Kaybedenler, antikahramanlar, umutsuzlar.
Her toplumda, her sistemde onların varlığı kaçınılmaz. Ancak modern toplumun dayattığı başarı kriterleri, bu insanları daha da görünmez kılar.
90’lı yıllar ve 2000’lerin başlarında çekilen polisiye veya bilimkurgu yapımları, işte bu “kaybedenlerin” hikayelerini anlatmaya başladı. Önceki dönemlerde gördüğümüz “kusursuz” kahramanlar, her zaman başarıya ulaşan, karşılaştıkları her sorunu çözen figürler olarak karşımıza çıkarken, o dönemin antikahramanları bambaşka bir dünyanın kapılarını açtı.
Bu dönem yapımları, hayatın çarpık ve karanlık yüzünü, sistemin dayattığı mutlak kazanç ve başarı kriterlerinin dışına çıkmış karakterlerle anlattı.
The Boys gibi yapımlar, bugünün dünyasında da bu akımın izlerini taşır. Burada süper kahramanlar, iyilik timsali değil, mutlak güce sahip olmanın yozlaştırdığı figürlerdir. Onlara karşı savaşanlar ise birer kurtarıcı değil, sistemin dışında kalmış, “kaybeden” karakterlerdir. Sistem onlara avantaj tanımaz, üstelik yenilgi kaçınılmazdır.
Ne var ki, belki de en anlamlı sorular, bu kaybedişlerin içinde gizlidir.
Dizide şiddet, estetize edilip komik bir hale getirilse de, bu mizah aslında toplumun derin bir eleştirisini sunar. Gerçek hayatta karşılaştığımız şiddet, günlük yaşamımızda alışkın olduğumuz ve giderek normalleşen bir unsur haline geldi. Ancak dizideki bu “grafik” şiddet, tam tersine, topluma sunulan şiddetin gerçekliğiyle ilgili bir sorgulama yaratır. Mutlak güce sahip olanların elindeki şiddet tekeli, izleyiciyi hem korkuya hem de sorgulamaya iter.
Peki, bu şiddet neden izleniyor?
Şiddetin kitlelere bu kadar cazip gelmesi, toplumun bozulmuş adalet duygusuyla ilişkili mi?
Diziler, filmler, video oyunları…
Günlük yaşamımızın bir parçası olan bu kurgusal dünyalar, şiddeti sadece bir araç olarak kullanıyor, ancak bizleri asıl düşündüren şey, şiddetin toplumda yarattığı etkiler.
Bu yapımlar, şiddeti normalleştiriyor mu yoksa halihazırda şiddetin normalleştiği bir dünyayı mı yansıtıyor?
Mary Clare St. Francis’in “Şiddetin Normalleş(tiril)mesi” yazısında belirttiği gibi, şiddet çok geniş bir spektrumda karşımıza çıkar ve çoğu insanın düşündüğünden daha derin bir şekilde kültürümüze işlemiştir. Ancak şiddetle ilgili asıl korkutucu olan şey, yalnızca fiziksel saldırganlık değil, aynı zamanda bu saldırganlığın cezasız kalması ve toplumsal adalet duygusunu zedelemesidir.
Dizilerde ve filmlerde gördüğümüz şiddet, bizleri katile dönüştürmez, ancak adaletin olmadığını düşündüğümüzde, korku toplumu yaratır. Bu korku toplumunda, insanlar güvensizlik içinde yaşar, adalet duygusu zedelenir ve her türlü eylemin meşru görüldüğü bir dünya ortaya çıkar. Şiddet, hem bireysel hem de toplumsal düzeyde bizi kuşatır, adaletin olmadığı bir dünyada, şiddet sorun çözme yöntemi olarak kabul görür.
The Boys gibi dizilerde süper kahramanların yozlaşması, mutlak güce sahip olanların nasıl kontrol edilemeyeceğini gösterir. Ancak bu tür yapımların alt metninde, şiddetin ve gücün toplumda nasıl kullanıldığına dair önemli sorular da yatmaktadır. Şiddetin temsil edilmesi, yalnızca kurgusal bir eğlence unsuru değil, aynı zamanda toplumun adalet ve güvenlik algılarının nasıl bozulduğunu gözler önüne seren bir aynadır.
Peki, şiddetin bu kadar görünür olduğu bir dünyada, adaletin yeniden tesis edilmesi mümkün mü?
Ekranda gördüğümüz şiddet bizi daha fazla şiddete yöneltmez, ancak şiddetin cezasız kaldığını gördüğümüzde, toplumun adalet duygusu kırılır. Toplumu adil ve güvenilir bir hale getirmek için, her bireyin, her kurumun elini taşın altına koyması gerekir. Şiddetin temsilleriyle yüzleşmek, bu temsillerin toplumsal etkilerini anlamak ve adalet arayışını sürdürmek, bizim elimizde.
Şiddetle başa çıkmak, onu ortadan kaldırmanın ötesinde, toplumun adalet duygusunu güçlendirmekle mümkündür. Adaletin herkes için sağlandığı, gücün ve şiddetin tekelleşmediği bir dünya yaratmak, şiddetin normalleşmesine karşı verilecek en güçlü mücadeledir. Şiddeti estetize eden yapımlardan ziyade, gerçek dünyada adaleti tesis etmek, şiddetin sorun çözme aracı olmaktan çıkacağı bir gelecek için en temel adımdır.