Kürt halkının Apê Musa’sı, Kürt bilge Musa Anter 20 Eylül 1992 tarihinde Amed’te katledildi. 20 Eylül 1992’de Diyarbakır’da kaldığı otelden alınan Anter, Seyrantepe mevkiinde Cumhuriyet Mahallesi 36. Sokak’ta öldürüldü. Anter’in yanında bulunan gazeteci, yazar ve siyasetçi Orhan Miroğlu da saldırıda yaralandı. Eski JİTEM elemanı Abdülkadir Aygan, Anter’in, kendisinin de içinde bulunduğu tim tarafından JİTEM tarafından öldürüldüğünü açıkladı. Dönemin başbakanı Mesut Yılmaz’ın isteği üzerine Başbakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Kutlu Savaş’ın hazırladığı Susurluk Raporu’nda, Anter cinayetinin “Yeşil” kod adlı Mahmut Yıldırım tarafından planladığı ve işlendiği belirtildi. Anter’in mezarı Nusaybin ilçesine bağlı Akarsu bucağı Eskimağara (Zivingê) köyünde bulunuyor. Musa Anter cinayetiyle ilgili davada 2000 yılına kadar etkin bir soruşturma yapılmadı. Anter ailesi, 22 Şubat 2000’de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvurdu. AİHM, 2007 yılında “yaşam hakkının hem maddi hem de usul açısından ihlal edildiğine” karar verdi. Kutlu Savaş’ın 1998’de hazırladığı Susurluk Raporu gibi bazı önemli delillerin de yetkililer tarafından göz ardı edildiği belirtildi.
Dava Bilinçli Şekilde Zamanaşımına Uğratıldı
Musa Anter cinayetinin üzerinden 30 yıl geçmesine rağmen etkin bir soruşturma yürütülmedi ve davanın zaman aşımından düşürülmesi, katilleri korumak ve devletin bu cinayetteki rolünün üzerini örtmek için alınmış bir karardı. Musa Anter cinayetindeki devlet parmağı bir iddiadan öteydi. 1997 yılında dönemin Başbakanlık makamı tarafından Kutlu Savaş’a hazırlatılan Susurluk Raporu’nda bu cinayetin (pek çok başka siyasi cinayetle birlikte) JİTEM (yasadışı olarak kurulmuş olan ve açılımı Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele Grup komutanlığı olan NATO tarafından kurulmuş kontrgerillanın uzantısı olan teşkilat) tarafından planlanıp gerçekleştirildiği ortaya konmuştu.
Daha sonra bu bilgi eski MİT Kontrterör daire başkanı Mehmet Eymür’ün ifadelerinde de teyit edilmişti. Daha önemli olan Eymür’ün Musa Anter ile birlikte bir dizi başka siyasi cinayetle ilgili dönemin Başbakanı Tansu Çiller, MİT ve Genelkurmay’ın bilgi sahibi olduğunu söylemiş olmasıydı. Nihayet JİTEM itirafçısı Abdülkadir Aygan 2004 yayınladığı kitapta cinayetle ilgili bir dizi devlet görevlisinin adı verilmişti. Bunlar arasında “Şırnaklı Hamit” olarak adı geçen Hamit Yıldırım 2012’de tutuklandıktan 5 yıl sonra tahliye edildi. Bu kişi cinayet esnasında Musa Anter’in yanında olan ve ağır yaralanan yeğeni Orhan Miroğlu tarafından da teşhis edilmişti. Özetle “faili meçhul” denen bu cinayetin failleri de azmettiricileri de planlayıcıları da belli idi. Devletin ve devlet görevlilerinin bu cinayette oynadığı rol apaçık ortadaydı. Tam da bu sebeple planlı sistematik bir delil karartma ve oyalama ile dava zaman aşımına uğratıldı.
Geleneği Devam Ediyor
Öldürülmesinin 32 yılında Musa Anter’in Kürt halkı yanlısı devletten bağımsız gazetecilik geleneği konuşuluyor. Yeni Yaşam gazetesi yazarlarından olan Ender Öndeş, Musa Anter’i ve Özgür Basın geleneğini anlattı.
