Sonda söyleneceği başta söyleyip başlığa atıfta bulunayım. Bana göre ülkede politik anlamı ile bir ekoloji hareketi yok, daha çok çevre duyarlılığı olarak ifade edilecek bir doğa korumacı ama siyasi duruşu ile çevreci bir toplumsal hareket var. Ve mesela Hayvan Hareketinde tanık olduğumuz alabildiğine genç bir kitlenin kamuya yansıyan genç bir yüzü çoklukla yok. 99 Dernekle en geniş çatı örgütü konumundaki Ekoloji Birliği bile genç bir eş sözcü seçmiş olmasına karşılık, kamuya daha çok yaşlı yüzler yansıtıyor. Oysaki bunun tersi olmalıydı.
Yanlış anlaşılmasın yaşlıların bu harekette yer almasına karşı değilim, aktif olmalarına da. Yaklaşık 30 yılını bu mücadeleye veren ihtiyar bir eko anarşist olarak ben de yaşını başını almış biriyim. Ama ruhum fizik bedenimin aksine olabildiğince genç, diğerleri için de bu kural geçerli bunu biliyorum ruhları yılların mücadelesi ile genç, dimağları yeni gelişmelere açık. Bu nedenle yaşlıların bu harekette deneyim bakımından önemi var Sonuçta yaşlılık esas olarak bir kolektif hafızayı, geleneği, geçmişten geleceğe taşınacak bir birikimin temsilidir zaten Modern zamanlar yaşlıları bir fosil olarak görse de safra muamelesi yapsa da o deneyim çok değerli. Bu noktada gençlik savunum modern kültürün gençlik fetişizmine değil kuşaklar arası bir bayrak yarışı mantığına dayalı.
Yaşlılar (burada daha çok benim kuşağım olan 75’liler söz konusu) Ülke siyasi tarihini, siyasetini biliyorlar. Uzun zamandır süregelen bir siyasi mücadele tecrübesine sahipler. Yıllardır süregelen çevre mücadelesi içinde pişmişler. Bu yönden gençlere aktaracakları ciddi bir birikim var. Ama çoğu tam da yaşlarından kaynaklanan sol muhafazakâr bir duruş ve dile sahipler. Sık sık 70’lerin dili ile konuşuyorlar. 75 kuşağından gelen devrimci sosyalistler olarak o sürecin bir dolu arızasını da istemeden bile olsa harekete taşıyorlar. Bu en çok söylemde görünüyor kullanılan kavramlar o yılların sosyalist hareketinin kavramları. Mesela şu anda ülkeyi kasıp kavuran bir yangına dönüşen madenler için Kazdağlarından başlayarak kullanılan sol milliyetçi bir kavram olan sömürge madenciliği kavramı, adeta çevre hareketinin dilini esir almış durumda. Sanki Kazdağlarının üzerine bir hortlak gibi gölgesi düşmüş olan Cengiz Holding Amerikalı yahut Akbelen Ormanlarını kazıyan Kolin İnşaat Çok Uluslu bir İngiliz Şirketi, ülkenin her yerini yara bere içinde bırakan taş ocakları Japonya’dan geliyor. Hepsi de buralı hatta ülkemizdeki aktif madenlerin sahipleri olan şirketlerin nerede ise %80’i yerli. Hatta çok uluslu maden şirketlerinin ortakları bile yerli. Hal bu iken yetmişlerin yeni sömürgecilik kavramından türetilen sömürge madenciliği yaşanan pratik bakımından da kapitalizm literatürü bakımından da yanlış.
