Bruno Leipold-Open Democracy-05 Nisan 2013
1797 yılında, dönemin en radikal sosyal eleştirmenlerinden ikisi olan Mary Wollstonecraft ve William Godwin doğmamış çocuklarını meşrulaştırmak için evlendiler. Her ikisi de evlilik kurumuna karşıydı ancak Wollstonecraft’ın ilk gayrimeşru çocuğuna eşlik eden skandal ve önyargılardan kaçınmayı umuyorlardı. Her ikisi de evlilik kurumuna karşı çıkıyordu ancak Wollstonecraft’ın ilk gayrimeşru çocuğuna eşlik eden skandal ve önyargılardan kaçınmayı umuyorlardı. Kısa ilişkileri, genellikle çalkantılı olan hayatlarının en mutlu dönemlerinden biriydi, ancak Wollstonecraft’ın doğum sırasında ölümüyle trajik bir şekilde kısa kesildi.[1]
Wollstonecraft’ın zamanının ataerkil inançlarına ve kurumlarına yönelik güçlü feminist eleştirisi, birçok cumhuriyetçi temadan yararlandı ve siyasi tahakkümle ilgili geleneksel cumhuriyetçi endişeyi kocaların eşleri üzerindeki sosyal tahakkümüne kadar genişletti.[2]
Godwin’in dış otoriteyi felsefi olarak reddetmesi ve devletten bağımsız, âdemi merkeziyetçi bir gönüllü toplumu ortaya koyması, birçok kişinin onu erken dönem anarşist düşünür olarak sınıflandırmasına yol açmıştır. [3]Evlilikleri cumhuriyetçilik ve anarşizm arasındaki ilişkilerin en üst noktası olarak kabul edilebilirse de, iki gelenek o zamandan beri çok farklı ideolojik ve siyasi yollar izlemiştir. Aşağıda, sıklıkla ihmal edilen bu iki siyasi teori arasında bugün ne gibi potansiyel örtüşmeler olduğunu ele alıyorum.
Anarşizm ve cumhuriyetçilik benzer bir kesintili tarihsel anlatıyı paylaşır. Cumhuriyetçi temalar Rönesans İtalya’sı, İngiliz Milletler Topluluğu İngiltere’si, devrimci Fransa ve Amerika’nın politik yazılarında bulunsa da, 19. yüzyılda giderek liberalizm tarafından yerinden edildiler ve 1970’lerden itibaren entelektüel tarihçiler ve politik teorisyenler tarafından geri çağrıldılar.[4]
Komünizm ve Faşizm İspanyol Devrimini Engellediler
Anarşizm için, komünizm ve faşizmin birleşik güçleri, Rus Devrimi ve İspanya İç Savaşı sırasında en başarılı örneklerini etkili bir şekilde ortadan kaldırdı. İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda anarşizm siyasi bir güç olarak fiilen ölmüştü. Ancak 1960’lardaki öğrenci ve kültür devrimleri anarşist fikir ve ilkelerin olağanüstü bir şekilde yeniden ortaya çıkışına tanıklık etti ve anarşizmin etkisi bugün Meksika’daki Zapatistalar ve Wall Street’i İşgal Et gibi çok çeşitli hareketlerde hissedilebiliyor. Colin Ward anarşizmin bu kendiliğinden yeniden ortaya çıkışını sık sık “karın altındaki tohum “a, kapitalist ve devlet baskısının altında her zaman var olan bir olasılığa benzetirdi.
Cumhuriyetçiliğin, 19. yüzyılda ticari kapitalizmin yükselişine yanıt veremeyerek liberalizme yenildiği düşünülür. Anarşizm de otoriter sosyalizm ile benzer bir ideolojik çatışma yaşamıştır. Her iki siyasi teori de kendi dönemlerinin ekonomik ve siyasi gerçeklerine daha iyi yanıt verdiği düşünülen ideolojiler tarafından (çoğunlukla iktidar sahipleri tarafından) bir kenara itilmiştir. Gerçekten de cumhuriyetçiliğin sadece antik Yunan’ın küçük şehirlerine uygun bir sistem olarak eleştirilmesi, anarşizmin devrimci bir harekette veya modern bir endüstriyel ekonomide yeri olmayan ilkel bir sosyalizm biçimi olduğuna dair Leninist tipteki argümanla benzerlik göstermektedir.
Anarşizm ve cumhuriyetçiliğin bu kadar yoğun bir muhalefete rağmen sürekli canlanmasının bir nedeni de özgürlük vizyonlarının kalıcı gücüdür. Cumhuriyetçi akademik canlanmanın temel özelliklerinden biri, kendine özgü bir özgürlük anlayışının ortaya çıkarılması olmuştur. Philip Pettit ve Quentin Skinner gibi cumhuriyetçiler, özgürlüğün en iyi şekilde keyfi gücün yokluğu olarak düşünülebileceğini savunmaktadır. Bu görüşe göre, bir kişi, tamamen güç sahibinin takdirine bağlı olarak hayatına müdahale etme gücüne sahip olduğunda özgür değildir.
