Narinin adı gibi minik gövdesine layık görülen o amansız, bir o kadar da gaddar şiddet sadece onun minik gövdesine değil, onun nezdinde hem bu topraklardaki çocuklara hem de ebeveynleri tarafından öldürülen binlerce çocuğa yapıldı. Dünyada öldürülen binlerce çocuğun ölümünden çok büyük ölçüde ebeveynleri sorumlu katil bizzat ya anne baba ya da anne babanın sevgilisi birlikte yaşadığı kişi bu bakımdan modern aile denen cehennem hem kadını, hem çocuğu öğüten bir değirmen gibi , ekofemizm ve Boockhin’ci sosyal ekoloji bağlamında çocuk cinayetlerine politik ekolojinin perspektifi ile bakmak ayrı bir konu, elbette bunu da yazacağım. Ama önce Narin cinayetinin politik sosyolojisine girmek istiyorum. Bu bir giriş bu girişle çocuk ve devlet meselesine politik soyolojiye bakışa küçük bir adım atıyorum sadece.
Rakam denen o soğuk nesneyi sevmen zaten oldum olası sayılarla ilişkim pek iyi değildir, sayılabilir ölçülebilir olanı hayatın özü kılan ve hepimizi bir numaraya indirgeyen de zaten bu sayı denen tahakküm nesnesi ya. O yüzden işin özüne taa binlerce sene öncesindeki o kopuşa, o yabancılaşma haline dikkat çeken Anarşist Antropolog John Zerzan “suçluyu başka yerde arama ey insan, binlerce sene önce anne kucağı gibi seni içine alan ama yeri geldiğinde de bir baba kadar haşin olan doğadan koptun soyutluğun hayatını ele geçirmesine izin verdin” dedi bizlere. Ve ekledi tüm yaşadığımız acıların en temelinde de kabileden devlete doğru bir yolculuk olan Uygarlık adını verdiğimiz o soyutlama tiranlığını kökte yatan etken olarak gösterir ama bu başka bir hikâye bir gün anlatırım tür olarak, insan denen varlık olarak neden çırpındıkça daha çok battığımızı. Binlerce yıl önce bir gün yerleşmeye karar verdiğimizde pandoranın kutusundan kötülüklerin sökün etmeye başladığını. Ama bu binlerce sene geriye giden tiranlık Narinin de boğazını sıkan eldi aslında. Lakin dedim ya bu uzun bir hikâye bir ip gibi ucundan tuttukça seni daha derine götürür. Fakat hatırlatmadan edemeyeceğim bu ipi takip edip o derin kuyuya inmeden de neyin ne olduğunu taa temellerine inerek ele almak olası değil. Her neyse dedim ya ilk fırsatta bu ipin bağlı olduğu kayaya kadar ineceğim. O derin uçuruma inmedikçe baktığımız o uçurumun bizim ona baktığımız gibi bize baktığını anlamak zor olabilir.
Gelelim bugüne Tavşantepe’deki/Çulide’ki o dereye bir girelim. Bakalım başka hangi cesetleri koyup çuvala bu mırıl mırıl akan su birikintisine gömmüşler.
Bak amca Salim Güran soruyor kız ölü mü sağ mı ? Diye ama Salim Güran bir hologram yahut bir benzetim. Ama artık taklidin esas olduğu bir çağda olduğumuzdan ona bir gerçek muamelesi yapabiliriz. Hologram tamam da esas yansıtan kim ? İşte mesele de burada başlıyor çünkü bu sulu mu sulu, magazinel mi magazinel Güranların yatak odasını kuşa bak niyetine önümüze koyanlar mesela Salim Ensarioğlu’nun bu cinayet karesi fotoşopuna neden yerleşmedi diye sorabilir. Sus karıştırma salça da olma, hem bak o cıss, böyle sorular sorarsanız sizi DEM’leyip JİTEM Grafikçilerinin Fotoşop karesine koyarlar. Sahi ne oldu o mesele.? Aaa bak ahıra, amca güranla narinin annesi ‘Halimeyi Samanlıkta Bastılar’ türküsünü söylüyorlarmış, narin de tef çalıp Güranları oynatıyormuş, dahası Sarte’nin “Cehennem Başkasıdır” sözüne nazire yaparcasına anahtar deliğinden izliyormuş yaaa.
Hâsılı ATV Sabah Grubu Şov TV’si hatta CHP’nin hortum dayanmış Kanalları hep birlikte bu şarkıyı çalıp Kürt coğrafyasında yeni bir cinayet organizasyonun teşekkül ettiğini gözümüzden gizleme derdinde. Hizbullah yeniden reorganize ediliyor ama bu kez mesele çok daha karmaşık Hizbullah Türkiye’nin dinselleşme serüveni ile göçebe çobanıl asabiyetin şiddet üreten asabiyetini öğretiyor bize ama bu da ayrıca ele alınası bir konu olmakla birlikte Narini öldüren gaddarlıkla çok da içiçe. IŞİD, Narin İslamcılık ve Çobanıl asabiyet aynı toprakta büyüyen bir ağacın iki dalı ve aynı gövdeden çıkıyorlar.
