Kemer sıkma politikalarının entelektüel gerekçeleri yerle bir oldu. Çok yüksek bir “borç/GSYİH” oranının her zaman ve mutlaka ekonomik bir daralmaya yol açacağı argümanını ortaya atan ve Rogoff’un IMF’de baş ekonomist olarak görev yaptığı süre boyunca bu argümanı sert bir şekilde destekleyen Harvard ekonomistleri Carmen Reinhart ve Ken Rogoff’un bütün argümanlarını bir hesap tablosu hatasına dayandırdıkları ortaya çıktı. Kesintilerin ardındaki önermelerin yanlış olduğu anlaşıldı. Ancak yüksek borç seviyelerinin mutlaka durgunluğa yol açtığına dair kesin bir kanıt bulunmamakta.
Öyleyse politikaların tersine döneceğini mi göreceğiz? Son birkaç yılını engelli emeklilere otobüs kartlarından ve yoksul öğrencilere de üniversitelerinden vazgeçmelerini söyleyerek geçiren politikacıların bir hatadan dolayı özür dilemelerini mi? Bu pek mümkün görünmüyor. Sonuçta, benim ve diğer pek çok kişinin uzun zamandır savunduğu gibi kemer sıkma politikası hiçbir zaman gerçek bir ekonomi politikası olmadı. Nihayetinde her zaman ahlakla alakalıydı. Bir suç ve ceza, günah ve kefaret politikasından bahsediyoruz. Doğru, asıl günahın ne olduğu hiçbir zaman tam olarak açıklığa kavuşmadı: belki de vergiden kaçınma, tembellik, sosyal yardım dolandırıcılığı ve sorumsuz liderlerin seçilmesinin bir kombinasyonudur. Ancak mesaj daha geniş anlamda sosyal güvenlik, insancıl çalışma koşulları, emekli maaşları, sosyal ve ekonomik özgürlük hayalleri kurmamızdan ötürü suçlu olmamızdı.
Borç ahlaki siyasette olağanüstü derecede iyi olduğunu kanıtladı. Hangi biçimi alırsa alsın aynı şekilde işe yarıyor gibi görünüyor: mali sadizm (Hollandalı ve Alman seçmenler gerçekten de Yunan, İspanyol ve İrlandalı vatandaşların kendi ifadeleriyle toplu olarak “borç günahkarları” olduğuna inanıyorlar ve onları cezalandırmaya istekli politikacılara destek sözü veriyorlar) veya mali mazoşizm (orta sınıf Britanyalılar hükümetin gerçekten de aşırıya kaçtığını, kemerlerini sıkmaları gerektiğini, bunun zor olacağını, ancak bunun torunlarımızın iyiliği için herkesin yapabileceği bir şey olduğunu söyleyen adaylara görev bilinciyle oy verecek). Siyasetçiler, politikalarını meşrulaştırmak için gösterişli denklemler sunan ekonomik modeller bulurlar. Yazarları, örneğin Rogoff, kahin gibi lanse edilir. Ancak kimse rakamların gerçekten tutup tutmadığını kontrol etmez.
Eğer teorinin siyasete uygun olarak seçildiğini kanıtlamak gerekseydi, bu ahlakçı çerçevenin gereksiz olduğunu ya da yaygın insan ızdırabını içermeyen çözümler olabileceğini öne sürmeye cesaret eden ekonomistlere siyasetçilerin verdiği tepkiyi düşünmek yeterli olurdu.
Reinhart ya da Rogoff’un çalışmasının yanlış olduğunu öğrenmeden önce bile birçok kişi onların yaptıkları tarihsel araştırmaların; borcun ABD ve Japonya gibi kendi para birimlerini ihraç eden ve dolayısıyla borçları bu para birimi cinsinden olan ülkeler ile İrlanda ve Yunanistan gibi bunu yapmayan ülkeler üzerindeki etkileri arasında hiçbir ayrım yapmadığına dikkat çekmişti. Ancak bazılarına göre eurobond krizinin çözümü tam da bu ayrımda yatıyor.
Japonya neden İspanya ya da İtalya ile aynı durumda değil? Japonya, dünyadaki en yüksek kamu borcu-GSYİH oranlarından birine sahip (İrlanda’nın iki katı) ve düzenli olarak Economist gibi dergilerde ekonomik bir sepet vakasının – ya da en azından modern bir endüstriyel ekonominin nasıl yönetilememesi gerektiğinin – ilk örneği olarak gösteriliyor. Ancak yine de para toplamakta bir sorun yaşamıyorlar. Aslında 10 yıllık faiz oranlarının tahvilleri %1’in altında. Neden mi? Çünkü temerrüt tehlikesi yok. Herkes acil bir durumda Japon hükümetinin kolaylıkla para basabileceğini biliyor. Ve Japon parası da her zaman iyi durumda olacak çünkü Japon parası, Japon vergilerini ödemek zorunda olan herkes tarafından sürekli olarak talep ediliyor.