Buna karşılık, özgür olmak, bir güç sahibinin istediği zaman müdahale edip etmeyeceği konusunda endişelenmeksizin, omzunun üzerinden bakmak zorunda kalmadan seçim yapabilmektir. Pettit bu özgürlük görüşünü ‘tahakkümsüzlük’ olarak adlandırmaktadır. Bunu, özgürlüğü müdahalenin yokluğu olarak gören ‘liberal’ görüşle karşılaştırır. Pettit’e göre, sadece müdahalenin olmaması özgürlük için yeterli değildir, çünkü müdahalenin olmaması, kendinizi iyi niyetine bağımlı kaldığınız bir güç sahibine sevdirmek için çok çalıştığınız gerçeğini yansıtabilir. ‘Tahakkümsüzlük’ cumhuriyetçilerin özgürlüksüzlük ağını geleneksel liberallerden daha geniş tutmalarına, ev ve işyerinde meydana gelen tahakkümü de dâhil etmelerine olanak tanır.
Anarşistler Tahakkümsüzlük Olarak Özgürlük Fikrine Sempati Duyar
Anarşistler bu görüşe biraz sempati duyacaktır. Proudhon, Bakunin ve Kropotkin gibi klasik anarşistler bu özgürlük fikrini kendi çalışmalarında az çok açık bir şekilde geliştirmişlerdir.[5] Modern anarşistler bu terimi çağdaş cumhuriyetçilere göre daha geniş bir anlamda kullanmaya daha yatkın olsalar da, tahakküm de son dönem anarşist teorileştirmede önemli bir rol oynamaya başlamıştır. Uri Gordon’un yazdığı gibi, “tahakküm kelimesi bugün anarşist politik dilde merkezi bir yere sahiptir… Anarşist anlamıyla ‘tahakküm’ terimi, grupların ve kişilerin kontrol edildiği, zorlandığı, sömürüldüğü, aşağılandığı, ayrımcılığa uğradığı toplumun çeşitli sistematik özellikleri için genel bir kavram olarak hizmet eder.” [6]Tahakküm, bu nedenle, çağdaş anarşist söylemde devletin, kapitalizmin, ataerkilliğin ve beyaz üstünlüğünün marjinal grupları ezmek için nasıl birleştiğini ve birbirini nasıl güçlendirdiğini anlatan genel bir terim olarak kullanılmaktadır.
Tahakküme ilişkin bu daha geniş bakış açısı, cumhuriyetçiler tarafından göz ardı edilen iki olası tahakküm alanına daha işaret etmektedir. Birincisi, heteronormatif toplumsal cinsiyet rollerinin, buna uymayan insanları alay, istismar ve şiddete maruz bırakarak tahakküme yol açtığı baskıcı yollardır. İkincisi, endüstriyel et üretiminde insanların insan olmayan hayvanlar üzerinde uyguladığı yaygın, acımasız ve yaygın tahakkümdür. Anarşistler için insanlar kadar hayvanlar da keyfi bir iktidara maruz kalabilir.
Ancak cumhuriyetçilik ve anarşizm arasındaki temel ayrılık, tahakkümsüzlük için kurumsal gereklilikler üzerinedir. Cumhuriyetçilere göre, hukukun üstünlüğüne tabi olduğumuzda müdahaleler keyfi olmaktan çıkar ve dolayısıyla özgürlüğümüzü azaltmaz. Eğer bir devlet uygun bir şekilde yapılandırılmışsa, cumhuriyetçiler hukukun özgürlüğümüzü kısıtlamadığını, aksine onu yarattığını savunurlar. Bu, anarşizm ve cumhuriyetçilik arasındaki temel anlaşmazlıktır. Anarşizm için devlet, tahakkümün birincil aracılarından biridir.
Onlara göre devlet tahakkümün çözümü olamaz çünkü güçlülerin tahakkümlerini uygulayabildikleri şiddet ve kontrol mekanizmalarını uygulayan devlettir. Dolayısıyla hem anarşizm hem de cumhuriyetçilik keyfi iktidara karşı ilkesel bir bağlılığı paylaşırken, cumhuriyetçiler için keyfi iktidar uygulamayacak devlet biçimleri vardır, anarşistler için ise devlet iktidarı doğası gereği keyfidir.
