Güç, otoriteye ve tahakküme dayanarak hayatını sürdüren iktidar yapıları, her zaman kendilerini eleştiren, sorgulayan ve iktidarın çıkarlarına aykırı hareket edenleri hedef aldı.
Bugün, AKP’nin ‘etki ajanlığı’ düzenlemesiyle gündeme gelen torba yasa teklifi, Türkiye’de muhalefeti ve eleştirel düşünceyi daha da baskılamayı amaçlayan bir adım olarak karşımıza çıkıyor. Yasa, yabancı çıkarlar doğrultusunda hareket ettiği iddia edilen kişilere yönelik 3 ila 12 yıla kadar hapis cezası öngörüyor.
İktidar, bu düzenleme ile toplumun muhalif kesimlerini sindirip kendi sesinden başka bir ses çıkmasını engellemeyi hedefliyor. Bu durum, baskıcı rejimlerin tarih boyunca kullandığı en eski ama en etkili yöntemlerden biri.
Baskıcı Düzenin Geçmişten Bugüne Uygulamaları
AKP’nin önerdiği yasa, sadece bu döneme özgü bir olay değil.
Geçmişte de örneğin Sovyet Rusya, casusluk suçlamaları ile toplumsal muhalefeti ezmek için benzer yöntemlere başvurdu. Avukat Senih Özay, Bergama köylülerinin altın madenine karşı direnişinde kendisine yönelik ‘Alman yararına casusluk’ suçlamasını hatırlatıyor.
2002’de Bergama’daki doğa direnişine destek veren Özay ve diğer aktivistler, “Alman vakıfları adına Türkiye’nin çıkarlarına karşı çalışmak” gibi absürt bir suçlama ile yargılandı. Bugün aynı suçlamanın, farklı bir isimle ve genişletilmiş haliyle geri dönmesi, Türkiye’nin bir tür polis devleti olma yolunda ilerlediğini gösteriyor.
Bu yasa ile Türkiye’de iktidarın stratejik ve ekonomik yararlarına aykırı herhangi bir eylemin ‘casusluk’ ya da ‘etki ajanlığı’ olarak değerlendirilmesi sağlanacak. Yani iktidar, istediği her eylemi ve sözü “devlete karşı işlenmiş suç” olarak tanımlayabilecek. AKP-MHP ortaklığıyla iyice otoriterleşen rejimin, her muhalif sesi susturmak için böylesine geniş kapsamlı bir düzenlemeye başvurması, demokrasiye karşı duyulan tahammülsüzlüğün bir göstergesi.
Devlet Güvenliği Adına Hak İhlalleri: Korkunun Egemenliği
AKP’nin toplumu kontrol etme ihtiyacı, yalnızca kendi meşruiyetini sürdürebilme amacından kaynaklanmıyor; aynı zamanda bir korku politikası ile toplumu sessizliğe mahkum etmeyi hedefliyor. Bu yasa, halkı yalnızca susturmakla kalmayacak; insanların birbirinden şüphe etmesine, kendilerini sürekli gözetim altında hissetmelerine de yol açacak. İktidar, toplumu “hak ettiler” dedirtecek şekilde sindirirken, bu düzenleme ile vatandaşları da birbirine karşı güvensiz kılmaya çalışıyor.
Bu noktada gazetecilerin, akademisyenlerin, hak savunucularının hedef alınması tesadüf değil. Bilgiye erişim hakkını, özgür düşünceyi ve eleştirel bilinci zayıflatmak, iktidarın denetiminden çıkabilecek her türlü düşünceyi bastırmak için çok önemli.
TGS İzmir Şube Başkanı Nil Kahramanoğlu’nun da dediği gibi, “Bu düzenleme ile basın ve ifade özgürlüğü ciddi şekilde kısıtlanacak.” Toplumun haber alma hakkı, bilgiye erişimi ve gerçeği öğrenme arzusu tehlike altına girecek. Gazeteciler, sadece görevlerini yaptıkları için, sırf halkı bilgilendirdikleri için etki ajanı olarak suçlanabilecek. Özgür basının, eleştirel düşüncenin ve toplumsal muhalefetin yok edilmesi, faşist iktidarların en temel yöntemlerinden biri.