Anter ile tanışmasa da ona dair anlatılanları dinlediğini ve katledildiği günü hatırladığını belirten Öndeş, “Apê Musa’yı benim anlatabilmem zor. Ama böyle insanlar efsane insanlardır. Duyarsınız. Apê Musa, esasında özgür basın öncesinde de var olan biri. Ondan daha öncesinde yeğeni Hüseyin Deniz (Katledilen Özgür Gündem yazarı) için yazdığı yazı vardır. Ben o yazıyı okuduğumda ağlamıştım. Oğlum Hüseyin diyor, ben sana öldü demem diyor. Öldü dersem, seni ben öldürmüş gibi olurum diyor. Ben de gelirim yanına oğlum diyor” diye belirtti.
‘Kuşaktan Kuşağa Gelen Bir Zincir’
Musa Anter’in de yeğeninden kısa bir süre sonra katledildiğini hatırlatan Öndeş, katledilen gazeteciler ve onların ardından bu mücadeleyi sahiplenilme halini bir zincir olduğunu, Anter katledildiğinde henüz doğmamış insanların bugün bu geleneği sürdürdüğünü belirterek, “Zinciri hesaplayabiliyor musunuz? Nasıl bir zincir geliyor? İnsandan insana, kuşaktan kuşağa” dedi.
Kürt halkı yanlısı basın şekillenmeden önceki Türkiye’deki sol-sosyalist basın geleneğinden söz eden Öndeş, Devrimci-Yol’un “Demokrat” ve o dönemin Türkiye Komünist Partisi’nin (TKP) “Politika” adında gazetelerinin olduğunu ve dönemlerine göre iyi sayılabileceğini ifade etti.
Devletten Bağımsız Basın’ın Önemi
Türkiye’de devletten bağımsız gazetecilik geleneğinin ortaya çıkmasının çok önemli bir gelişme olduğunu vurgulayan Öndeş, “Yani bence tarihte, en azından Kürtler açısından söylüyorum, ilk kez Genelkurmay’ın resmî açıklamalarının ya da hükümetlerin resmî açıklamalarının haricindeki alternatif, bir bilgi kaynağı ortaya çıktı. Bunu biz Roboski’de gördük. Bağımsız basın olmasaydı Roboski’de 34 kişilik büyük bir “terörist grubun” askerler tarafından “imha edildiği” anlatılacaktı bize. Yine örneğin Güçlükonak Katliamı’nı hatırlıyorum. Ben gazetedeydim, 11 köylüyü öldürüp, minibüste yakmışlardı ve olay o gün PKK’nin üstüne atılmıştı. Öyle görünüyordu, ama yerelden bilgiler geldiğinde anlaşıldı ki olay bambaşka. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) de onayladı bunu. Resmen ordu tarafından öldürülen insanlar ateşe verilmişti. Ve bunun gibi bir sürü olay var” diye konuştu.
Özgür Ülke’nin Bombalandığı Süreç
3 Aralık 1994’te Özgür Ülke gazetesinin bombalandığı günden söz eden o dönem sosyalist basında çalıştığını ve herkes gibi kendisinin de olayı duyunca binanın önüne geçtiğini belirten Öndeş, gazetenin sonraki gün “Bu ateş sizi de yakar” manşetiyle çıkışına dair de “Herhalde sosyalistlerin tarihindeki en kısa toplantısı o gün yapılmıştır. Yani üç dakika falan sürdü ve şu karar alındı: ‘Hemen bütün teknik aletlerin büroya getirilmesi ve gazeteye yardımcı olunması. Yani o dönemde takip ediyorduk. Kadırga’daki o ünlü binaya gelip gittiğimiz oluyordu” dedi.
90’lı Yılların Dayanışması
Bombalamanın ardından insanlarda büyük bir öfke olduğunu ve güçlü bir dayanışmanın oluştuğunu söyleyen Öndeş, “İstiklal Caddesi’ndeki o eylemi hatırlıyorum ama sadece İstiklal değil. Örneğin Aksaray’da meşhur Ender Mağazası vardır, onun önünde bir sürü gözaltı oldu o gün. Gazetenin satışı yapılıyordu. Bütün siyasi hareketler alıp gazeteyi çeşitli bölgelerde satıyordu. Yani hâkim oldukları ya da ne bileyim daha kendilerini iyi hissettikleri mahallelerde o gün her yerde satış oldu. Ve çok güçlü bir dayanışmaydı, hakikaten teknik malzeme fazlalığı oluştu gazetede. Yani insanlar, dergilerde, sosyalist dergilerde ne varsa hatta yayın evlerinde ne varsa gazeteye getirdiler” dedi.