Çuvaldan Fırlayan Bacak Egemenlik İlişkilerine İşaret Ediyor
Şimdi gelin hep birlikte derenin mırıltısına kulak verelim, dere aynı zamanda bir ekran. Aniden çuval minik narinin adı gibi minik bedenini koydukları çuval beliriyor dere ekranında ve bir iskelet olmuş bacak kemiği zınk diye fırlıyor çuvaldan ve aniden yön tabelaları çıkıyor o bacak şimdi bir ok olmuş bize bir yeri gösteriyor. Ne mi o? Pek seçemedim buradan biraz uzak bana, ama sanki bir yün yumağına mı benziyor ne. Etiketinde de Madein Ulus devlet mi yazıyor ne, yook daha yakınlaştırdı kamera etikette bir sürü yazı var, tahakküm yazıyor, kabile yazıyor, devlet yazıyor, hiyerarşi yazıyor yazıyor da yazıyor.
Evet, şimdi etiketteki yazıların bazılarını deşifre edelim. Ne diyor tahakküm diyerek. Tahakküm bir siyasi egemenlik ilişkisi ama aynı zamanda zor denen şiddet biçimini de içeriyor. Şimdi Güran ailesini yün yumağındaki ip farzedelim, en uçta hiyerarşik ilişkiler var çok eski bu ilişkiler insanlığın henüz kabileler halinde yaşadığı bir döneme uzanıyor kökleri.
Bu dönem de Hayvancılıkla uğraşan göçebeler de var en sert hiyerarşi de orada kurulmuş bir zamanlar beraber yaşanan ortak olan kabile de birileri üst olmuş diğerleri ast. Ast olanlar üst olanlara taabi.
Şimdi zamanımıza gelelim ve Kürt coğrafyasına bakalım bu coğrafya da bu ast üst ilişkileri zamanla toprakla bütünleşmiş ve ağa denilen bir şef oluşmuş. Ağa’nın ait olduğu bir aile var, bu aile bir sürü akrabalık ilişkisi ile bir sürü dalı olan bir ağaç. Aşiret dediğimiz bu yapıda dikey bir sınıf ilişkisi var akrabalar bir zincirin halkaları gibi birbirine eklenmiş. O zincirin en büyük halkası ise işte o ağa denen aşiret reisi. Eskiden en büyük sürü ona aitti, sürüsüyle, kadınlarının çokluğu ve o kadınların doğurduğu çocuklar hepsi o aşiretin üyeleri. Onlar da babaları gibi çok kadınla evleniyor o kadınlar da çok çocuk doğuruyor. Zaten bir zamanlar eşiti olduğu kadın artık artık erkek için sadece bir kuluçka makinesi o kadınlar arasında da en fazla erkek çocuk veren kadınların en üstü, çocuklar da kendi içlerinde bölünmüş durumda yaşça en büyük ve babaya en yakın olan diğer kardeşlere hükmetme hakkına sahip, burada erkek her daim üstün, kız çocuklar ise kurulacak geniş güç koalisyonlarında bir hediyelik eşya. Çocuk denen varlık hem iş gücü, hem güç, hem de aşiretin askeri aşiret büyüklerinin her sözü bir yasa. Diğerlerine yani aşiretin mensubu olmayanlara gelince eğer akrabalık bağı ile yani kız alıp kız verilerek bir bağ kurulmamış ise onun çok bir önemi yok. Kimi zaman tetikçi, kimi zaman işçi ama sofrada yani hiyerarşi ve kan bağı ile birbirine eklenmişlerin arasındaki yeri herhangi bir eşya kadar. Kız çocuklarının yeri de öyle. Kendilerine ait bir söz hakları yok. Aile büyükleri denen yaşça büyük olanlar başta aşiret konseyinde yeri olan herkes birer egemen şef, ağa ise o konsey tarafından atanmış kişi egemenlik ilişkilerini, aşiret denen organizasyonu o yönetir ama verilen yetkiyle. Bu da otorite dediğimiz şey yani hükmetme yetkisine sahip egemen. Gücünü bu hiyerarşik sıra düzeninden alıyor. İşte bacak yumağın bu ilk ucunu gösteriyor. Narine kolayca kıyılmasını sağlayan bu egemenlik ilişkileri. Bu yapı en büyük şekli ile henüz modern kapitalist kentleşmenin tam hâkimiyet kurmadığı Kürt coğrafyasında hâkim.