Eskimiş Kavramsal Milliyetçilik: Sömürge Madenciliği
Sömürge madenciliği kavramı Afrika’da gerçeklikle birebir örtüşürken bizde ayakları yere basmayan ve vahşi bir yağmacılıkla oluşmuş crony kapitalizm ya da bizdeki adıyla ahbap çavuş kapitalizmi yaygın kullanımı ile yandaş sermaye yağması ülkeyi tarumar etmiyormuş gibi, daha çok altın madenciliği için ülkeye giren çok uluslu maden şirketleri için türetilmiş ülkenin kaynaklarını ucuza yağmalayan şirketlere kapı aralayan madencilik kanunu da gönderme yapıyor. Bu solcu görünümlü cehaletin neresi düzeltilmeli diye düşünüyorum. Cehalet çünkü çok uluslu şirketlerin gezegen yağmasını emperyalizm kavramına sıkıştıranlar doğanın şirketlerle sömürülmesindeki asli dinamikleri de bilmiyorlar. Daha çok Perinçekin sağcı ama solcu dille konuşan yabancı düşmanı tınıları da olan nasyonal sosyalist dilini ödünç alan bu kavram, yukarıda da belirttiğim gibi 70’lerdeki yeni sömürgecilik kavramından feyz alıyor. Oysaki eko sosyalistler bu cahil dil yerine Marks’ın ilksel birikim kavramına dayanan bir dil ile bu olguyu ele alıyorlar dünyada. Kısacası kapitalist gelişmenin dinamiklerinden bir haber, eski milliyetçi solcuların Kazdağları mücadelesi esnasında Kanadalı altın şirketine karşı verilen mücadeleyi bir kurtuluş savaşı gibi sunma çabasından çıkan bu sağcı-solcu kavram, bir anda benimsendi CHP’nin de üzerine balıklama atlaması ise şimdilerde Cumhuriyetçi Vatanseverler gibi ne kuş, ne deve bir siyasi yapının eprimiş yani artık eskilikten delik deşik olmuş dili olarak tedavülde tutuluyor. Oysaki bu kavram yerine gerçekliğe birebir oturan şirket madenciliği, yandaş sermaye yağmacılığı gibi daha fazla buralı kavramlarla topluma konuşmak varken 70’lerin dilini 2024’de kullanmak, klasik kapitalizmin bile kabuk değiştirdiği bir çağda bu dili kullanmak hem kendi siyasi dünyasında bile oluşan gelişmelere kayıtsız/bigâne kalmış bir okuma tembelliğini zihni diri tutamayan bir bunaklığı gösterir.
Bu dil öyle yerleşti ki Karıncalar Karedeniz Hareketlenmesinin ateşleyicisi Aslı Kahraman Eren dostum bile bu sol muhafazakâr dilin cazibesinden kurtulamamış “sömürge madenciliği” kavramını kullanmış. Ki Aslı bu siyasetten çok farklı bir siyasi gelenekten gelen her şeyi ile buralı bir adalet mücadelesidir ve dimağı da kavramsal düzeyde bile oldukça gençtir. Kavram bizde ne yazık ki oldukça milliyetçi tınısı oluşan anti-emperyalizme, meşum kurtuluş savaşı retoriğine yetmişlerde deniz gezmişlerin sol Kemalist ufkunda teşekkül eden yurtsever perspektife yaslanıyor. Ancak diğerlerinden farklı olarak Aslının bu kavrama gönderme yapmasında bir siyasi strateji olduğu kanısındayım. Muhafazakâr ve Milliyetçi yönü ağır basan Karadenizlilere seslenirken onlarla yakınlık kuran, bu yakınlıkla onları maden karşıtı mücadeleye katmaya çalışan bir strateji. Bunu popülist bulsam da mücadelenin aciliyeti ve mücadelenin bölge halkını içine çekmeden kazanılamayacağı gerçeği ile bunu siyasi mücadele deneyiminden devşirilmiş bir strateji olarak anlaşılır bulduğumu da söyleyebilirim. Üstelik sol milliyetçi dilin alameti farikası olsa bile Aslı da bu milliyetçilik bir eko yurtseverlik olarak tezahür ediyor. Karadeniz’in dağlarından, ormanlarından ve ırmaklarından feyz alam bir yurtseverlik bunun politik ekolojideki karşılığı biyo bölgecilik.
