Hüseyin Aygün-Birgün-26.09.2024
Çağımızın en yaygın, en güçlü, en korkulan, en sevilen kavramı herhalde devlettir. Onun uğruna cephelere gidilir, ölünür, onun için bayrağa sarılınır, onun içindir tüm cinayetler ve sevaplar. “Devletin birliği ve bölünmez bütünlüğü” suçu, ceza yasalarında en ağır maddedir.
Şu ülkenin –binlerce evladını hapishanelere, darağaçlarına ve dağlara vermiş- sosyalist kuşakları bile “Bağımsız Türkiye” diyerek yola çıkmıştı -Ona sonraları bir de Kürdistan eklendi-. Şu son yıllarda –anti-emperyalizm unutulunca ve alttan alta- bu sloganlar da epey değişti.
Devlet denince hemen akla bir topluluk gelir. Devletin o topluluğun temsilcisi olduğu kabul edilir. Toprak, egemenlik, bayrak, ordu, yargı, eğitim ve kamu kurumları, vergi toplama, hapishaneler ve zor aygıtları, devletin ayrılmaz parçalarıdır.
O ihtişamlı, büyük, ezeli ve ebedi devlet şu kocaman dünyada küçük bir toprak parçasının hâkimidir. Ve genelde sınırlarındaki komşularıyla hep kavga halindedir. Devlet kadar sınırlar da kutsaldır. -AKP devletine pek uymasa da- aslında sınırdan girmek, çıkmak kadar zordur.
Kent devletlerinden imparatorluklara, ulus devletlerden sömürge devletçiklerine, insanların sınıflara bölündüğü tüm toplumlar, devletler kurdular. Devlet ortak bir anlaşmayı, sözleşmeyi, uyumu değil, çatışma ve uzlaşmazlığı temsil eder.
∗∗∗
Bu geçen 20. yüzyıl, “ulus devlet”in çağıydı. Birinci Dünya Savaşı bittiğinde her ulusun bir devleti olması gerektiği herkesçe kabul edildi. Kayzer Wilhelm’in Hollanda’ya kaçışı, İmparator XVI. Louis’in kaçışının bir devamıydı. 1918 -bir tür- Avrupa 1792’siydi (B. de Jouvenel).
Birinci Dünya Savaşı ile kurulan devletler, imparatorlukların –çoğunlukla gözü yaşlı- evlatlarıydı. İkinci Dünya Savaşı ile bağımsız devletler daha da arttı. Ama ne çatışmalar, ne de savaşlar son buldu. Devletin olduğu yerde sadece huzursuzluk vardı. İkinci Dünya Savaşı ile Amerikan ve Sovyet imparatorlukları soğuk savaş sahnesinde yerlerini aldı.
Bugün Amerika’da, Avrupa Birliği’nde, Rusya’da devletler var. Balkan devletlerinin –bugün- sayısını dahi tam bilmiyoruz. Bunların egemenliği hep tartışma konusu. ABD ve ortakları, Slovaklara, Makedonlara, Hırvatlara, herkese minik devletler sundular. Öyle ki aralarında kargaşa, çatışma ve savaş devam etsin. Hâlbuki devletsizlik, insanın en eski hayalidir.
İsmail Beşikçi’yi gözaltına alan polisler, bir keresinde “bu işlerle neden uğraştığını” sormuştu. O, polislere, dünyada kurulu olan yüz küsur devleti işaret edip, “Bir tane de Kürtlerin olsa ne zararı var?” sorusuyla cevap vermişti. Şimdi Amerika –tıpkı Balkanlar gibi- Kürtlere Kuzey Suriye’de de bir devletçik hediye etmekle meşgul. Oysa devlet var, devlet var.
∗∗∗
Elli altmış Müslüman devletin olduğu ama –şu aralar güçten takatten düşmüş Suriye istisnası hariç- tekinin bile İsrail’e posta koyamadığı şu vicdansız çağda, yeni bir “Müslüman devlet”in ayak sesleri Arnavutluk’tan yükseldi. Bu, devletlerden -ve hele onun çatı örgütü olan Birleşmiş Milletler ’den (BM)- bıkmış insanlık için pek de heyecan verici bir haber değil.
İçki içmeyi serbest bırakacak, kadınların başını kapatmayacak, “özgürlükçü Müslüman” ve “Vatikan tipi” bir devletin ilânı için düğmeye basıldı (İslam devletleri içinde, “özgürlük” denen şeyin zavallı hacmine bakar mısınız?). Bir zamanlar oraları “ıslah etmesi” için gönderilen Alevi-Bektaşi dede-babaların ardılları, şimdi bir devletin yapı taşlarını atacaklar. Böylece dünyaya, kan, terör saldırısı, kafa kesme ve bombalamalarla anılan İslam’ın, “başka bir yüzü” gösterilecekmiş.
Bu yeni devlet, antik veya emperyalizm çağının, eski veya modern devletin de inkârı iddiasında: Tüm insanlığa barış ve mutluluk vaat ediyor. Arnavutluk nüfusunun yüzde beşini oluşturan Alevi-Bektaşilerin devletinin –tıpkı gelenekteki gibi- ordu, sınır muhafızları ve mahkemesi de olmayacak. Vatikan’ın dörtte biri büyüklükte olan bu devlet, simgesel de olsa barış ve hoşgörü çağrısı yapacak. Krallar, padişahlar, prensler, emirliklerle yönetilen İslam devletleri içinde –ama Avrupa topraklarında- böyle yeni bir devlet, görelim