Tahakkümcü Olmayan Devlet Bulunamaz
Çok az sayıda cumhuriyetçi şu anda oluşturuldukları haliyle devletlerin keyfi ve tahakkümcü olmama koşullarını yerine getirdiğini iddia edecektir. Ancak cumhuriyetçilikte, hem eski hem de modern versiyonlarında, tahakkümsüzlüğü güvence altına almak için devletin ne kadar radikal bir şekilde reforme edilmesi gerektiği konusunda bir gerilim vardır. Cumhuriyetçiliğin ılımlı kanadı en iyi şekilde Madison tarafından Federalist makalelerde ifade edilmiştir. Madison’ın amacı yeni Amerikan cumhuriyetini, halkın hükümet üzerindeki taleplerinin tehlikelerinden yalıtacak şekilde tasarlamaktı. Klasik demokrasinin katılımcı unsurunu ortadan kaldırarak, “kâğıt paraya duyulan öfke ya da borçların kaldırılması, mülkiyetin eşit paylaşımı”[7] gibi “uygunsuz” ve “kötü” öneriler cumhuriyetçi hükümetten uzak tutulacaktı.
Modern ılımlı cumhuriyetçiler demokrasi anlayışlarında Madison kadar elitist değiller, ancak bence bu elitizm eğilimi cumhuriyetçi uyanıştan tamamen silinmiş değil. John McCormick’in yazdığı gibi “cumhuriyetçilik, neredeyse tanınmayacak kadar yeniden inşa edilmediği sürece, çağdaş liberal demokrasinin en kötü yanını, yani sosyoekonomik ve siyasi elitlerin halkın geneli pahasına sahip olduğu serbestliği pekiştirmekten başka bir işe yaramaz.”[8] Pettit gibi ılımlı cumhuriyetçiler için devlet, mahkemeler, yasama ve yürütme üzerinde anayasal denetim ve denge mekanizmaları ile vatandaşların bu organların kararlarına itiraz edebileceği temsili bir demokrasi olduğunda tahakkümcü değildir. Eğer cumhuriyetçiliğin sunabileceği tek şey buysa, o zaman mevcut liberal demokrasilerden neredeyse hiç ayırt edilemez hale gelir. Cumhuriyetçilerin, bu kurumların egemen olmaması için yurttaşların sivil erdem duygusuyla desteklenmesi gerektiğini vurguladıkları da doğrudur. Ancak bu konuda şüpheci olmak için nedenler vardır. Birincisi, devlete vatandaşlarında sadakat ve topluluk duygusunu teşvik etme gücü vermenin tehlikeleri ve ikincisi, vatandaşların doğrudan katılımdan dışlandığı bir sistemde sivil erdemin teşvik edilme olasılığının düşük olmasıdır.
Bununla birlikte cumhuriyetçilik daha radikal bir mirasa sahiptir.[9] Rousseau gibi cumhuriyetçi düşünürler, ekonomik eşitliğin özgürlük için merkeziliğini ve gerçek özyönetimi sağlamak için katılımcı demokrasi biçimlerinin gerekliliğini vurgulamışlardır. Cumhuriyetçiliğin bu kanadı, Rousseau’nun bir cumhuriyetin tahakkümsüz olabilmesi için “hiçbir yurttaşın bir başkasını satın alabilecek kadar zengin, kendini satmak zorunda kalacak kadar da yoksul olmaması gerektiği” yönündeki argümanını ciddiye alır.[10] Alex Gourevitch, cumhuriyetçilerin ekonomik tahakküm pahasına siyasi tahakkümü yanlışlıkla aşırı vurguladıklarını ileri sürmüştür. Bu diziye yaptığı katkılarda 18. yüzyıl Amerikan işçi cumhuriyetçilerine ve onların ücretli emeğe karşı çıkışlarına, kooperatif ve işyeri demokrasisi taleplerine odaklanmaktadır. Bu, anarko-sendikalist hareket tarafından savunulan fikirlerin çoğuna yaklaşmaktadır.
İspanyada Kısa Süreli Öz Yönetim Yaşandı
Örneğin İspanyol CNT sendikası, İç Savaş’ta kısa bir süre için, Barselona ve Katalonya’da sanayinin kolektifleştirilmesi yoluyla bu cumhuriyetçi özyönetim ilkelerinin çoğunu uygulamaya koymuştur. Cumhuriyetçi yelpazenin bu radikal ucundaki fikirler, anarşistlerin tarihsel olarak önerdiği karşılıklı yardımlaşmaya dayalı ademi merkeziyetçi toplum ve ekonomi türüne giderek daha fazla benzemektedir. Aynı zamanda yelpazenin bu ucunda cumhuriyetçi değişimin gerçekleştirilmesinde siyasi aktör öncelikle cumhuriyetçi bir başkan ya da siyasi parti değil, sendikalar ve toplumsal hareketlerdir. Bu da anarşistlerin işçiler, köylüler ve ezilen grupları da içeren geniş bir değişim aktörleri anlayışına olan inançlarıyla örtüşmektedir.
