevreye verdiği zararın ilk kurbanları olmalarından kaynaklanıyor.
Sendikalar da burada ve orada sürece dâhil olmaya başlıyor. Bu önemli, çünkü son tahlilde nüfusun çoğunluğunu oluşturan kent ve kır işçilerinin aktif katılımı olmadan sistemin üstesinden gelemeyiz. Her harekette ilk koşul, ekolojik hedeflerin (kömür madenlerinin, petrol kuyularının, kömürle çalışan elektrik santrallerinin vb. kapatılması) sürece dâhil olan işçiler için istihdam garantisi ile birlikte ele alınmasıdır. Çevre bilincine sahip sendikacılar, ekolojik dönüşüm sürecinde yaratılacak milyonlarca “yeşil iş” olduğunu savunmaktadır.
IX.
“Temiz kapitalizm” konusunda herhangi bir yanılsamaya kapılmadan, zaman kazanmaya çalışmalı ve sera gazı emisyonlarında ciddi bir azalma ile başlayarak bazı temel küçülme önlemlerini iktidara dayatmalıyız”
Ekososyalist küçülme aynı anda hem gelecek için bir proje hem de şimdi ve burada mücadele için bir stratejidir. Koşulların “olgunlaşmasını” beklemek söz konusu değildir. Toplumsal ve ekolojik mücadeleler arasında bir yakınlaşmayı kışkırtmak ve kapitalist “büyümenin” hizmetindeki güçlerin en yıkıcı girişimlerine karşı mücadele etmek gerekir. Yeşil Yeni Düzen gibi öneriler, fosil enerjilerden etkin bir şekilde vazgeçmeyi gerektiren daha radikal biçimleriyle, bu mücadelenin bir parçasıdır; ancak sistemin geri dönüşümüyle sınırlı reformlar için bu geçerli değildir.
“Temiz kapitalizm” konusunda herhangi bir yanılsamaya kapılmadan, zaman kazanmaya çalışmalı ve sera gazı emisyonlarında ciddi bir azalma ile başlayarak bazı temel küçülme önlemlerini iktidara dayatmalıyız. Keystone XL Boru Hattı’nı, kirletici bir altın madenini ve kömürle çalışan bir tesisi durdurma çabaları Naomi Klein tarafından Blockadia olarak adlandırılan daha büyük direniş hareketinin bir parçasıdır. Organik tarım, kooperatif güneş enerjisi ve kaynakların toplum tarafından yönetimi gibi yerel deneyimler de aynı derecede önemlidir.
Küçülmeye ilişkin somut meseleler etrafında verilen bu tür mücadeleler, sadece kısmi zaferler kendi başlarına memnuniyet verici olduğu için değil, aynı zamanda ekolojik ve sosyalist bilincin yükselmesine katkıda bulunurken aşağıdan faaliyet ve öz-örgütlenmeyi teşvik ettikleri için de önemlidir. Bu faktörler, dünyanın radikal bir dönüşümü için, diğer bir değişle, yeni bir topluma ve yeni bir yaşam tarzına Büyük Geçiş için belirleyici ve gerekli ön koşullardır.
________________________________________
Michael Löwy kimdir?
Paris’teki Fransız Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi’nde fahri araştırma direktörüdür. Monthly Review dergisinin Nisan 2022 sayısında Bengi Akbulut, Sabrina Fernandes ve Giorgos Kallis ile birlikte “For an Ecosocialist Degrowth” başlıklı çağrının ortak yazarıdır; ayrıca Ecosocialism: A Radical Alternative to Capitalist Catastrophe (Haymarket Books, 2015) adlı kitabın yazarıdır.
Kaynak: Monthly Review – 2023, Volume 75, Number 03 (July-August 2023).