Yazıma bir tanımla başlamak istiyorum. Çünkü yaklaşık otuzbeş yıldır bu ülkede feminist bir kadın olarak yaşamımı sürdürüyorum. Ve bu yıllar boyunca duyduğum en sık cümle feminizmin bir erkek düşmanlığı olduğu üzerine. Her seferinde de yılmadan sorduğum birkaç soru var. Düşmanlık nedir? Feminizm hakkında ne okudunuz? Kaç feminist tanıyorsunuz? Ve aşağıda verdiğim düşmanlık tanımlarından kaçını feministlerden gördünüz?
Düşman, çıkarları tehdit eden (kimin çıkarları?) ve bu tehdit nedeniyle çeşitli mücadeleler içine girmeyi gerektirecek düzeyde ihtilaflı bulunulan kişi ve grupları ifade eder.
Düşman sözcüğü köken itibarıyla Farsçadır. Avesta dilindeki duşmānah (kötülük düşünen) sözcüğünden gelir. Dus- “kötü, bozuk” biçiminden evrilmiştir.
Düşman ne yapar? Döver, öldürür, eve kapatır, ısrarla takip eder, manipülasyon uygular, eşya muamelesi yapar vs.
Peki bu düşmanlık için kimin çıkarları tehdit altında?
Ataerkil yaşam formunun tanımına da bakalım o zaman. Ataerkillik (patriyarka), soyda babayı temel alan ve ailede çocukları baba soyuna mal eden, toplumda ve yönetimde erkeklerin güç sahibi olduğu, kadınların çoğunlukla dışta tutulduğu düzeni ifade ediyor.
Bu yaşam formunun, sosyal, siyasal, hukuksal, toplumsal her alanda eşitlik temelinde oluşmasını istemek feminizmin temel düsturudur. Erkeklerin konforlu alanlarını, çıkarlarını tehdit eden bir yaşam felsefesi karşısında düşmanca tavırlar sergilenen bir toplumda şiddet olağanlaştırılır. Ve karşı duran herkes bu şiddetten nasibini alır.
Peki biz nasıl bir toplumda yaşıyoruz?
Nasıl bir toplumda yaşadığınızı anlamanız için, o toplumda çocukların, kadınların, engellilerin, yaşlıların ve yaşam alanlarını ellerinden aldığımız hayvanların nasıl yaşadıklarına bakmak yeterli.
Çok uzağa gitmeye de gerek yok bunun için. Kendi hayatımıza göz atarak başlayabiliriz. Ama yakın zamanda yaşadığımız bir trajedi artık buz dağının görünmeyen yüzünü de yine, yeniden gözümüze soka soka öyle ortaya koydu ki; bu ülkede bütün dezavantajlı canlılar birilerinin elinde güçlerinin kobayı durumunda. Bu girizgahtan sonra;
Narin Güran neden öldürüldü?
Narin’in trajik ölümü, Türkiye’de çocuk istismarı meselesini bir kez daha acı bir şekilde gündeme taşıdı. Bu olay, sadece bir çocuğun hayatına mal olan bir trajedi değil, aynı zamanda toplumun derin yaralarını ve çözülmesi gereken sistematik sorunları gözler önüne seren bir olay. Çocuk istismarının sadece bireysel bir sorun olmadığı, köklü ideolojik ve kültürel yapıların bir sonucu olduğu gerçeği, bu olayın ardından daha net anlaşıldı.
Mecliste Narin’in kim tarafından, neden, nasıl öldürüldüğüne dair verilen soru önergeleri reddedildi. Neden? Narin neyin kurbanı?
Patriarkal Sistem’in kurbanı her şeyden önce. Bu durum, çocukların korunması gereken varlıklar yerine, erkeğin mülkü olarak görülmesine yol açarak istismarı vakayı adiyeden hale getiriyor.
Şiddet kültürü ‘benim istediğimi isteyeceksin’; toplumsal cinsiyet rollerine uymayan davranışların ya da üstü örtülmeye çalışılan her durumun şiddetle cezalandırıldığı bir kültürde çocukların da şiddete maruz kalmasına neden oluyor.
Kitle iletişim araçlarının, çocuklara yönelik şiddeti ‘cinnet’ ‘hastalık’ söylemleriyle tekilleştirme, münferit olarak gösterilme ve nihayetinde meşrulaştırma girişimleri de bu şiddettin artmasındaki rolü azımsanamaz.
Nedir bu ülkede çocuk olmak?
Minik bedenlerden akan kan, masum gözlerde yanan umutsuzluk ateşi. Ülkemizin en karanlık sırlarından biri olan çocuk istismarı, artık saklanamayan bir gerçeklik olarak karşımızda duruyor. Çocuk cinayetleri, tecavüzler, çocuk işçi sömürüsü gibi dehşet verici olaylar, çocukların ne denli korunmasız ve savunmasız olduğunu gözler önüne seriyor.
