Bir kentin belleği, onun kaldırımlarında, duvarlarında, mekanlarında ve hatta demir raylarında saklıdır.
Haydarpaşa Garı da İstanbul’un bu bellek dolu mekanlarından biridir. Bu gar, sadece bir tren istasyonu değil, tarihsel hafızayı ve bu kente dair bir aidiyet duygusunu temsil eder.
Ancak, sermaye ve iktidarın yıllardır süregelen talan projeleriyle karşı karşıya; Haydarpaşa, “binaların, otellerin ve AVM’lerin” gölgesinde bir tarihi değer olarak hayatta kalmaya çalışıyor.
2004’te Başlayan Haydarpaşa Direnişi: Trenlerden Betonlara
Haydarpaşa’yı sermaye projelerine feda etmek isteyen ilk plan, 2004’te TCDD’nin Alman BOES firmasıyla yaptığı anlaşmayla başladı.
230 bin metrekarelik alan, trenlerle değil, devasa otel ve ticaret merkezleriyle doldurulmak istendi. Amaç, tarihi bir garı, devasa binaların, çok katlı otellerin, alışveriş merkezlerinin bir parçası yapmaktı.
Bedrettin Dalan döneminde Tarlabaşı Projesi ile başlayan 2000’li yıllarının başından itibaren artan bir şekilde İstanbul’un birçok mahallesi gibi Haydarpaşa Garı da sermaye destekli dönüşüm projelerinin odağı haline gelmişti. Bu projelerin ardında, kamusal alanların ve tarihî yapıların hızla özelleştirilmesi, ranta açılması yatıyordu. Bu noktada “Kent kime ait?” sorusu güçlü bir şekilde yükselmeye başladı.
Haydarpaşa Garı ve çevresi için düşünülen projeler karşısında doğan Haydarpaşa Dayanışması, kent hakkını savunan aktivistlerin buluşma noktası oldu. Mimarlık camiasından Mücella Yapıcı* ve benzeri kent aktivistleri, dayanışma ruhuyla harekete geçerek bu projelere karşı direnişi başlattılar.
Haydarpaşa Dayanışması’na destek veren kent savunucuları kamusal alanların özelleştirilmesine, tarihî mirasın yok edilmesine karşı direnerek “kent hakkı” kavramını yeniden şekillendirdiler. Kentin sadece sermaye çevrelerinin değil, orada yaşayan halkın da olduğunu fikri yayılmaya başladı.
2008 yılına gelindiğinde ise dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, Haydarpaşa projesinin 5 milyar dolarlık bir gelir potansiyeline sahip olduğunu ve bu projeyi engelleyenlerin ülkeyi bu gelirden mahrum bıraktığını açıkça dile getiriyordu. Bu açıklama, iktidarın Haydarpaşa’nın geleceğini, İstanbul halkının ihtiyaçlarından ziyade kâr odaklı bir dönüşüm projesi olarak gördüğünü ortaya koyuyordu. Ancak Erdoğan’ın 5 milyar dolarlık “hayali” karşısında halkın direnci ve kamusal alanı koruma iradesi çok daha güçlüydü. Haydarpaşa Dayanışması’nın bu mücadelede aldığı mesafe, kamusal alanların kolektif bir irade ile savunulabileceğini gösteren bir örnek oldu.
u ortaya koyuyordu. Ancak halkın direnci, bu 5 milyar dolarlık hayalden çok daha büyüktü.
Talan Projelerine Karşı Bitmeyen Mücadele ve Olimpiyat Adaylığı
Haydarpaşa üzerindeki projeler ve sermaye baskısı hiç durulmadı. 2020 Olimpiyatları için Türkiye’nin adaylık başvurusunda Haydarpaşa Garı, kentin pazarlık unsurlarından biri olarak kullanıldı. Olimpiyat Komitesi projeyi kabul etmediğinde, Haydarpaşa bir kez daha kurtulmuştu. Fakat talan projeleri geri adım atmadı, aksine daha da büyüdü.
2010 yılında onarım sırasında çıkan yangınla çatı katı büyük zarar gördü. Ancak asıl amaç “onarım” değil, tarihi bir yapıyı sermaye çıkarlarına uydurmak, asansörlü bir sistemle turistik cazibe merkezi haline getirmekti. Kadıköy Belediyesi ve Haydarpaşa Dayanışması’nın tepkileri, bu planların durdurulmasını sağladı; fakat iktidarın Haydarpaşa üzerindeki projeleri sona ermedi.
Restorasyon, Arkeolojik Kazılar ve Turistik Trenlerle Göstermelik Bir Gar
2017’de, garın yeniden trenler için kullanılacağını duyuran TCDD, bir koruma kurulu kararı ile arkeolojik kazılara başladı. Yedi yılı aşkın süre boyunca yapılan kazılardan sonra, peronların ve rayların yerleştirilmesiyle bir kaç turistik tren getirilmesi planlanıyor. Bir metropolde banliyö tren hizmeti bu şekilde bir turizm gösterisine dönüştürülmek istenirken, İstanbul halkının asıl ihtiyacı olan erişilebilir ulaşım hizmeti ise göz ardı ediliyor.
Sermaye İttifakı ve Kültür Endüstrisi: Haydarpaşa’yı Kültür Turizmi ile Yutmak
Geldiğimiz noktada, Haydarpaşa’nın ulaşımdan ziyade bir “kültür ve sanat merkezi” olarak pazarlanmak istendiği açık. Kültür Bakanlığı ve TCDD’nin imzaladığı kira protokolü, garın tamamen sermayenin eline geçmesi anlamına geliyor.
İlgili bakanlıklar, Haydarpaşa’yı sanat ve turizm projeleri için özel sermayeye sunmaya hazırlanıyor. Sabancı gibi büyük sermaye gruplarının Haydarpaşa’ya göz dikmesi, bu mekana dair çıkar amaçlı beklentilerin büyüklüğünü gösteriyor. Kültür Bakanlığı’nın, bankaları ve sermaye gruplarını gara davet etmesi, bu projelerin, sermayenin kültürü tüketme amacının bir parçası olduğunu gözler önüne seriyor.
Haydarpaşa: Sermayenin Pençesine Karşı Direnişin Hafızası
Bugün Haydarpaşa’yı tamamen bir kültür endüstrisi malzemesine çevirmeye çalışıyorlar. Oysa bu kent hafızasının direnç sembollerinden biri. Bir tren garı, bir beton yığınına çevrildiğinde, o kent sadece hafızasını kaybetmekle kalmaz; kolektif hafızasını da yitirir.
Haydarpaşa’ya dair olan mücadele, sadece bir garı değil, toplumsal dayanışmayı, kolektif mücadeleyi ve kente sahip çıkma bilincini savunmak anlamına geliyor.
Bugün, Haydarpaşa Garı’na yapılacak her türlü müdahale, sermayenin betonlaşmış yüzüne karşı bir direniş çağrısı olarak karşımızda duruyor.
Yıkılmak istenen sadece bir gar değil, kentin kolektif hafızasıdır.
Haydarpaşa bir miras değil; ona sahip çıkanların, İstanbul’un gerçek sahiplerinin mücadelesidir.
(*) Mücella Yapıcı, kente ve kamusal alanlara dair adaletin savunulması konusunda her zaman rol oynadı. Tarlabaşı’nda sermayeye yönelik projelere direnen, Gezi Parkı’nın yeşil alan olarak kalması için mücadele eden Yapıcı, bu çabaları nedeniyle haksız yere cezaevine gönderildi