Türkiye’nin ekonomik gündeminde ağırlaşan enflasyon, gelir dağılımındaki adaletsizlik ve giderek derinleşen borç yükü dikkat çekici bir şekilde öne çıkıyor. CHP Kayseri Milletvekili Aşkın Genç’in açıklamaları, bu ekonomik sıkıntıların halk üzerindeki yıkıcı etkisini gözler önüne seriyor. Genç’in ifadesiyle, “Bu düzenin adı ‘Halka yük, zengine servet’tir.”
Enflasyon Verileri: Resmi ve Bağımsız Veriler Arasındaki Uçurum
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) ve Enflasyon Araştırma Grubu (ENAG) verileri arasındaki fark, enflasyon konusunda bir bilgi karmaşasına neden oluyor. TÜİK verilerine göre, 2024 Eylül ayında enflasyon yüzde 2,97 oranında artarak yıllık yüzde 49,38’e ulaşmış, Ekim ayında ise yüzde 2,88 artışla yıllık yüzde 48,58’e gerilemiştir. Ancak ENAG’ın bağımsız olarak açıkladığı verilere göre, Eylül’de yüzde 5,34, Ekim’de ise yüzde 5,57 oranında artış gözlemlenmiş ve yıllık enflasyon yüzde 89,77’ye yükselmiştir. Bu rakamlar, halkın günlük yaşamında hissettiği enflasyonun resmi istatistiklerin çok ötesinde olduğunu gösteriyor.
Genç’in açıkladığı gibi, TÜİK ile ENAG arasında belirgin bir uçurum mevcut ve bu fark, özellikle sabit gelirliler için hayat pahalılığını daha da ağırlaştırıyor. ENAG verilerinin gösterdiği yüzde 89,77’lik yıllık enflasyon, halkın alım gücünün ne kadar dramatik bir şekilde düştüğünü ortaya koyuyor. Türkiye’de çalışanlar, emekliler ve asgari ücretle geçinen milyonlar, sürekli artan yaşam maliyetleri karşısında zorluk yaşıyor ve maaşları enflasyon karşısında eriyor.
KOBİ’ler ve Tarım Sektörü Borç Batağında
Türkiye ekonomisinin bel kemiği olarak kabul edilen küçük ve orta boy işletmeler (KOBİ’ler) ile tarım sektörü, bankalara olan borç yükü altında eziliyor. Genç’in açıklamalarında belirttiği gibi, KOBİ’lerin toplam kredi borcu 4 trilyon lirayı, tarım sektörünün borçları ise 768 milyar lirayı aşmış durumda. Esnaf ve çiftçiler bu yük altında iflasın eşiğine sürüklenmişken, hükümetin soruna kalıcı çözümler üretmek yerine seyirci kaldığı görülüyor. Bu borç yükü, tarımsal üretimdeki maliyetleri artırarak gıda fiyatlarının yükselmesine neden oluyor, böylece enflasyonun da büyümesine katkı sağlıyor.
Genç’in belirttiği gibi, KOBİ’lerin ve çiftçilerin borçlanmaya zorlanması, bir süre sonra ekonominin üretim ayağını çökertme tehlikesi taşıyor. Üreticiler bankalara olan borçlarını ödeyemedikçe, ekonomideki para hareketi tıkanıyor ve sonuç olarak daha fazla insan işsizlik riskiyle karşı karşıya kalıyor.
Kredi Kartı ve Bireysel Kredi Borçlarındaki Artış
Aşkın Genç’in aktardığı bilgilere göre, bireysel kredi ve kredi kartı borçları 3,6 trilyon lirayı bulmuş durumda. 2024 yılı başından Eylül ayına kadar bu borçlara ödenen faiz, yüzde 200’e yakın artışla 605,9 milyar liraya ulaşmış. Artan faiz yüküyle birlikte borçlar, daha büyük bir sorun haline gelmiş ve halk, yaşamak için dahi bankalara bağımlı hale getirilmiştir. Bu borçlanma düzeninde vatandaş, kendi yaşamını sürdürebilmek için her geçen gün daha fazla borçlanırken, bankaların kârları katlanarak artıyor.
Kur Korumalı Mevduat (KKM) Politikası: Hazineye Yük, Zengine Güvence
Hükümetin dövizdeki yükselişi durdurmak amacıyla başlattığı Kur Korumalı Mevduat (KKM) sistemi, Hazine’ye ağır bir yük bindirmiş durumda. Devlet, KKM politikası ile dövize endeksli bir gelir garantisi sunarak döviz yükseldiğinde aradaki farkı vatandaş yerine Hazine’den ödüyor. Aşkın Genç’e göre, bu uygulama bütçe üzerindeki yükü artırırken, TL’nin değer kaybını da durdurmuyor. Dahası, KKM politikası yalnızca büyük sermaye sahiplerini korurken, sabit gelirliler için herhangi bir koruma sağlamıyor.
KKM gibi uygulamalar, sermaye sahiplerini güvence altına alırken, toplumun geri kalanını enflasyonun yıkıcı etkilerine karşı savunmasız bırakıyor. Doların yükselmesine karşı koyamayan, TL’nin değerini erimeden koruyamayan bu sistem, zengini daha zengin, fakiri ise daha fakir yapıyor.
İcra Dosyaları ve Milyonerlerin Servet Artışı
2024 yılı başından bu yana 7,7 milyon yeni icra dosyasının açıldığı Türkiye’de, borçlarını ödeyemeyen milyonlarca vatandaş icra kapılarında bekliyor. Bu, ekonomik olarak kırılgan kesimlerin daha da zorlandığını ve devletin bu durum karşısında yetersiz kaldığını gösteriyor. Aşkın Genç’in ifade ettiği gibi, Türkiye’de toplam mevduatın yüzde 76’sı milyonerlerin elinde toplanmış durumda. Bu veriler, gelir dağılımındaki adaletsizliğin boyutunu gözler önüne seriyor: Türkiye’de ekonomik sistem, alt ve orta sınıfı borç ve icra kıskacında tutarken, varlık sahibi kesimlere servet kazandırmaya devam ediyor.
Genç’in ifade ettiği “Halka yük, zengine servet” düzeni, bir toplumsal adalet sorunu olarak görülmeli. Milyonlarca insan geçim mücadelesi verirken, bir kesimin servetini artırması, ekonomik dengesizliklerin yarattığı adaletsizliği pekiştiriyor. Bu adaletsizliğin derinleşmesi ise yalnızca ekonomik bir kriz değil, aynı zamanda toplumsal güven krizi anlamına da geliyor.
“Halka Yük, Zengine Servet”
Türkiye’de uygulanan ekonomi politikalarının halk üzerindeki yükü her geçen gün artarken, zenginler servetlerini katlıyor. Artan borçlar, yükselen enflasyon ve gelir dağılımındaki uçurumlar, adalet duygusunu zedeliyor ve toplumu daha fazla kutuplaştırıyor. İktidarın ekonomi politikalarının bu tabloyu değiştirmekten ziyade, zenginler lehine çalıştığı bir ortamda, toplumun geniş kesimlerinin mutsuzluğu büyüyor.