Ancak çevreci harekette bu dil eko yurtsever bir biyo bölgeciliğe yaslanmıyor. Daha çok Çok Uluslu Şirketlerin coğrafi kökenine gönderme yabancı karşıtı bir tını taşıyor. O zaman da esas olan şirket madenciliği olmaktan, madenciliğin kendisinin bir ekolojik zararlı olmaktan çıkıp madencilik faaliyetini yürüten şirketin kendisi ve coğrafi kökeni öne çıkıyor. Burada ekolojik coğrafya mesele kazdağları, mesela Bergama’nın dağları denizi filan dolgu malzemesine dönüşüyor. Tam da bu nedenle 1970’lerin söyleminin 2024’teki tekrarı yaşlılığın alameti farikası oluyor. Dahası ekoloji mücadelesi esas olarak gelecek kuşakların davası iken gelecek kuşakları temsil eden bir yüz değil de geçmiş ve artık ölüme yakın duran bir kuşağın medyatik yüz olarak ortaya çıkması hareketi ihtiyarlatıyor.
Yaşlı Yüzlerin Görüntüsü
Bu fikri pekiştiren iki görsele dikkat çekeceğim. Birisi hafta sonu akbelen orman direnişinin yıl dönümü vesilesiyle yapılan şenlikli toplantıydı- yeri düşmüşken bu şenlik biçimindeki mücadelenin de sıkıntılı yanları olduğuna değineyim. Politik Ekoloji literatüründe bu literatürün oluşumunda önemli bir yeri olan Şilili bir düşünür olan İvan İllich vasıtası ile literatüre giren şenlik kavramı düğün, neşe gibi kavramları değil çeşitliliği, basitliği ve toplumsal faydayı, yerelliği ifade eden bir kavram ve coşkulu, keyifli gibi anlamları olsa da esas olarak özerkliğe gönderme yapan bir kavram[1]. Buradaki coşku araçların kişiye verdiği güçten kaynaklanan bir haz duyma duygusu yaptığı şeyden keyf duyma bu yönüyle de zanaatkârlığa bir göndermedir. Yoksa düğün keyfi, neşe içine eğlenmek anlamını taşımaz.
Mücadele neşe de içerebilir elbette, mesela 1968 başkaldırısı için efsaneleşmiş bir anlatı vardır. Söylenene göre isyancılar bir yandan barikatlarda polise Molotof sallarken, diğer yanda piyanodan çıkan müzik sesi, sevgiliyle yaşanan aşkın öpüşmesi de buna eşlik eder. Ha keza ömrü barikatlara destekle geçen Bakunin müthiş neşeli bir devrimci portresi çizer.
Asık suratlı ciddiyeti hicivle altüst etmek, beton grisine benzeyen koyu renkli takım elbiseye karşı meclise alabildiğine renkli kıyafetlerle gelen saksıda çiçeği meclisteki yerlerinde eksik etmeyen Yeşiller de neşeli mücadele pratikleri koydu. Hâsılı karnaval görüntüsü çizen o havada müzikli danslı direnişler çağdaş mücadele pratiklerinde çoktur. Ama bunu adeta bir ezbere dönüştüren yaklaşım da en az asık suratlı, öfkeli yüzlerin öne çıktığı mücadeleler kadar tek boyutlu olabilir. Önemli olan mücadelenin çoğul biçimleridir, yeri geldiğinde öfkeli bir yüz en az neşeli yüz kadar şenlikli neşelidir de.
Bizde ki şenliklilik mücadelenin çok yönlülüğünden çok, devlete verilen bir “tehdit değiliz, tehlikeli değiliz, bize dokunmayın” mesajı ve tam da bu nedenle bence berbatlaşan bir pratik. Akbelen de pek ala da ormanlara yas tutan ağırbaşlı bir anmada düzenlenebilirdi ve bence çok daha anlamlı olurdu, Kolini Akbelen’de süren bir zafer olsaydı bu şenlik bir zafer şenliği olarak çok da anlamlı olurdu oysa Akbelene düşen zafer neşesi değil kayba duyulan yas olmalıydı. Bu olguda hareketin yüzünün yaşlılığının bir başka yönü.
