1968 kuşağı, dünya genelinde siyasi ve toplumsal bir uyanışın simgesi olmuş, özellikle üniversite gençliğinin devrimci mücadelesiyle anılmıştır. Bu kuşağın mensupları, sadece kendi ülkelerindeki adaletsizliklerle değil, aynı zamanda uluslararası sorunlarla da ilgilenmişlerdir. Filistin davası, 68 kuşağının devrimci gençleri için uluslararası bir dayanışma ve mücadele alanı olmuştur.
1968 kuşağı, dünya genelinde siyasi ve toplumsal bir uyanışın simgesiydi ve üniversite gençliğinin devrimci mücadelesiyle anıldı. Bu kuşak, sadece ulusal değil, Filistin davası gibi uluslararası sorunlarla da ilgilendi. 1967 Arap-İsrail Savaşı, Filistin mücadelesini yeni bir boyuta taşıdı; işgal edilen topraklar, radikal hareketleri güçlendirdi. Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ve diğer gruplar silahlı direnişi büyüttü, Marksist ve sosyalist çizgideki örgütler de anti-emperyalist bir duruş sergiledi.
Türkiye’deki 68 kuşağı, devrimci gençliğin anti-emperyalist ve sosyalist ideallerle şekillendiği bir dönemdi. Üniversitelerdeki öğrenci hareketleri, eğitim reformlarından siyasi özgürlüklere kadar geniş talepler içeriyordu. Vietnam Savaşı protestoları, ABD emperyalizmini ve Türkiye’deki Amerikan etkisini hedef alıyordu. Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Mahir Çayan gibi devrimci liderler, Filistin’deki gerilla kamplarında askeri eğitim aldı, bu eğitim Türkiye’deki silahlı mücadeleye ilham verdi. Filistin davası, Türkiye’deki devrimciler için anti-emperyalist mücadelenin bir simgesiydi.
Tarihsel Arka Plan
1960’ların sonları ve 1970’lerin başları, Filistin-İsrail çatışmasının bölgesel ve küresel ölçekte derinleştiği bir dönemi temsil eder. Özellikle 1967 yılında gerçekleşen Arap-İsrail Savaşı (Altı Gün Savaşı), bölgenin kaderini belirleyen önemli bir kırılma noktası olmuştur. İsrail’in bu savaş sonucunda Batı Şeria, Gazze Şeridi, Sina Yarımadası ve Golan Tepeleri gibi stratejik bölgeleri işgal etmesi, Arap dünyasında derin bir yenilgi hissi yaratmış ve Filistin mücadelesini yeni bir aşamaya taşımıştır. İsrail’in bu toprakları işgali, Filistinlilerin bağımsızlık taleplerini daha güçlü bir şekilde gündeme getirirken, aynı zamanda bölgedeki radikal hareketlerin ve silahlı mücadele gruplarının yükselişini tetiklemiştir.
1967 savaşının ardından, Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ve diğer Filistinli direniş grupları, işgale karşı daha geniş çaplı ve organize bir silahlı direniş başlattı. Bu dönemde, Filistinli gruplar arasında özellikle Marksist ve sosyalist çizgideki örgütlerin ağırlığı arttı. Bu gruplar, sadece Filistin topraklarını kurtarmak için değil, aynı zamanda bölgedeki emperyalist güçlere karşı devrimci bir mücadele yürütmek için de harekete geçtiler. Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) gibi örgütler, Filistin mücadelesini uluslararası anti-emperyalist hareketlerle bağdaştırarak, küresel devrimci bir ağ kurma hedefiyle hareket ediyordu.
Filistin’deki direniş hareketi, dünya genelindeki devrimci hareketler için bir sembol haline gelmiştir. Filistinlilerin mücadelesi, Vietnam Savaşı’na karşı küresel protestoların, Latin Amerika’daki devrimci hareketlerin ve Afrika’daki anti-sömürgeci mücadelelerin bir uzantısı olarak görülmüştür. Anti-emperyalizm, bu dönemde sol hareketlerin ortak paydası haline gelmişti ve Filistin, Batı emperyalizmine karşı verilen direnişin Ortadoğu’daki simgesi olarak kabul ediliyordu. Bu nedenle, birçok ülkeden devrimci gençler Filistin davasına destek vermek ve bu mücadelede yer almak için Filistin’e gitmeye başladı.
