Bir yandan meclis’teki yargı paketi ile ilgili görüşmeleri takip ederken diğer yandan Diyarbakır’daki Narin Güran cinayetinin duruşmasını ilgi ile takip ediyorum
9. Yargı Paketi’nin görüşmeleri, yürütmenin yargıya müdahalelerinin sürekli hale geldiği Türkiye’de yeni bir merak konusu. Ancak, Diyarbakır’daki Narin Güran cinayetinin duruşmasından gelen bilgiler, bu hukuki süreçlerin kadınların güvenliği ve hakları üzerindeki doğrudan etkisini düşünmemek imkânsız hale getiriyor.
İki cephede de durum aynı: kadına yönelik şiddet ve bu şiddete karşı sorumlulukların ertelenmesi.
Türkiye’de, kadınların hayatlarına ve bedenlerine yönelik şiddetin derin bir buzdağı gibi, toplumsal düzenin altına sinmiş, görünmeyen devasa bir kısmı olduğunu hatırlatıyor her seferinde bu vakalar. Bu buzdağının sadece üstünde, gün yüzüne çıkmış birkaç kadının hikâyesini konuşabiliyoruz; buzdağının büyük kısmıysa sessizce orada, bize bakan, daha fazla kadın öldürülürken çözümsüz bırakılan bir sorun olarak kalıyor.
Meclis’te Kadın Hakları: Tekrar Edilen İtaat Çağrısı
9. Yargı Paketi görüşmeleri, iktidar ve muhalefetin sahnede olduğu ama kadın haklarının sessizce unutulduğu bir alan.
Geçen günlerde, Meclis’te paketin 6. maddesi oylanırken yeter sayısına ulaşılamadığı için oturum sonlandırıldı. Bu anlar, iktidarın kendi gündemini dahi sürdüremez hale geldiğini; sırf “varmış gibi” görünme çabası içinde olduklarını gözler önüne seriyor. Oysa aynı iktidar, kadınların bedenlerine, hayatlarına ve kararlarına dair sınırsız bir tahakküm kurmakta oldukça kararlı.
CHP Tekirdağ Milletvekili Nurten Yontar, gündem dışı konuşmasında kadın cinayetlerine, Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun (KCDP) ekim ayı raporuna ve kadınlara yönelik baskıcı uygulamalara değindi. Bu kısa konuşmalar bile kadınların yaşadıkları baskıları ortaya koyuyor. Fakat bir yandan da feminist mücadeleye dayatılan çerçevenin ne kadar kısıtlı olduğunu, kadın haklarının gündemde tutulmasının ne kadar zor olduğunu açıkça gösteriyor.
Her bir kelimenin bile burada yer bulması için uğraş vermek, iktidarın kadınları ne kadar göz ardı ettiğini yeniden hatırlatıyor.
“Narin İçin Adalet, Hepimiz İçin Adalet”
Diyarbakır’dan gelen Narin Güran cinayetine dair haberler, hem kadın cinayetlerinin ardındaki cezasızlık sorununu hem de devletin tutumunu gözler önüne seriyor.
Sanık Enes’in “işkence gördüğünü” söylemesi, davasının gidişatını manipüle etmeye çalışmasının bir göstergesi.
İstanbul Barosu’ndan Av. Yelda Koçak, Diyarbakır’daki duruşmada gözlemlediği eşitsiz tutumu açıkça paylaştı: Avukatların, sanıklara sorulan sorularda gösterdiği çifte standart dikkat çekici. Sanıklara eşit muamele edilmediği gibi, yargılamanın küçük bir salonda yapılması bile bu davanın ciddiyetini nasıl göz ardı ettiklerini gösteriyor.
Bu tür davalarda, adaleti gerçekten sağlamak, sadece bir ceza ya da hüküm vermekle sınırlı kalamaz.
Kadınlara karşı işlenen suçlarda cezasızlık düzeninin devamı, devleti, mahkemeleri, kurumları bir bütün olarak sorgulamayı gerektirir. Narin Güran gibi kadınların hakları, yaşamı için mücadele etmek bir “dava” olmamalı; bu toplumun temelinde yer almalıydı. Ancak iktidar, bu tür davaları savsaklayarak, faillerin ve sistemin rahatça kadınları yok saymasını mümkün kılmaya devam ediyor.
