Daron Acemoğlu’nun Türkiye’deki enflasyon sorununa dair yaptığı açıklamalar, kapitalizmin işçi sınıfına olan körlüğünü bir kez daha ortaya koydu. Acemoğlu, enflasyonun yoksulluğun bir semptomu olduğunu ve çözüm olarak “verimlilik artışıyla işçi ücretlerini yükseltmeyi” önerdi. Ancak bu öneri, kapitalist düzende “verimlilik” denen şeyin işçiye değil, sermayeye hizmet ettiğini bilmeyenler için bile şaşırtıcı. Üretkenlik arttıkça ücretlerin de artacağı fikri, pratikte işçi sınıfının yaşadığı sömürüye tamamen aykırı bir yanılsama.
Verimlilik Artışı İşçiye Ne Sunuyor?
Kapitalist ekonomilerde “verimlilik artışı”, çoğunlukla işçilerin yaşam standartlarını yükseltmektense, şirketlerin kâr marjlarını genişletme aracı haline geliyor. İlk bakışta verimlilik, daha az kaynakla daha fazla üretim yapmayı sağlayan bir gelişim olarak algılanabilir ve bu gelişimin işçilere de fayda sağlaması gerektiği düşünülebilir. Ancak gerçekte, verimlilik artışları genelde işçilerin daha az sürede daha yoğun çalışmalarını sağlamak için bir baskı aracına dönüşüyor.
Verimlilik Artışının Gerçek Bedeli: İş Yükü ve Ücret Azalışı
Verimlilik artırma çabaları, fabrikalarda ve çeşitli işyerlerinde, genellikle işçi sayısını azaltarak aynı veya daha fazla miktarda üretim yapmaya dayanıyor. Örneğin, eskiden 50 işçiyle yürütülen bir üretim hattı, modern makinelerin devreye girmesiyle sadece birkaç işçiyle çalışır hale geliyor. Ancak makineler iş yükünü azaltmak bir yana, geriye kalan işçilerin aynı görevleri daha hızlı ve daha yoğun bir tempoda yapmasını gerektiriyor. Geriye kalan işçiler, eskisinden çok daha fazla iş yapmak zorunda kalırken, bu artan verimlilik çoğu zaman ücretlere yansımıyor. Aksine, işçilerin daha çok çalışıp daha az kazandığı, daha az iş güvenliği ve daha fazla psikolojik ve fiziksel yıpranma yaşadığı bir düzene dönüşüyor.
Verimlilikle Azalan Ücretler ve Sömürü İlişkisi
Verimlilik artışı, kapitalist mantıkla, iş gücünün ucuzlatılması anlamına geliyor. İşçiye verilen ücretin üretkenliği yansıttığı iddia edilse de, pratikte emeğin değeri işçinin üretkenliğinden çok iş piyasasındaki durum, patronların tercihleri ve genel sınıf mücadelesiyle belirleniyor. Türkiye gibi ülkelerde verimliliği artırmak için yapılan yatırımların sonucunda ücretlerde ve iş koşullarında iyileşme yerine kötüleşme yaşanıyor. Ücretler verimlilikle artacak denirken, işçilerin gelirleri yerinde sayarken ya da daha da kötüye giderken, üretimin çıktıları şirketin kâr hanesine yazılıyor.
“Verimlilik” Sömürüyü Daha Sistematik Hale Getiriyor
Kapitalist ekonomilerde “verimlilik” denince işçinin çıkarına bir gelişimden çok, emeğin daha yoğun bir şekilde sömürülmesi için bir sistemden bahsediyoruz. Verimlilik artışının kazanımları işçi sınıfına değil, doğrudan sermaye sahiplerine yarıyor. İşçilerin artan iş yükü ve azalan ücretleri, sermayenin kârını büyütmek için kullanılıyor. Özellikle düşük ve orta gelirli ülkelerde, sermaye sahipleri işçilere daha fazla yük bindirerek iş yükünü daha da ağırlaştırıyor. Bu durum, kapitalist ekonominin en temel dinamiklerinden biri olarak, verimliliğin esas kazananının sermaye olduğunu gözler önüne seriyor.
Verimlilik Söylemi İşçi Sınıfı İçin Bir Tuzak
Verimlilik artışı, kapitalistlerin işçiyi daha az ücretle daha çok çalıştırma stratejisini süsleyip parlatmak için kullandığı bir söylemdir. Acemoğlu gibi ana akım ekonomistler, bu söylemi “işçilerin ücretlerini artırmak” için bir gereklilik olarak sunuyor. Gerçekte ise bu söylemin işçiye yansıması, daha fazla iş yükü, daha uzun saatler, daha düşük ücret ve artan bir sömürü oranı oluyor. Verimlilik artışı kapitalist sınıfın elinde, işçilerin insani çalışma koşullarını iyileştirmek yerine, sömürü oranını artırmanın araçlarından biri haline geliyor.
“Ücretleri Belirleyen Verimlilik Değil, Sınıf Mücadelesidir”
Ücretlerin verimlilikle belirlendiği iddiası, kapitalist düzenin temel çelişkilerini göz ardı ederek, sistemin sömürü mekanizmalarını maskelemeye çalışan bir anlatıdan ibarettir. Bu yaklaşım, işçi sınıfının emeği üzerindeki sömürüyü görmezden gelir ve işçi sınıfının örgütlü mücadelesini önemsizleştirir. Oysa tarih boyunca, işçi ücretlerinin düzeyi, doğrudan doğruya işçilerin emekleriyle örgütlü olarak verdikleri mücadelelerle belirlenmiştir. Kapitalist sınıfın çıkarlarına dayalı sistemde, sermayedarlar ve patronlar, ücretlerin yükselmesini ya da çalışma koşullarının iyileşmesini verimlilik artışına bağlayarak, sanki bu iyileşmeler kendiliğinden olacakmış gibi bir algı yaratırlar. Gerçekte ise, bu artışlar yalnızca sınıf mücadelesiyle mümkün olur.