Türkiye’de 68 Kuşağı ve Devrimci Hareket
1960’lı yıllar, Türkiye’de toplumsal ve siyasal açıdan büyük dönüşümlerin yaşandığı bir dönemdir. Bu dönemin başında, Türkiye hızla modernleşme ve kentleşme sürecine girerken, üniversiteler ise sol düşüncenin ve öğrenci hareketlerinin filizlendiği önemli merkezler haline gelmiştir. Özellikle 1968’de dünya genelinde gençlik hareketlerinin patlak vermesiyle Türkiye’deki öğrenciler de kendi siyasi taleplerini yüksek sesle dile getirmeye başlamışlardır. 1968 gençlik hareketi, Türkiye’de üniversitelerde başlayan öğrenci eylemleri ve protestolarıyla ivme kazanmış, kısa sürede toplumun çeşitli kesimlerine yayılarak siyasi bir boyut kazanmıştır.
Bu dönemde öğrencilerin öncülük ettiği hareketler sadece üniversite reformu veya eğitim sistemiyle sınırlı kalmamış, çok daha geniş toplumsal ve politik taleplerle birleşmiştir. Türkiye’deki 68 kuşağı devrimci gençliği, anti-emperyalist, anti-kapitalist ve sosyalist düşüncelerle şekillenmiş bir nesil olarak ortaya çıkmıştır. Bu gençler, dünyada süren sömürgecilik karşıtı mücadeleleri yakından takip etmiş, özellikle Vietnam Savaşı, Küba Devrimi, Latin Amerika’daki devrimci hareketler ve Afrika’daki bağımsızlık savaşları gibi küresel olaylara güçlü bir enternasyonalist dayanışma duygusuyla yaklaşmışlardır. Bu bağlamda, Türkiye’deki gençlik hareketi, yalnızca ulusal bir kurtuluş mücadelesi değil, aynı zamanda evrensel bir devrimci hareketin bir parçası olarak kendini tanımlamıştır.
Üniversite İşgalleri ve Siyasi Radikalleşme
1968 yılında İstanbul ve Ankara başta olmak üzere Türkiye’nin pek çok büyük üniversitesinde öğrenci işgalleri başlamış, öğrenciler eğitim reformları, siyasi özgürlükler ve üniversitelerdeki anti-demokratik uygulamaların sona erdirilmesi taleplerinde bulunmuşlardır. Bu dönemde öğrencilerin talepleri giderek radikalleşmiş ve öğrenci hareketi siyasi bir niteliğe bürünmüştür. Örneğin, Vietnam Savaşı’na karşı yapılan protestolar, sadece ABD emperyalizmini değil, aynı zamanda Türkiye’deki Amerikan etkisini ve NATO’nun varlığını da hedef almıştır. Bu bağlamda, Türkiye’deki öğrenci hareketi anti-emperyalist bir nitelik kazanmış, 68 kuşağının dünya çapındaki benzer hareketlerle olan bağlarını güçlendirmiştir.
Öğrenci liderleri, sadece üniversitelerdeki reform talepleriyle sınırlı kalmamış, aynı zamanda Türkiye’de sosyalist devrim için örgütlenmeye başlamışlardır. Devrimci öğrenci hareketinin liderlerinden Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Mahir Çayan gibi isimler, özellikle anti-emperyalist söylemleriyle öne çıkmış ve Türkiye’nin içindeki ve dışındaki emperyalist varlığa karşı mücadeleyi birincil hedef haline getirmişlerdir. Deniz Gezmiş’in içinde olduğu Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) ve Mahir Çayan’ın dahil olduğu Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (THKP-C) gibi örgütler, Türkiye’deki siyasi mücadelenin silahlı bir boyuta evrilmesinde önemli rol oynamışlardır.
Türkiye’deki Devrimci Hareketin Filistin ile Bağlantısı
1968 kuşağı devrimci gençleri, Filistin meselesini Ortadoğu’da emperyalizme karşı verilen mücadelenin en somut ve önemli bir örneği olarak görmüşlerdir. İsrail’in varlığı, genç devrimciler tarafından Batı emperyalizminin bir uzantısı olarak algılanmış ve bu nedenle Filistinlilerin mücadelesine güçlü bir enternasyonal dayanışma duygusuyla yaklaşmışlardır. Bu dönemde Ortadoğu’daki sol hareketlerle kurulan bağlantılar, 68 kuşağı devrimcilerinin Filistin’e giderek Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) ve diğer direniş gruplarıyla temas kurmalarına yol açmıştır.
Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Mahir Çayan gibi devrimci liderler, 1969 ve 1970 yıllarında Filistin’e giderek burada askeri eğitim almışlardır. Bu eğitim, Filistinli gerilla gruplarının yönettiği kamplarda verilmiş ve devrimci gençlere silahlı mücadele teknikleri öğretilmiştir. Bu süreç, devrimci gençler için sadece askeri bir eğitim değil, aynı zamanda ideolojik bir bağ kurma süreci olarak da önemli görülmüştür. Filistin kamplarında alınan eğitim, devrimci gençlerin silahlı mücadeleye olan inançlarını pekiştirmiş ve bu eğitimi Türkiye’deki devrimci hareketin bir parçası olarak kullanmayı amaçlamışlardır.
1. İdeolojik Dayanışma ve Anti-Emperyalizm
Türkiye’deki 68 kuşağı devrimci gençlerinin Filistin davasına verdiği destek, ideolojik olarak anti-emperyalist mücadeleye derin bir bağlılıkla açıklanabilir. 1960’lar ve 1970’lerin başlarında dünyada yükselen anti-emperyalist dalga, Vietnam Savaşı, Latin Amerika’daki devrimler, Afrika’daki sömürgecilikten kurtulma hareketleri gibi olaylarla kendini göstermişti. Bu dönemde Türkiye’deki sol hareket, emperyalizme karşı verilen bu uluslararası mücadelelerle güçlü bir dayanışma kurmuş ve Filistin meselesi, Ortadoğu’da emperyalizme karşı verilen en somut savaşlardan biri olarak kabul edilmiştir.
İsrail’in Emperyalizm ile İlişkisi ve Filistin’in Sembolik Önemi
1967 yılında yaşanan Altı Gün Savaşı’nda İsrail’in geniş toprakları işgal etmesi ve bölgedeki Filistinlilerin topraklarından sürülmesi, Türkiye’deki solcuların gözünde İsrail’i bir Batı emperyalizminin uzantısı olarak kodlamıştır. O dönem İsrail’in Batı bloğu, özellikle de ABD tarafından güçlü bir şekilde desteklenmesi, İsrail’in yalnızca bir ulus-devlet olmadığını, emperyalist güçlerin Ortadoğu’daki çıkarlarının bir bekçisi olduğunu düşündürtmüştür. İsrail’in bölgedeki varlığı, emperyalizmin yerel halkların özgürlüğünü engellediği ve Filistinlilere dayatılan zulmün, Batı’nın hegemonik politikalarının bir sonucu olduğu görüşünü pekiştirmiştir.
Bu bağlamda Filistinlilerin mücadelesi, sadece bir ulusal bağımsızlık savaşı olarak değil, dünya çapında süren emperyalizme karşı direnişin bir parçası olarak görülmüştür. Türkiye’deki 68 kuşağı devrimcileri, Filistin davasını savunurken, aslında Batı’nın bölgedeki hâkimiyetine, kapitalizme ve sömürgeci politikalara karşı duruşlarını güçlendirmişlerdir. Filistin mücadelesi, onların gözünde daha büyük bir özgürlük hareketinin sembolü haline gelmiştir; İsrail’e karşı verilen savaş, küresel emperyalist düzene karşı savaşla özdeşleşmiştir.
Türkiye’deki Anti-Emperyalist Düşüncenin Gelişimi
1960’lı yılların sonlarında Türkiye’de sol hareketin temel ekseni anti-emperyalizm üzerine kuruluydu. Bu hareketin başını çeken gençlik liderleri, Türkiye’nin ABD ile olan askeri ve ekonomik işbirliğini, özellikle NATO üyeliğini ve Amerikan üslerinin varlığını şiddetle eleştiriyorlardı. Türkiye’nin bir yarı-sömürge konumunda olduğu fikri, solun temel argümanlarından biriydi ve bu bağlamda, Filistin mücadelesi ile Türkiye’nin durumu arasında açık paralellikler kurulmuştu. Türkiye’deki 68 kuşağı devrimcileri, kendi ülkelerinde emperyalizme karşı savaş verirken, bu savaşın sadece yerel bir mesele değil, küresel bir mücadelenin parçası olduğuna inanıyorlardı.