Kadın Cinayetleri Buzdağının Görünen Kısmı
Kadına yönelik şiddet ve kadın cinayetleri, toplumda sürekli olarak konuşulması gereken ancak iktidar tarafından her fırsatta susturulmaya çalışılan bir konu.
Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu’nun Ekim 2024 raporunda, 48 kadın cinayeti ve 23 şüpheli kadın ölümünün gerçekleştiği bildiriliyor. Bu sayıların sadece basına yansıyan vakalar olduğu düşünülürse, gerçekte yaşanan şiddetin ve ölümün boyutlarının ne kadar korkunç olduğu aşikâr.
Kadınların yalnızca bağımsız yaşam hakkı için öldürüldüğü bir toplumda, kadın cinayetleri devletin sırtını döndüğü, örtbas etmeye çalıştığı bir toplumsal yara olmaktan öteye geçmez. Basın özgürlüğüne olan baskılar, yerel basının kadına yönelik şiddet ve istismar konularında haber yapmasının önüne geçiyor. Kadınlar için mücadele eden feminist örgütler ve kadın dernekleri, iktidarın karşısında seslerini duyurmaya çalışırken sürekli baskı altına alınıyorlar.
Hükümet ve ilgili bakanlıkların, görevleri olmasına rağmen kadın cinayetlerine dair şeffaf veriler sunmaması, kendi sorumluluklarını feminist hareketlerin omuzlarına yüklüyor.
Çıkış Yolu: Özgürlükçü Feminist Mücadele
Kadın cinayetleri, çocuklara yönelik cinsel istismar ve kadına karşı şiddetin diğer boyutları, patriyarkal düzenin toplumu nasıl yönettiğini anlamamıza yarayan somut örnekler. Bu düzenin koruyucusu, devletin ta kendisi.
Mahkemeler, iktidarın baskıcı yapısı, barolar, ve medya da bu düzenin sürdürücüsü haline geliyor. Bu nedenle, kadın mücadelesi, sadece cinsiyet eşitliği sağlamak değil, patriyarkal sistemin tüm yapısal köklerini kazımak anlamına gelmeli. Bu mücadelenin anti-otoriter, yani anarşist bir bakış açısıyla genişlemesi gerektiği çok açık.
Kadınların bedenine, kararlarına ve hayatına dair otorite kurma çabalarına karşı çıkmak, özgürlük mücadelesinin merkezinde yer almalı. Yasalar kadınlar için ne kadar düzenlenirse düzenlensin, eğer o yasaların arkasında bir cezasızlık düzeni varsa, o yasalarda sadece birer kağıt parçası olarak kalır. Kadınlar için adalet, devletin izin verdiği, sınırlarını çizdiği kadar değil, onların kendi hayatlarını özgürce yaşama haklarını güvence altına alan bir mücadele olmalı.
Kadınların karşılaştığı şiddet ve baskıya karşı çıkmak, bir adalet arayışı değil, bir hayatta kalma mücadelesidir.
Kadın cinayetlerinin sorumluluğunu sadece faillerin değil, bu düzeni koruyan tüm yapının taşıması gerekir.
Gerçek adalet, kadınların bu sistem içinde değil, bu sistemden bağımsız bir özgürlük içinde yaşayabileceği bir dünyanın kapısını aralamaktır.
Kadın cinayetlerinin, çocuk istismarı ve ihmalinin karşısında dik durarak, her bir kadının adıyla, her bir çocuğun hikayesiyle direnişi sürdürüyoruz.
Ekim ayında hayatlarından koparılan o 48 kadını, sadece anmak değil, bu sistemin bir daha kimsenin hayatını yok etmemesi için adımlar atmak zorundayız.
Anılarının üzerine yeni bir gelecek kurmak, tüm kadınlar, çocuklar ve özgürlüğü arayanlar için en büyük borcumuz.