Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ile birlikte Erdoğan olağanüstü güçlere yol açan yetkilere kavuştu bu süreçte ülkede bir faşizm rejimi inşa edilirken diğer yandan da doğa olağanüstü denecek bir hızda yağmalanmaya gelecek kuşakların yaşam hakkından çalınarak bir çöl ülkesine dönüşmeye doğru bir yörüngeye oturdu. Bu durumla ülke toprakları bir parti üzerinde bir sermaye grubuna transfer edilerek temellük edildi. Araştırmacı Gazeteci ve gazete Duvar yazarı Bahadır Öztürk Duvar da yayınlanan o2.09.2024 tarihli yazısında bu duruma dikkat çekere Toprağın statüsü yeniden belirleniyor görüşüne yer verdi.
Bahadır Özgür yazısında Ormanların tek kişinin kararı ve imzası ile yapılaşmasını sağlayacak ve bir toprak özelleştirmesi kararnamesi olan bu kararnameye ilişkin Türkiye Cumhuriyeti’nde bir kişi, oturup 37 kentte, toplam yüzölçümü 26,7 km2’yi bulan 721 parseli orman dışına çıkarıp satışa sundu. Bundan daha ürkütücü bir yetki olur mu? “Üstelik ‘istisna’ ve ‘geçici’ sayılması gereken bir yetki bu. Darbeyi bırakın, ülke işgal edilse, işgalci gücün kullanmaktan çekineceği bir güç” diyerek bu yetkinin olağanüstülüğüne ve demokrasiye tamamı ile aykırı olan yanına dikkat çekti.
Başkanlık rejimine geçildikten sonra memleket toprağında yaşananlara daha dikkatli bakmak lazım. Buralarda ciddi şeyler oluyor çünkü. İmar rantı demek yetmiyor. Planlı, istikrarlı, yıllara yayılan bir değişime imza atılıyor. Birbiriyle alakasız yasal düzenlemeler üzerinden coğrafya yeniden haritalanıyor. Toprağın statüsü değiştiriliyor. Ve ülke sathına yayılmış en büyük mülkiyet değişimi gerçekleştiriliyor.
Peki, ne yapıyorlar? Resmi Gazete’de bölük pörçük okuduğumuz, sanki uzay boşluğunda çizilmiş, etrafı bomboş, içi bembeyaz bir kâğıt parçasının kroki diye eklendiği Cumhurbaşkanlığı kararları, nasıl bir gerçekliği anlatıyor?
***
Özellikle son 10 yılda Türkiye toprağının statüsünü doğrudan ilgilendiren üç temel yasada köklü değişiklikler yapıldı. 2018’den itibaren de Recep Tayyip Erdoğan’ın yetkilerini korkunç düzeylere çıkaran kritik revizyonlara gidildi. Az çok biliyoruz bunları.
Daha nice benzer yasa sayılabilir. Mera, su kaynakları, maden, enerji, turizm, köy ve büyük şehir kanunları, endüstri bölgeleri ile OSB’lere teşvik kanunları, tapu ve kadastro, hatta vatandaşlık… Her birinin sonuçları geriye doğru incelendiğinde ortaya çıkan manzara değişmiyor. Toprağın statüsü yeniden belirleniyor.
Bunlardan bir tanesini detaylı inceleyelim şimdi. Devasa yangınlarla yine gündeme gelen ormanlarda, 2018’den sonra yaşananların, Harita Yüksek Mühendisi Prof. Dr. Erol Köktürk ile Orman Mühendisi Yücel Çağlar’ın ayrı ayrı yaptığı titiz çalışmalara dayanarak, kısa bir bilançosunu çıkaralım.
Felaketin Kapısını Açan 16. Madde
2012’deki 2/B yasası ile tam 4 bin 734 km2 orman dışına çıkarılmış alan satıldı. Bunun sadece yüzde 4.7’sinde yerleşim yeri bulunuyordu. Ardından imar afları ve yeni imar planları ile buralar inşaata açıldı. İktidar, kentler büyüdü, orman görünen çoğu yer vasfını yitirdi, geçmişi çok eskiye uzanan imar sorunları söz konusu diyerek, ülkeyi 2/B’ye ikna etti. Lakin meselenin vatandaş lehine bir sorunu çözmek olmadığı, başkanlık rejimine geçildiğinde anlaşıldı. 2018 yılında 2/B’den bile beter 16. madde, Orman Kanunu’na eklendi. Özeti şu: Erdoğan keyfine göre istediği yeri orman dışına çıkarıp satabilir. Kıstası da kriteri de o belirliyor.
Ormanlara yönelik neden planlı, programlı bir saldırının olduğunu her iki yasadaki kocaman boşluktan anlıyoruz. Nedir bu boşluk? Uygulamaların süresi belirsiz. Yazma gereği bile duymamışlar. Oysa iki yasanın gerekçesi de geçmişe dönük. “Bozulan orman” dediğiniz vakit, ileriye dönük bir şeyi kastetmiyorsunuzdur herhalde.
Türkiye Cumhuriyeti’nde bir kişi, oturup 37 kentte, toplam yüzölçümü 26,7 km2’yi bulan 721 parseli orman dışına çıkarıp satışa sundu. Bundan daha ürkütücü bir yetki olur mu? Üstelik ‘istisna’ ve ‘geçici’ sayılması gereken bir yetki bu. Gündelik ekonomik ve politik kararların ötesinde bir durumdan bahsediyoruz. Darbeyi bırakın, ülke işgal edilse, işgalci gücün kullanmaktan çekineceği bir güç.
Tablodaki illere baktığımızda kararların orman bakımından zengin bölgelerde yoğunlaştığını görüyoruz. Başka bir şey daha görüyoruz. 6 yılda orman sınırı dışına çıkarılan parsellerin yüzde 61’i, 1000 m2’den küçük. Hatta içlerinde 5,8 m2, 8,1 m2 gibi alanlar bulunuyor. Bunun anlamı, şahsileşmiş iktidarın şahıslara özel orman katliamı yapmasıdır, tepeden aşağıya bir suç ortaklığının kurulmasıdır.
***
Ormanların başına gelenler üzerine daha çok şey söylenebilir. Ama bir kez daha vurgulamak gerekir ki, yalnızca vahim bir ağaç katliamıyla karşı karşıya değiliz. Gelecek nesilleri ve toplumsal yaşamın her alanını etkileyecek bir ‘toprak özelleştirmesi’ süreci hızla işliyor.
Ha bire egemenlik hakkından, vatan bütünlüğünden, şehit kanıyla sulanmış coğrafyadan bahsedenler, dönüp elle tutulur, gözle görülür memleket toprağında olup bitene bir baksın. Asıl ‘beka’ sorunu burada yatıyor.