Küçük Egemen Büyük Egemen
Şimdi bu mikro egemenlik ilişkileri Güran ailesinde gördüğümüz gibi Makro yani Devlete ait alandaki egemenlik ilişkilerine eklemlenmiş. Aşiret olarak aile İslami kültürel siyaset evrenine ait bu nedenle de Hüda-Parı da AKP’yi de enine kesiyor. Bu İslam kültürü hiyerarşik egemenlik ilişkileri gibi kalpsiz. Ataerkillik denen erkeğin kadın üzerinde hâkimiyet kurmasına imkân sağlayan bir cinsiyet hiyerarşisini benimsiyor. Çünkü sonuçta Kürtler gibi Araplarda kabileciler, hiyerarşik ilişkiler orada da var otoriter ilişkilenmeler nu ilişkilenmelerden doğan egemenlik ilişkileri onlarda da var ve akraba din Musevilik de yahut İbrahimilik anlamında İbranilik de erkeğe güç veriyor. Köle efendi ilişkisi gibi kurgulanmış aile düzeni içinde o sert erkekçe ilişkiler de kadına da köleye de daha iyi muamele yapılması öğütlense de sert çekirdeği kırmak mümkün değil. Bu anlamda kabileci düzenle din içiçe geçmiş bu coğrafya da ve Devlet denen kurum da bu mikro egemenlik ilişkilerini destekliyor. Egemenlik ilişkileri birbirine dikişlenmiş olduğundan Aile ile kurulan “sen benim sırtımı yağla ben de seninkini” diyen bir ilişkiler yumağı içinde yüklenilen işlevler var. Güran ailesi gibi bir sürü aile bölgede mini devlet rolüne sahip. Hizbullah denen gölgenin bu kadrajda yer alma nedeni de bu. Öncelikle şunu söyleyeyim Narin ne ilk ne de son olacak çünkü bu cinayetleri besleyen zemin sökülmedikçe bugün Narin yârin Zarife olabilir ya da Berivan olur. İsimlerin önemi yok erkek denen mini devletin hâkim olduğu bu yapıda kadının da çocuğun da yeri şairin dediği gibi toprak kadar öküz kadar değerli değil. Peki, bu yapı değişiri mi hem evet hem hayır. Öncelikle devlet için yörede asilere karşı savaşacak bir güç bu aşiretler ve aynı zamanda bürokratik asalaklara bir biçimde zenginlik de üretmiyor değil ama esas değer ekonomik değil. Her şeyden önce tıpkı bir ordu gibi emir komuta zinciri içinde aşiretler kime oy verin derse ona oy verilir. Köylerdeki sert hiyerarşi içinde verilen emre uymayan sert biçimde tasfiye olur. Geçiminden yerinden hâsılı her şeyinden olur ve sosyal bir ölüme mahkûm edilir. Bu sadakat içinde devlet de bazı şeyleri görmez. Mesela kaçakçılık yaparsınız, cinayet işlersiniz eğer devlete sadıksanız ona fayda üretiyorsanız bunlar üzeri kapatılabilir kusurlar olarak kalır yeter ki Narin de olduğu gibi kamuoyu baskısına neden olunmasın. O zaman devlet sizi içi ezile ezile harcar. Ne aşirette ne devlette düşenin dostu olmaz vicdan, merhamet, sevgi vb. şeylerin yeri yoktur zaten o sert ataerkil iklimde. Kemal Tahir’in romanında dediği gibi kurtlar sofrasında düşen diğer kurtlara yem olur.
Buraya kadar Narin cinayetinin sosyolojik zeminini esas olarak Kürt coğrafyası üzerinden yazdım ama sözünü ettiğim hiyerarşi ve tahakküm sadece bu coğrafyaya özgü değil. Türkiye coğrafyasını bu coğrafyanın bir kısmının içinde olduğu Arap-İslam coğrafyasını da içine alıyor. Ancak mikro iktidar makro iktidar ilişkileri evrensel yani her yerde var.
Bırak Rüzgâr İçeri Dolsun
Özetlersem Narini öldüren sosyoloji bir siyasi sosyoloji bu sosyoloji de başat güç hiyerarşi. İklimi sertleştiren de hiyerarşinin yoğunluğu, Hiyerarşi ne kadar keskinse şiddet de zor da o denli yeğin olur. Türkiye’nin düzeni sert bir hiyerarşi üzerine kurulu bu düzeni kuran devleti demokratikleştirip o özgürlük denen tertemiz rüzgârın her yere esmesini sağlayamaz isek daha çok Narin ölür. Bu bakımdan topyekûn bir özgürleşim mücadelesi veremezsek çocuklarımızı da kadınları da koruyamayız. Bugün AKP olur yarın CHP çok fark etmez siyaset yönünü devletten topluma çevirmedikçe özgürleşemeyiz ve bu özgürleşme süreci toplumsal hayatı da içerebilmeli ve güç ilişkilerine dayalı bir toplumsal hayattan eşitlik ve tahakkümsüzlük olarak özgürlüğe yol alabilmeli. Kısacası yol uzun varılacak menzil çok.
Hâsılı bir bacak bizi yumağın çözülmesine imkân verecek bir ipe işaret etti, ama yönler bakımından çok bereketli bu bacak o yüzden gelin üçüncü yazı da devlet, mafya, narin, ahbap çavuş kapitalizmi filan derken bir Türkiye çözümlemesi yapmaya ilk adımı atalım.