Çocuk yaşta evlendirme de tecavüzü ve her türlü şiddetin yolunu açan, çocukların gelişimini engelleyen ve aileyi kutsal kavanozuna sıkıştırarak egemen zihniyetin çıkarlarını korumaya çalışan bir sistematik.
Çocuk işçiliği, minik bedenlerin ağır yüklerin altında ezildiği, hayallerinin çalındığı bir kölelik sistemi. Fabrikalarda, tarlalarda, evlerde çocuklar, ucuz iş gücü olarak kullanılıyor, gelecekleri karaborsada satılıyor. Bu durum, sadece ekonomik bir sorun değil, aynı zamanda bir insanlık suçudur.
Çocuk istismarı, sadece fiziksel bir şiddet değil, aynı zamanda psikolojik bir yıkım. Bu çocuklar, ömür boyu sürecek yaralarla yaşamak zorunda kalacaklar. İnançları sarsılacak, güvenleri zedelenecek, hayata karşı umutları tükenecek.
Bu tablo, sadece bir suç değil, aynı zamanda bir ideolojinin ürünü. Bir korku imparatorluğunun, insanlık dışı yöntemlerle güç kazanma çabası. Çocuklar ise bu karanlık oyunun en kolay hedefi. Zira onlar, güçsüzler, sesleri kısık ve kolayca manipüle edilebilirler.
“Masumiyetin Katledildiği Karanlık İmparatorluk”
Çocuklar, toplumun aynasıdır. Onların gözlerindeki ışık, geleceğe dair umutlarımızı besler. Ancak bugün, bu ışık, acı ve korku ile karışmış durumda. Masum bedenler, kirli oyunların kurbanı haline getirilirken, bizler seyirci mi kalacağız?
Peki, bu dehşetin sorumlusu kim? Sadece doğrudan işlenen suçlular mı? Elbette hayır. Bu sistemin bir parçası olan herkes, bu suçun ortağı. Sessiz kalanlar, görmezden gelenler, kayıtsız kalanlar…
Çocuk istismarı, sadece bir bireyin sorunu değil, tüm toplumun sorunudur. Bu sorunu çözmek için, bireysel ve toplumsal duyarlılığın artırılması, yasal düzenlemelerin güçlendirilmesi, eğitim sisteminin çocuk hakları konusunda bilinçlendirilmesi gerekiyor.
Çocukların geleceğini karartmaya çalışan bu karanlık güçlere karşı durmak zorundayız. Sesimizi yükseltmeli, mücadele etmeli, çocukların haklarını savunmalıyız. Unutmayalım ki, çocukların gülüşleri, dünyanın en güzel müziğidir. Bu müziği susturmaya kimsenin hakkı yok!
Bizlerse sadece istatistikler sunuyor, raporlar hazırlıyoruz, ama çözüm üretmekte zorlanıyoruz. Sanki bu durum, çözülemeyen bir denklemmiş gibi.
Hukuk sistemine baktığımızda istismar eden ceza almıyor, kısa bir göstermelik ceza ile serbest bırakılıyor ve yine aynı erkek egemen yapının ve bu yapının kanunlarının çocukları korumaması da şiddettin giderek katliam derecesine ulaşmasına neden oluyor.
Güçlünün güçsüzü koruma sorumluluğu
Nasıl yapmalı?
Kendine yeten, karar verme mekanizmasının geliştirileceği, dayanışma kültürünün oluşturulacağı, saygı, sevgi kavramının yeniden ele alınacağı başka bir yapının altını kurmak zorundayız. Çocuklara ödül ve ceza sistemi içinde hayatı öğretmek son derece yanlış ve hiçbir faydası olmayan, çocuğu sürekli yarış halinde tutan sağlıksız yapılardır. Çocuklar yasaklarla büyütülmemeli. Her konuyu anlayabileceği yapıda eğitim mekanizmalarının geliştirilmesi gerekmekte. Yaşadığı her olağandışı durumu ifade edebileceği yapılar oluşturulmalı. Aile, okul, hastane, aile hekimleri, kamu spotları, televizyon, sosyal medya, seyahat ettikleri servisler, otobüsler, billboardlar. Özetle her yerde yardım alabileceği mekanizmalar geliştirilmeli.
Narin Güran cinayeti, Türkiye’de çocuk istismarının boyutlarını bir kez daha gözler önüne serdi. Bu sorunun çözümü için bireysel, toplumsal ve devlet olarak hepimizin sorumluluk alması gerekiyor. Çocukların güvenli bir gelecek için yaşam hakkına sahip olduğunu unutmamalıyız.