Bu düşünceyle, Türkiye’deki genç devrimciler, sadece kendi ulusal kurtuluşlarını hedefleyen bir hareket yürütmekle kalmadılar, aynı zamanda dünyanın farklı yerlerindeki anti-emperyalist hareketlerle enternasyonal dayanışma arayışına girdiler. Filistin’in işgal altında olması ve Filistin halkının maruz kaldığı zulüm, Türkiye’deki devrimci gençler için bir aynaydı. Kendi ülkelerinde de Amerikan üslerinin varlığı, Batı emperyalizminin bir uzantısı olarak görülüyordu. Bu nedenle, Filistin davasına verilen destek, aslında Türkiye’deki anti-emperyalist mücadelenin bir uzantısı olarak görülmekteydi.
Filistin’e Gidiş ve Anti-Emperyalist Pratik
Türkiye’deki 68 kuşağı devrimcilerinin Filistin’e gitmelerindeki temel motivasyon, sadece bir ideolojik dayanışma değil, aynı zamanda anti-emperyalist mücadelenin somut bir pratiğine katılma arzusuydu. Filistin, Ortadoğu’daki devrimci mücadelenin merkezi olarak kabul edilmekteydi ve bu nedenle, emperyalizme karşı mücadele eden her devrimci için önemli bir sembol haline gelmişti. Filistinli direniş gruplarıyla kurulan ilişki, devrimci gençlerin anti-emperyalist mücadelede ne kadar kararlı olduklarını gösteriyordu.
Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Mahir Çayan gibi devrimciler, Filistin’deki kamplara gitmiş ve burada gerilla savaşının temellerini öğrenmişlerdir. Onlar için bu sadece askeri bir eğitim süreci değildi; aynı zamanda emperyalist güçlere karşı verilen savaşın doğrudan bir parçası olma anlamına geliyordu. Filistin mücadelesine aktif olarak katılmak, anti-emperyalizmin teoriden pratiğe döküldüğü, elle tutulur bir şekilde deneyimlendiği bir süreçti. Devrimci gençler, bu deneyimi sadece Türkiye’deki mücadeleye katkı sağlamak amacıyla değil, aynı zamanda dünya çapında verilen anti-emperyalist mücadelenin bir parçası olduklarını kanıtlamak için de yaşadılar.
2. Silahlı Mücadele ve Gerilla Taktikleri
Türkiye’deki 68 kuşağı devrimci gençleri, ideolojik olarak anti-emperyalist ve sosyalist görüşlere bağlılıklarını somut bir mücadeleye dönüştürme arzusundaydılar. Bu nedenle, devrimci hareketlerinin yalnızca düşünsel düzeyde kalmaması gerektiğini, aksine silahlı mücadele ve pratik bir direniş stratejisi ile güçlendirilmesi gerektiğini savundular. Bu bağlamda, Filistin kamplarında aldıkları gerilla eğitimi, onların devrimci yolculuğunda bir dönüm noktası olmuş, sadece ideolojik değil, aynı zamanda askeri anlamda da kendilerini geliştirmelerine olanak sağlamıştır.
Filistin Kamplarındaki Gerilla Eğitimi: FHKC ile Bağlantılar
Türkiye’den Filistin’e giden devrimcilerin çoğu, Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC) gibi sol kanat örgütlerle doğrudan temas kurmuşlardır. FHKC, 1967’de kurulan ve Marksist-Leninist bir çizgiye sahip olan bir örgüttü ve Filistin direnişinde silahlı mücadeleye öncülük eden önemli bir yapıdır. Türkiye’den gelen devrimciler için FHKC, ideolojik bir yakınlık kadar askeri eğitim açısından da önemli bir kaynak sağlamıştır. FHKC’nin eğitim kamplarında verilen gerilla savaşı eğitimi, klasik askeri disiplinlerin ötesine geçerek, düzensiz ve asimetrik savaşın temel tekniklerini öğretmiştir.
