Trump’ın yeniden başkan seçilmesi, ABD’deki kutuplaşmanın ne denli derinleştiğini ve iki partili sistemin “seçeneksizlik” ile sonuçlandığını gözler önüne seriyor.
İki partinin de sırayla güce sahip olarak aynı emperyal politikaları izlediği, ancak söylemlerle kitleleri yanıltmaya çalıştığı bir tiyatro bu. Trump’ın dönüşüyle yeniden sahneye çıkan tek taraflılık, askeri üstünlük ve ulusal çıkarlar doktrini, işçi sınıfını ve küresel barışı daha fazla baskı altına alacak gibi görünüyor.
Amerikan siyaseti, Trump gibi narsist bir liderin şahsında, emperyalist refleksleri daha keskin bir şekilde ortaya koyarken, sözde demokratik değerlere bağlı bir yapı ile bu saldırganlığa meşruiyet kazandırıyor.
Demokratlar ve Cumhuriyetçiler arasındaki fark, artık neredeyse görünmez hale gelmiş durumda. Demokrat Parti de “ulusal güvenlik” bahanesiyle göçmen karşıtlığını ve militarizmi içselleştiriyor. İşçi sınıfının ve emekçi kitlelerin sorunlarına ise her iki partinin de kör olduğu açıkça ortada. “Amerikan Rüyası” anlatısı artık sadece seçkinlere hitap eden bir masal olarak kalıyor.
Şiddet mi Barış mı?
Trump, yeniden göreve geldiğinde “Önce Amerika” sloganı altında küresel düzene meydan okumaya hazırlanıyor. Fakat bu meydan okuma, halkların barış içinde bir arada yaşamasını değil; aksine savaş ve şiddetin sürmesini, hatta yoğunlaşmasını hedefliyor.
Kendisini bir barış yanlısı olarak sunmasına rağmen, Trump’ın iktidarında dünyanın pek çok bölgesinde büyük çatışma alanları yaratılmıştı. Orta Doğu, Ukrayna, Güneydoğu Asya gibi sıcak bölgelerde Amerikan hegemonyasının dayattığı düzen, Trump döneminde daha tek taraflı ve saldırgan bir hal alabilir.
İran’a yönelik baskı, Trump’ın emperyalizmin yüzünü en çıplak haliyle sergilediği alanlardan biri olacak gibi görünüyor. “Nükleer tehdit” bahanesiyle İran’ın ekonomik olarak boğulması ve ambargolarla yıpratılması planlanırken, ABD’nin İsrail’e olan desteği gözle görülür bir şekilde artacak.
İsrail, bölgede hegemonya sağlama amacıyla askeri operasyonlarını sürdürmek için Trump’ın desteğini cebinde hissediyor. Bu desteğin, Filistin halkı için ne anlama geldiğini tahmin etmek zor değil. İşgalin ve ayrımcılığın katlanarak artacağı, bölgede savaşın derinleşeceği gün gibi açık.
Trump’ın “Amerika İçin Amerika” yaklaşımı, aslında “Sadece Amerika İçin” demek. Bu yaklaşım, dünyanın geri kalanını Amerikan çıkarlarına uydurma çabasından başka bir şey değil.
NATO ortaklarını harcamalarını artırmaya zorlayarak ABD’yi mali yükten kurtarmak, Trump’ın kapitalist bakış açısının bir uzantısı olarak görülmeli. “Emperyal Refleksin İki Yüzü” dediğimiz bu politika, ABD’ye ve onun şirketlerine fayda sağlarken, geri kalan ülkeler üzerinde baskı kurmayı hedefliyor.
Göçmenler ve İşçi Sınıfı
Trump’ın göçmen karşıtlığı, ABD’nin iç siyasetinde ciddi bir tehdit olarak karşımıza çıkıyor. Demokratlar, Trump’ın bu söylemini sözde eleştirirken, aslında kendi politikalarını da aynı eksende şekillendiriyorlar.
Sözde insan hakları savunuculuğu yapan Demokrat Parti, bir yandan da düzensiz göçmenlerin akışını durdurmak için sınır güvenliğini sıkılaştırmaktan bahsediyor. İşçi sınıfı, her iki partinin de retoriklerinden zarar görüyor. ABD’nin güney sınırına kurulan duvarlar ve göçmen karşıtlığı üzerinden yapılan siyaset, aslında kapitalist düzenin kendi iç sorunlarını örtbas etmek için kullandığı araçlar haline gelmiş durumda.
Sistem mi Trump’ı Kontrol Edecek, Trump mı Sistemi?
Trump’ın başkan olarak yapabilecekleri, kurumsal engellerle sınırlı gibi gözükse de, Trump’ın kurumları kendi çıkarları doğrultusunda manipüle etme konusunda oldukça yetenekli olduğu biliniyor.
İlk dönemde “kurumsal yapıyı Trumplaştırmak” olarak nitelendirilen süreçte, birçok kurumu kendisine ve politikalarına itaat ettirecek şekilde düzenledi. İkinci dönemde de bu süreç devam ederse, ABD’deki kurumsal yapı, halkın çıkarlarından uzaklaşarak yalnızca Trump’ın çıkarlarına hizmet eden bir aygıta dönüşebilir.
Kurumsal yapının manipülasyona açık olması, aslında ABD’deki demokrasi algısının ne denli yüzeysel olduğunu da ortaya koyuyor. Bu yapı, Trump gibi popülist bir liderin elinde bir diktatörlük aracı haline gelebiliyor. Halkın iradesini hiçe sayan bu iki yüzlü sistem, kendisini demokratik değerlerle süslese de, gerçekte yalnızca çıkarların ve güç savaşlarının yürütüldüğü bir arenadan ibaret.
Emperyalizmin Değişmeyen Yüzü
Trump’ın dönüşü, aslında ABD’nin emperyalist politikalarda sadece bir isim değişikliği ile aynı yolda devam edeceğini gösteriyor. Amerikan işçi sınıfı ve dünya halkları için bu dönüş, daha fazla baskı, sömürü ve şiddet anlamına geliyor.
Trump ya da onun gibi popülist liderler, gerçekte halkın çıkarlarını gözetmez. Onların hedefi, yalnızca kendi çıkarlarını ve emperyalist amaçlarını ilerletmektir.
Dünya, ABD’nin emperyalist çıkarları uğruna büyük bedeller ödüyor. Trump’ın yeni döneminde bu bedellerin artacağı, halkların ise daha fazla dayanışma ve direniş içerisinde olması gerektiği açıktır. Ancak gerçek bir alternatif inşa edilmediği sürece bu düzen değişmeyecek.
ABD’deki iki partili sistemin ve popülist liderlerin halkları bölmekten başka bir işlevi yok. Bu yüzden, halklar kendi kaderlerini eline alarak emperyalizme karşı mücadele etmek zorundadır.