Gazetelerin bir bir kapatıldığını ancak ardından bir yenisinin çıktığını söyleyen Öndeş, “Bağımsız Basın her zaman yani deyim yerindeyse âlemin yıldızı gibi oldu. Yani bir gözümüz her zaman oradaydı. Hep öyle yürüdü iş yani” şeklinde kaydetti. Öndeş, 1990’lı yıllarda Türkiye’deki devrimci ve demokrat kesimlerin dayanışmasının daha güçlü olduğunu ancak bu dayanışmanın bugün aşındığını dile getirdi. Öndeş, bunun da kaynağını sol hareketlerin zayıflamasından aldığını belirtti.
‘Yük Bağımsız Basının Üstüne Kalıyor’
Türkiye’de Kürt halkı yanlısı Bağımsız Basın’a “Türkiye cephesindeki haberlere çok fazla, yoğunlaşmıyorlar, ağırlıklı olarak Kürt tarafındaki haberleri veriyorlar” diye yapılan eleştirilere de değinen Öndeş, “Ama sen de Kürtlerin haberlerini ver o zaman. Yani zaman zaman biz, gazetede onca yıldır hatırlarım ben, her toplantıda konuşuruz bunları. Ya işte şu haberlere de öncelik vermek lazım diye ama habere bakıyorsun, örneğin gazeteciler Federe Kürdistan tarafında ya da Rojava’da öldürülmüş. Bu haberi kim verecek? Yok, başkası yok. Ve mecburen sen onu manşete çıkarıyorsun. Yani Kürt basını şunu istemez mi? Yani hem ülkede hem Kürdistan’da hem Rojava’da hem buradaki insan hakları ihlallerini, cinayetleri, yargısız infazları, bütün muhalif gazeteler verse de bizim yükümüz azalsa, istemez mi? Elbette ister. Ama olmuyor bu, olmayınca da köşede kalıyor. Özgür Basın’ın üstünde kalıyor” diye vurguladı.
Birand’ın İtirafı
Gazetecilere yönelik baskı, tutuklama ve katletmeleri “gerçeği açığa çıkartmanın bedeli” olarak tanımlayan Öndeş, “Herkes kendi işini yapıyor. Yani sen gerçekleri ortaya çıkarıyorsun, yalan perdelerini yırtıyorsun. Onlar da seni tutukluyor. Tabi karşı taraf ne kadar sıkışmışsa, o kadar fazla saldırıyor. Kürtlerin siyasi partisi var ve yok edemiyor. Her seferinde insanları tutukluyorlar ama bitmiyor. Hiçbiri bitmeyince haberciye geliyor sıra. Yani haberciye saldırmak zorunda kalıyorlar. Mehmet Ali Birand itiraf etmişti bir defa. ‘Ya biz berbat gazetecilik yaptık. Ordu ne diyorsa onu verdik’ diye itiraf etmişti. Ama o gazetecilik de bitti” diye konuştu.
‘Bağımsız Basın Ülkenin Gerçeği’
Kürt halkının tarafındaki Bağımsız Basın’ın tirajının içinde bulunduğu yeri ifade etmeyeceğini, Öndeş sözlerini şöyle tamamladı: “Şu anda bütün elçilikler, hükümet makamları, İçişleri Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı hepsi, hepsi her sabah yasakladıkları siteler var ya hepsine giriyorlar. Hepsini okuyorlar. Sen beğen beğenme. Yani Esad nasıl bir odak noktasıysa, Kürt hareketi de bir odak noktası. Mecbur okuyorsun. Her röportajı okuyorlardır. Yani Türkiye’de ya da Ortadoğu’da siyasetle uğraşıyorsan, sen her sabah şöyle yapmak zorundasın. Ulusalcılar ne diyor mesela? Cumhuriyet okursun değil mi? İktidar cephesi ne diyor? 3-4 tane gazete var orada. Onlara bakarsın. Kürtler ne diyor? Oraya da bakmak zorundasın. Hayatın gerçekliği böyle. Nasıl ki 40 yıldır devrimci hareket konusunda ‘bitirdik’ lafının bir anlamı yoksa gazetecilikte de habercilikte de ben bunu bitirdim diye bir şey yok.” (MA)