Bu eğitim süreci, devrimci gençler için birkaç açıdan önem arz etmiştir. Öncelikle, gerilla savaşının strateji ve taktiklerini öğrenmek, devrimci mücadelelerinde etkin ve uzun soluklu bir savaş yürütebilmeleri için gerekli bir donanım kazandırmıştır. Bu eğitim; siper kazma, pusu kurma, sabotaj, iletişim, ve şehir gerillası gibi unsurları içermiştir. Özellikle şehirde yürütülen mücadeleye ilişkin taktikler, Türkiye’deki devrimci gençler için hayati önem taşımıştır çünkü Türkiye’nin şehirleşmiş bölgelerinde devrimi yaygınlaştırmak ve gerilla savaşını büyük kentlerde sürdürmek istiyorlardı.
Filistin’deki Eğitim ve Devrimci Pratik
Filistin kamplarında alınan bu eğitim, Türkiye’deki devrimci hareketi silahlı bir boyuta taşıma amacı güden gençler için teorik bilgiyle pratik deneyimi birleştiren bir süreç olmuştur. Askeri eğitim almak, onların devrimci mücadeleyi sadece teorik bir tartışma konusu olmaktan çıkarmış, bizzat sahada uygulamaya yönelik bir hazırlık haline getirmiştir. Filistin’deki eğitim kamplarına katılan devrimciler, savaşın nasıl yürütüldüğünü, küçük gruplarla büyük ordulara karşı nasıl direnilebileceğini öğrenmişlerdir. Bu süreç, devrimci liderler için adeta bir “devrim okulu” işlevi görmüş ve öğrendikleri taktikleri Türkiye’de uygulama fırsatını kendilerine sunmuştur.
Bu deneyimin ardından Türkiye’ye dönen devrimciler, kendi ülkelerinde de benzer bir mücadele örgütlemeyi hedeflediler. Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu (THKO) ve Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi (THKP-C) gibi örgütler, silahlı devrimci mücadeleye dair stratejik planlarını büyük ölçüde bu eğitimlerden kazandıkları bilgi ve deneyim üzerine kurmuşlardır. Filistin’de öğrendikleri gerilla savaş tekniklerini Türkiye’nin coğrafi ve siyasi şartlarına uyarlamaya çalışmışlardır. Bu, hem kırsal alanda hem de şehir merkezlerinde yürütülecek bir silahlı mücadelenin teorik ve pratik hazırlığı anlamına gelmekteydi.
Mahir Çayan’ın Stratejik Yaklaşımı: Silahlı Mücadelenin Önemi
Türkiye’deki devrimci hareketin liderlerinden Mahir Çayan, silahlı mücadelenin devrimci stratejideki yerini sürekli vurgulamış bir isimdir. Çayan’a göre, devrimci mücadele, sadece kitleleri örgütlemekle sınırlı kalamaz; aynı zamanda pratikte aktif bir şekilde savaşılması gereken bir süreçtir. “Kurtuluş Savaşı’na katılmak yetmez, devrimci mücadelenin içinde aktif olarak yer almalıyız” sözü, silahlı direnişin, devrimci pratiğin en önemli unsurlarından biri olduğunu net bir şekilde ifade eder. Çayan’ın bu yaklaşımı, devrimci hareketin silahlı bir boyuta evrilmesi gerektiğini savunan bir çizgi izlemiştir.
Çayan ve arkadaşları, Filistin’de aldıkları eğitimi Türkiye’deki mücadele koşullarına entegre etme yolunda önemli adımlar attılar. Türkiye’deki yerel koşullar, kırsal bölgelerdeki feodal ilişkiler, devletin baskıcı yapısı ve şehirlerdeki emekçi sınıfın konumu gibi dinamikler göz önünde bulundurularak, Filistin kamplarında öğrenilen gerilla savaşı taktikleri Türkiye’nin devrimci koşullarına uyarlanmıştır. Çayan’ın liderlik ettiği Türkiye Halk Kurtuluş Partisi-Cephesi, özellikle şehir gerillası konseptini Türkiye’nin büyük şehirlerinde uygulamayı hedeflemiş ve bu konuda çeşitli eylemler gerçekleştirmiştir.
Filistin’deki Mücadelede Zorluklar ve Çelişkiler
Filistin’de devrimci gençlerin karşılaştığı en büyük zorluklardan biri, Filistin direnişini oluşturan farklı fraksiyonlar arasındaki ideolojik ve stratejik gerilimlerdi. Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) çatısı altında toplanan farklı direniş grupları, anti-emperyalist ve anti-siyonist mücadelede ortak bir hedefe sahip olsalar da, bu grupların devrimci stratejileri, kullanılan taktikler ve uzun vadeli hedefleri konusunda önemli farklılıklar söz konusuydu. Filistin Halk Kurtuluş Cephesi (FHKC), daha Marksist-Leninist bir çizgide konumlanırken, El Fetih gibi gruplar daha ulusalcı ve pragmatik bir yaklaşıma sahipti. Türkiye’den gelen devrimciler, bu fraksiyonlar arasındaki farklılıkları dengelemekte güçlük çekmişlerdir.