Aslında anarşistlerin cumhuriyetçi ilkeleri çok daha ciddiye alan cumhuriyetçiler olabileceği fikri için söylenecek bir şey var. Eğer egemen olmayan bir toplum yaratmayı gerçekten önemsiyorsak, o zaman anarşistler için bu, sadece kısıtlama ve sınırlamaların değil, tüm liderlerin, patronların ve elitlerin ortadan kaldırılması anlamına gelir.
Anarşistler için iktidar keyfi olmaktan çıkarılamaz çünkü tahakkümün kökeninde iktidar vardır. Anarşistler için şaşırtıcı olan, tahakkümsüzlük olarak böylesine radikal bir özgürlük anlayışını ortaya çıkaran ılımlı cumhuriyetçilerin, tahakkümden arınmış bir toplum yaratmak için gereken radikal ekonomik ve siyasi değişiklikleri savunmamalarıdır. Tabiri caizse otobüs durağına ışınlanmışlardır. Potansiyel olarak güçlü bir araç keşfettikten sonra, bu potansiyeli çarçur ederler.
Wollstonecraft ve Godwin’in zamanında ideolojik etiketler bu kadar sabit değildi. Anarşizm ancak 1840’larda Proudhon tarafından ayrı bir ideoloji olarak formüle edilmiştir. Bugün radikal cumhuriyetçilik ve anarşizm arasında bile devletin rolü ve değişimin parlamenter siyaset yoluyla ne ölçüde gerçekleştirilebileceği konusunda muhtemelen modern bir Wollstonecraft-Godwin ortaklığını zorlaştıracak bazı farklılıklar kalacaktır. Ancak anarşizmin, kendilerini ekonomik, siyasi ve sosyal tahakküm kaynaklarıyla taban örgütlerinin ortak siyasi eylemi yoluyla yüzleşen temelde elitizm karşıtı bir proje olarak gören cumhuriyetçilik akımlarıyla pek çok ortak noktası vardır. Bununla birlikte, cumhuriyetçiliğin katılımcı ve anti-kapitalist niteliklerini küçümsemeye çalışan unsurları anarşizmle çok az benzerlik taşır
[1] Başarılı bir aile olan bu ailenin kızı Mary Wollstonecraft Godwin, daha sonra Mary Shelley adıyla bilinen kişi, Frankenstein’i yazmıştır
[2] Mary Wollstonecraft, özgürlük ve toplumsal tahakkümün kalıcı gücü. Avrupa Siyaset Teorisi Dergisi, 1-20
[3] Marshall, P. (1992). İmkânsızı Talep Etmek: Anarşizmin Tarihi. Londra: Harper Perennial-Harper Collins. s.192-219 (Türkçesi, Peter Marshall. Anarşizmin Tarihi: İmkânsızı İstemek Çev: Yavuz Alogan, İmge Kitabevi,2003),
[4] Ancak cumhuriyetçiliğe ilişkin tarihsel anlatısı, Marx ve diğer sosyalistler ile 19. yüzyılın “emek cumhuriyetçileri” nde bulunabilecek cumhuriyetçi temaları tartışmalı bir şekilde dışlamaktadır.
[5] Kinna, R., & Prichard, A. (2012). Anarchism and non-domination. Unpublished manuscript.( Anarşizm Ve Tahakkümsüzlük. Yayımlanmamış El Yazması.)
[6] Gordon, U. (2008). Anarchy Alive! London: Pluto Press. p.32. (Anarşi Yaşıyor)
[7] Hamilton, A., Madison, J., & Jay, J. (2003). The Federalist with Letters of “Brutus”. (T. Ball, Ed.) Cambridge: Cambridge University Press. p.4 (Brutus’un Mektuplarıyla Federalist)
[8] McCormick, J. (2003) Machiavelli against Republicanism: On the Cambridge School’s “Guicciardinian Moments”. Political Theory. 31(5). p.616. (Machiavelli Cumhuriyetçiliğe Karşı: Cambridge Okulu’nun “Guicciardin Anları” Üzerine)
[9] See for example Bellamy, R. (2002). Being Liberal with Republicanism’s Radical Heritage. Res Publica. 8(3). 269-274. Bellamy, R. (2002). Cumhuriyetçiliğin Radikal Mirasıyla Liberal Olmak. Res Publica. 8(3). 269-274.
[10] Rousseau, J.-J. (1994). The Social Contract. (C. Betts, Trans.) Oxford: Oxford University Press. p.87