Kapitalizmin doğasında, verimlilik artışı sermayeye yani patronlara fayda sağlar; bu birikim işçinin eline geçen ücreti artırmaz, aksine işçinin emeğini daha yoğun bir şekilde sömürmenin yollarını açar. Verimlilik artışı, üretim sürecini hızlandırıp maliyetleri azaltır, fakat bu azalan maliyetler işçinin maaşında bir artışa dönüşmez; işçiye yalnızca daha düşük ücretle, daha fazla iş yükü olarak geri döner. Bu durumda, bir yandan işçiler iş yerinde daha fazla çalışmak zorunda kalırken, diğer yandan reel ücretlerinin düştüğünü görürler. Bu nedenle, kapitalist sistemde verimlilik artışı işçilerin yararına değil, sermayedarların kârlarını artırmaya hizmet eden bir araç haline gelir.
Daron Acemoğlu gibi ana akım ekonomistler, verimlilik artışını işçi ücretlerinin yükselmesi için bir çözüm olarak gösterirken, sermaye birikimi ile emeğin değersizleştirilmesi arasındaki bağlantıyı görmezden geliyorlar. Bu söylemde verimlilik, işçilerin refahını artıracak bir gelişme gibi sunulsa da, pratikte yalnızca kapitalistlerin kazançlarını büyütmeye yarayan bir araçtır. Acemoğlu gibi ekonomistler, sınıf mücadelesini ve kapitalist düzenin işçiye dayattığı sömürü ilişkisini görmezden gelerek “verimlilik” kavramını ideolojik bir örtü olarak kullanır ve kapitalizmin sömürü temelli yapısını meşrulaştırmaya çalışır.
Sınıf Mücadelesi Olmadan Ücret Artışı Mümkün Değil
İşçi sınıfı kendi çıkarlarını savunmak için örgütlü bir mücadele vermediği sürece, sermaye sahipleri “verimlilik” adı altında işçilerin emeğini giderek daha yoğun bir biçimde sömürmeye devam edecekler. Kapitalist düzende verimlilik artışı, patronların kâr marjlarını artırmak için bir araç olarak kullanılırken, işçilerin yaşam koşullarında gerçek bir iyileşme yaratmıyor. Aksine, verimlilik artırımı bahanesiyle işçiler daha uzun saatler çalıştırılıyor, iş yükleri artıyor, fakat ücretleri aynı düzeyde kalıyor ya da reel olarak düşüyor. “Verimlilik” sözcüğü burada, kapitalistlerin emeği daha etkin sömürebileceği, işçiye daha düşük maliyetle daha fazla iş yükü bindirebileceği bir düzeni ifade ediyor.
Sınıf mücadelesi olmadan, bu verimlilik artışlarının işçilerin refahını artıracağını ya da ücretlerine yansıyacağını düşünmek, maalesef gerçeklerden uzak, boş bir umut olarak kalıyor. Çünkü kapitalist sistem, işçiye ancak kendi çıkarları doğrultusunda bir “ödül” verir ve bu ödül de yalnızca işçi sınıfının taleplerini zorla kabul ettirebildiği ölçüde gerçekleşir. Verimlilik artışıyla işçilere yönelik iyileşmelerin ancak sistemin çıkarları doğrultusunda olması, işçiyi edilgen ve sermayeye bağımlı hale getiriyor. Verimliliğin artmasının ancak iş yükü ve performans baskısı olarak geri dönmesi, kapitalizmin doğası gereği emekle sermaye arasındaki uzlaşmaz çelişkiyi ortaya koyuyor.
Bu bağlamda işçilerin gerçek çıkarlarını koruyacak olan şey, “verimlilik artışı” değil, doğrudan doğruya emeğin kapitalizmden özgürleşmesidir. Kapitalist sistemde emeğin verimliliğini artırmak, aslında sermaye sahiplerine daha büyük kârlar sağlamak için emeğin daha yoğun sömürüsüne yol açıyor. Sınıf mücadelesi, işçilerin bu sömürü döngüsünden çıkmasını sağlayacak yegâne araçtır. İşçi sınıfı haklarını ve çıkarlarını savunmadıkça, “verimlilik artışı” gibi söylemler yalnızca sermayedarların işçiyi daha ucuza daha uzun saatler çalıştırmasını sağlayacak bahaneler olarak kalacaktır.
Gerçek bir refah artışı için işçi sınıfının, sermayeye ve onun sömürü düzenine karşı örgütlü bir mücadele vermesi gerekir. Bu mücadele, kapitalist sistemde sadece işçi ücretlerinin yükseltilmesi için değil, aynı zamanda işçilerin onuruna yaraşır çalışma koşullarını elde etmeleri, iş yüklerinin insanca bir seviyeye çekilmesi ve en nihayetinde, emeğin sermayenin kontrolünden tamamen kurtulması için gereklidir. Ancak bu yolla, işçilerin çabaları ve emeği gerçek bir anlam kazanabilir; yoksa “verimlilik” adı altında süren bu düzen, yalnızca işçi sınıfının daha derin bir sömürüye itilmesinden ibaret kalacaktır.