İdeolojik Farklılıklar ve Fraksiyonlar Arası Gerilimler
Filistin direnişi içinde Marksist ve sosyalist çizgideki gruplarla daha ulusalcı ve dini motifler taşıyan gruplar arasında derin ideolojik farklar bulunmaktaydı. FHKC, Filistin mücadelesini dünya genelindeki Marksist devrimci mücadeleyle aynı düzlemde gören bir örgüt olarak, Türkiye’den gelen sosyalist devrimciler için en yakın müttefiklerden biri olmuştu. Ancak, El Fetih ve diğer daha milliyetçi örgütlerle, strateji ve amaçlar konusunda ciddi farklılıklar yaşanıyordu. El Fetih’in önceliği, bağımsız bir Filistin devleti kurmaktı ve bu amaç uğruna daha esnek ve diplomatik yolları tercih ediyordu. Buna karşılık, FHKC gibi gruplar, emperyalizme ve Siyonizme karşı daha sert, silahlı bir direnişi savunuyor ve Filistin mücadelesini küresel bir devrimci harekete entegre etmeyi hedefliyordu.
Türkiye’den gelen devrimciler için bu farklılıklar, siyasi anlamda bir denge kurmayı zorlaştırıyordu. Bir yandan Filistin mücadelesine enternasyonalist bir dayanışma sunarken, öte yandan bu iç gerilimlerin parçası haline gelmek, devrimciler arasında çelişkiler yaratıyordu. Bazı gruplar arasında yaşanan çatışmalar, Türkiye’den gelen devrimcilerin hangi fraksiyona yakın duracağı konusunda bir tercih yapmalarını zorunlu kılarken, bu tercihlerin gelecekteki devrimci hareket üzerinde nasıl bir etki yaratacağı belirsizdi.
Yerel Dinamikleri Anlama ve Hareket Etme Zorluğu
Filistin’deki yerel dinamikler, Türkiye’den gelen devrimciler için ayrıca büyük bir meydan okumaydı. Türkiye’deki devrimci hareket ile Filistin’deki durum arasında bazı benzerlikler bulunsa da, bu iki ülkenin sosyal, kültürel ve politik bağlamları arasında derin farklılıklar vardı. Filistin, İsrail işgali altında ve açık bir sömürgeci baskıya maruz kalan bir halkın kurtuluş mücadelesini temsil ediyordu. Buna karşın Türkiye, doğrudan bir işgal altında değildi ve iç dinamikler, Filistin’deki koşullara göre çok daha karmaşıktı.
Türkiye’den gelen devrimciler, Filistin’deki direnişin yerel koşullarına adapte olabilmek için çaba sarf etmek zorundaydı. Filistin’deki mücadele, büyük ölçüde İsrail’in işgalci güçlerine ve sömürgeci politikalarına karşı yürütülen bir bağımsızlık savaşıydı. Ancak Türkiye’deki devrimciler, kendi ülkelerinde böylesi bir işgal durumuyla değil, kapitalist sistem ve devletin baskıcı güçleriyle mücadele ediyorlardı. Bu nedenle, Filistin’de öğrenilen gerilla taktiklerinin Türkiye’de uygulanabilir olup olmadığı konusu, devrimciler arasında sürekli bir tartışma konusu olmuştur.
Filistin’deki Gerilla Taktiklerinin Türkiye’ye Uyarlanması Sorunu
Filistin’de öğrenilen gerilla savaşı taktikleri, Türkiye’ye dönüldüğünde yerel koşullara ne ölçüde uygun hale getirilebileceği konusu, devrimci hareket için önemli bir sorun oluşturmuştur. Filistin’deki mücadele büyük ölçüde kırsal alanlarda ve gerilla savaşına uygun coğrafyalarda yürütülüyordu. Ancak Türkiye’nin coğrafi yapısı, toplumsal dinamikleri ve siyasal ortamı, gerilla savaşını sürdürebilmek açısından Filistin’den oldukça farklıydı.