Doğaya ve Topluma Karşı Faaliyetleri Gizleme Çabası
Bu düzenleme ile iktidar, yalnızca politik muhalifleri değil, aynı zamanda çevre savunucularını ve doğa aktivistlerini de hedef alabilecek. Bergama köylülerinin mücadelesinde olduğu gibi, çevresel katliamlara karşı çıkanlar, yabancı devletlerin etkisi altında hareket eden ajanlar olarak suçlanabilir. Ormanlar, dereler ve tarım arazileri yok edilirken; bu yıkıma karşı duran herkes, iktidar tarafından hain ilan edilebilir.
Yani yasa, yalnızca devletin güvenliğini değil, aynı zamanda kapitalist yağmanın önünü açan bir sopa olarak da kullanılacak. Bugün dağlarımızı, ormanlarımızı, sularımızı korumak için mücadele edenlerin, iktidarın çıkarlarına aykırı davrandıkları gerekçesiyle ‘etki ajanı’ ilan edilmesi tehlikesi var.
Faşizmin Ayak Sesleri: Sessizliği Dayatan Bir Düzen
Bugün Türkiye’de demokrasiden bahsetmek giderek zorlaşıyor. Bu yasa, yalnızca bireyleri değil, tüm bir toplumu baskı altına alma hedefi taşıyor. Toplantı ve gösteri hakkından basın özgürlüğüne, akademik bağımsızlıktan ifade özgürlüğüne kadar birçok hakkı kısıtlamaya yönelik bu düzenleme, Türkiye’yi açıkça faşist bir yönetime doğru sürüklüyor. İktidarın eleştiriyi bastırmak için oluşturduğu bu yeni araç, toplumda derin bir sessizlik yaratacak.
Eleştirel düşünceye, sorgulayan zihne ve özgür ifade ortamına yer bırakmayan bir düzen; faşizmin ta kendisidir.
Bu yasa, otoriter bir rejimin kendisini sürdürmek için her türlü muhalefeti bastırma çabasında geldiği son noktadır. Halkın, “bize dokunmayan yılan bin yaşasın” diyerek sessiz kalması bekleniyor. Ancak unutulmamalıdır ki, baskı bir kere başladığında, o baskıdan herkes payını alır. Bugün gazeteciler, yarın öğrenciler, ertesi gün öğretmenler ve akademisyenler hedef alınacaktır.
Mücadele Zamanı: Sessiz Kalmamalıyız
Özgürlüklerin kısıtlanması, insan haklarının yok sayılması ve demokrasinin içinin boşaltılması karşısında sessiz kalmak, otoriterliğin güçlenmesine göz yummaktır. İktidarın getirmek istediği bu yasa, toplumun susturulmasına yönelik bir adım olsa da, halk olarak direnmek ve bu düzenlemeye karşı sesimizi yükseltmek zorundayız.
Bu yasa, yalnızca belirli bir kesimi değil, ifade özgürlüğünden yana olan herkesi ilgilendiriyor. Biliyoruz ki, devletin ve iktidarın tek amacı, kontrol etmek ve boyun eğdirmektir. Ancak bireylerin, toplumun ve doğanın özgürlüğü, bu düzeni kabul etmeyenlerin ellerinde yükselecektir.
Sivil toplum kuruluşları, gazeteciler, akademisyenler ve tüm demokratik kitle örgütleri, bu yasa karşısında birlikte durmalı.
Otoriterliğe karşı direniş, demokrasiye ve özgürlüğe inanan herkesin görevidir. Yoksa sessizliğe teslim olduğumuz her an, otoriterliğin daha da kök salmasına izin vermiş olacağız.
Özgür bir toplum için, bu baskıcı düzene karşı omuz omuza vermeli, birlikte direnmeli ve sesimizi yükseltmeliyiz.