İrlanda, İspanya ya da sorunlu diğer güney Avrupa ülkelerinin yapamadıkları da tam olarak budur. Sadece Almanya’nın hakimiyetindeki avro basabildiği için İrlanda tahvillerinin yatırımcıları temerrüde düşmekten korkuyor ve faiz oranları da buna bağlı olarak yükseliyor. Dolayısıyla kemer sıkma kısır döngüsü devam ediyor. Hükümet harcamalarının daha büyük bir yüzdesinin artan faiz oranlarını ödemeye yönlendirilmesi gerektiğinden bütçeler kısılır, işçiler işten çıkarılır, ekonomi küçülür ve vergi tabanı da daralır. Hükümet gelirleri daha da azalır ve temerrüt tehlikesi daha da artar. Son olarak, alacaklıların siyasi temsilcileri “kurtarma paketleri” sunmak zorunda kalırlar ve eğer borçlu ülke hasta ve yaşlılarını yeterince cezalandırmaya ve gençlerinin makul bir yüzdesinin hayal ve özlemlerini yıkmaya razı olursa, tahvillerin temerrüde düşmemesini sağlamak için önlemler alacaklarını duyururlar.
Warren Mosler ve Philip Pilkington, Rogoff tarzı kemer sıkma ekonomisinin prangalarının ötesinde düşünmeye cesaret eden iki ekonomist. Paranın nasıl işlemesi gerektiğinden ziyade gerçekte nasıl işlediğine bakarak işe başlayan modern para teorisi ekolüne mensuplar. Bu temelde, para yaratma sorununa geri dönersek, bunların hiçbirinin başlangıçta gerekli olmadığını keşfedebileceğimize dair güçlü bir çerçeve ortaya koydular. Bard College’daki Levy Enstitüsü ile birlikte eurobond krizine dahiyane ve bir o kadar da zarif bir çözüm ortaya koyuyorlar. Neden, örneğin İrlanda tahvillerine temerrüt durumunda, bu tahvillerin İrlanda vergilerini ödemek için kullanılabileceğini beyan eden yasal bir dil eklenmiyor? Yatırımcılar en kötü krizlerde bile tahvillerin iyi para olarak kalacağından emin olurlar çünkü İrlanda’da iş yürütmüyor olsalar ya da İrlanda vergilerini ödemek zorunda olmasalar bile bunları, ödemek zorundan olan birine küçük bir indirimle satmak yeterince kolay olacaktır. Potansiyel yatırımcılar yeni düzenlemeyi anladıklarında faiz oranları %4-5’lerden, yönetilebilir %1-2’lere gerileyecek ve kemer sıkma döngüsü kırılacaktır.
Bu plan neden kabul edilmedi? Mayıs 2012’de İrlanda parlamentosuna sunulduğunda Maliye Bakanı Michel Noonan planı tamamen keyfi gerekçelerle reddetti (bunun bazı tahvil sahiplerine diğerinden farklı davranmak anlamına geleceğini iddia etti ve mevcut tahvillere aynı yasal statünün kolayca verilebileceğini veya vergi destekli tahvillerle değiştirilebileceğini beliren kimseleri görmezden geldi). Belki de bilinmeyene karşı duyulan içgüdüsel bürokratik bir korku dışında kimse gerçek nedenin ne olduğu konusunda tam olarak emin değil.
Böyle bir plandan herhangi bir kimsenin zarar görüp görmeyeceği bile belli değil. Yatırımcılar mutlu olurlar. Vatandaşlar kesintilerden dolayı hızlı bir rahatlama görürler. Daha ileri bir kurtarma paketine gerek kalmaz. Yunanistan gibi vergi tahsilatının daha az güvenilir olduğu ülkelerde pek işe yaramayabilir ve krizi tamamen ortadan kaldıramayabilir. Ancak neredeyse kesin olarak önemli iyileştirici etkileri olacaktır. Eğer siyasetçiler şimdiye kadar yaptıkları gibi bunu dikkate almayı reddederlerse, modern zamanların ahlaki dramının aslında kötü bir teori ve hatalı veri serilerinden başka bir şey olmayabileceği düşüncesine duyulan kuşku dışında bir neden görmek zordur.
Bu yazı ilk olarak Asafel‘de yayınlanmıştır.
Çeviri: Güney Çeğin, A. Halim Karaosmanoğlu