Türkiye, açık bir işgal altında değildi ve geniş bir şehirli nüfusun yaşadığı, ekonomik olarak daha gelişmiş bir ülkeydi. Devletin baskıcı yapısı, Filistin’deki kadar belirgin bir işgalci güç algısına dayanmasa da, devletin iç dinamikleri, toplumsal kontrol mekanizmaları ve askeri kapasitesi, devrimciler için büyük bir engel teşkil ediyordu. Türkiye’deki devrimci hareketin liderlerinden Mahir Çayan ve arkadaşları, Filistin’de öğrendikleri gerilla taktiklerini Türkiye’de kırsal ve şehir gerillası olarak uygulamaya çalışmışlardır. Ancak, Türkiye’deki kentleşmiş yapılar, güçlü devlet aygıtı ve güvenlik mekanizmaları, bu taktiklerin uzun vadede sürdürülebilirliğini zorlaştırmıştır.
Gerilla savaşının Türkiye’deki şehir merkezlerine taşınması, devrimcilerin halk desteğini kazanmak için mücadele etmeleri gerektiği anlamına geliyordu. Ancak Filistin’deki durumun aksine, Türkiye’de geniş halk kitlelerinin silahlı mücadeleye doğrudan destek verme konusunda tereddütlü olması, devrimcilerin beklentilerini boşa çıkarmıştır. Türkiye’deki halk, çoğunlukla barışçıl ve parlamenter yollarla bir değişim arayışında olan siyasi yapılara daha fazla eğilim göstermekteydi ve silahlı mücadeleyi destekleyen kitleler oldukça sınırlıydı. Bu durum, Filistin’de başarılı olan gerilla taktiklerinin Türkiye’de neden etkili olamayacağını da açıklayan temel nedenlerden biridir.
Devlet Baskısı ve Silahlı Mücadelenin Sürdürülebilirliği Sorunu
Filistin’deki gerilla savaşının en önemli avantajlarından biri, direnişin yerel halk tarafından geniş bir destek görmesi ve işgalci güçlere karşı topyekûn bir savaş yürütülmesiydi. Türkiye’de ise devrimci hareketin karşısında halkın geniş kesimlerini harekete geçirebilecek bir işgalci güç bulunmuyordu. Bu durum, silahlı mücadelenin Türkiye’de geniş halk kitleleri tarafından kabul edilmesini zorlaştırdı. Ayrıca, Türkiye devleti, 1970’lerde yükselen sol hareketlere karşı sert ve acımasız bir tutum sergileyerek, güvenlik güçlerinin baskısını giderek artırdı.
Filistin’deki gerilla savaşını Türkiye’ye taşımak isteyen devrimciler, ülkede bu tür bir silahlı mücadelenin uzun vadede sürdürülebilirliğini sorgulamak zorunda kaldılar. Devletin baskıcı yapısı, askeri gücü ve geniş güvenlik ağı, gerilla taktiklerinin şehir merkezlerinde uygulanmasını oldukça zorlaştırdı. Özellikle 1970’lerin başında artan devlet baskısı, devrimci hareketin şehirlerde sürdürülebilir bir silahlı direniş örgütlemesini engelledi. Bu da devrimciler arasında silahlı mücadelenin ne kadar etkili olabileceği konusunda yeni tartışmaların ortaya çıkmasına neden oldu.
Dünya genelinde devrimci gençliğin ortak bir mücadelesi
68 kuşağı devrimcileri, Filistin mücadelesini anti-emperyalist bir dayanışmanın önemli bir parçası olarak görmüş ve bu mücadelede aktif rol almışlardır. İsrail’in işgali, Batı emperyalizminin Ortadoğu’daki uzantısı olarak algılanmış, Filistin davası ise uluslararası direniş hareketlerinin bir sembolü haline gelmiştir. Türkiye’deki genç devrimciler, ideolojik olarak bu mücadeleye bağlanmış ve Filistin kamplarında aldıkları eğitimlerle kendi ülkelerindeki anti-emperyalist hareketi güçlendirmeyi amaçlamışlardır. Bu süreç, hem Türkiye’de hem de dünya genelinde devrimci gençliğin ortak bir mücadelede buluştuğu bir dönem olarak tarihe geçmiştir.