Akbelen’de düzenlenen o şenlikte dikkatimi çeken gençlerin azlığıydı oysaki şu an Akbelenin ilan edilmemiş sözcüsü Necla Işık’ın kızı Esra Işık gibi görünüyor ve Esra genç bir yüz, üstelik ninesi ile kesimler esnasında onu korumaya alan görüntüsü, annesinin çırpınışları ve siyasi bir figür olarak muhtarlıkla sonuçlanan Akbelen yüzü olmaklığıyla üç kuşaklık bir direniş görüntüsü vererek çok anlamlı, çok doğru, dahası gelecek kuşaklar vurgusuna amiyane tabirle cuk oturuyor. Esra’nın yanın da bir dolu gençle (farklı illerden gelen) birlikte bir direniş komitesi görüntüsü hem gelecek kuşakların hayatına olumsuz müdahale olarak hafızalarda yer tutardı, hem de mücadelenin genç oluşu ile dinamizm vurgusu önde olurdu.
Köyden Köye Fark: Bergama da İhtiyar Akbelen de Genç
İkinci görsel ise Bergama’daki yangınların ardında maden şirketinin olduğunu söyleyen yerel çevre örgütünden. Gazetede yer alan fotoğrafta açıklamayı yapan yerel çevre örgütünün sözcüsü de yaşlı başlı bir amca. Bergama’daki maden en çok çocukların hayatını tehdit ediyorken, kadınların doğurganlığına bir tehditken basına görüntü veren kişinin yaşlı bir amca olması büyük bir talihsizlik. Oysaki basına konuşan kişi bir kadın olsaydı ve madenin gelecek kuşaklara olan tehdidini ifade etseydi bu çok daha doğru bir mesaj olurdu. Ama sonuçta yerel direnişçiler köylüler ve orada erkek hâkimiyeti olağan bir kültür. Bunun neticesi köyün yaşlıları belki de muhtar doğal olarak basına konuşuyor. Ama bunun da değişimi mümkün olabilirdi eğer oradaki mücadele derine işleyebilseydi kültürü de dönüştürebilirdi. Akbelen’de olan Bergama da neden olmasın ki sonuçta Akbelendeki yerel direnişçilerde orman köylüsü.
Çevresel kaygılar şu anda batılı ülkeler de olduğu gibi bizde de en fazla gençlerde ve çocuklarda çok önemli bir yere sahipken bu direniş şenliğine hâkim olan görüntünün yaşlı nüfus olması, çevre hareketi bakımından gözden geçirilmesi gereken bir eksiklik. Çevre hareketi kuşaklar boyunca devam edecek bir hareket ise mücadelede kuşaklar boyu devam eden bir bayraklı maraton koşusu/yarışı ise biz yaşlılar deneyimlerimizi bilgeliklerimizi harekete bırakılan bir miras olarak devrederken, bayrağı da gençlere bırakıp ön saflarda gençlerin olmasını sağlamlalıyız.
[1] İllich kavrama yüklediği anlamı şöyle ifade ediyor “(Convivality) kişiler arasındaki özerk ve yaratıcı etkileşimi ve kişilerin çevreleriyle etkileşimini ifade ettiğini düşünüyorum ve bu, kişilerin başkaları ve insan yapımı bir çevre tarafından kendilerine yöneltilen taleplere verdikleri koşullu tepkiyle tezat oluşturuyor. Coşkululuğun kişisel karşılıklı bağımlılıkta gerçekleşen bireysel özgürlük olduğunu ve bu nedenle içsel bir etik değer olduğunu düşünüyorum. Herhangi bir toplumda, coşkululuk belirli bir seviyenin altına düşürüldüğü sürece, hiçbir endüstriyel üretkenlik miktarının toplum üyeleri arasında yarattığı ihtiyaçları etkili bir şekilde karşılayamayacağına inanıyorum.”