Osman Kavala, bugün itibarıyla tam yedi yıldır Marmara (Silivri) Cezaevi’nde tutsak. 1 Kasım 2017’de Antep’ten İstanbul’a dönüş yolundayken gözaltına alınan Kavala, Gezi davasında ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırıldı. Tutsaklığının yedinci yılında bir açıklama yapan Kavala, masumiyet karinesinin çiğnendiği ve temelsiz iddialarla yürütülen bir yargılama süreci yaşadığını vurguladı. Gezi Parkı’nın park olarak kalmasının kendisi için bir teselli olduğunu belirtirken, “Bana asıl teselli verecek olan, ülkemde hukuk devleti yönünde gelişmeleri görmek olacak,” dedi.
Açıklamasında Kavala, masumiyet karinesine aykırı şekilde suçsuzluğunu ispatlamak zorunda bırakıldığını, iftiraların ve yalan beyanların yargılamada kullanıldığını ifade etti. 2019’da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) tarafından, suç teşkil eden bir eylemde bulunduğuna dair kanıt olmadığı yönündeki kararına rağmen, Türkiye’nin AİHM kararını tanımadığını belirtti. Bu karardan sonra yargı üzerindeki siyasi baskıların arttığını söyleyen Kavala, beraat kararlarının bozulması ve yasaların siyasi çıkarlar doğrultusunda değiştirilmesiyle kendisine yönelik suçlamaların derinleştiğini aktardı.
Gezi davasında barışçıl ve şiddetten uzak bir tutum sergilediği bilinmesine rağmen en ağır cezaya mahkûm edildiğini, diğer dört Gezi davası sanığının ise 18 yıla varan cezalar aldığını belirten Kavala, yargı organlarının insan hayatına değer vermeyen bir anlayışla hareket ettiğini söyledi. Bu anlayışın sadece mahkeme salonlarıyla sınırlı kalmadığını, toplumda etik değerlerin aşındığını düşündüğünü ifade etti.
Kavala, cezaevinde geçirdiği bu uzun yılların, eşinden ve sevdiklerinden ayrı kalmasına neden olduğunu, yürüttüğü barış ve uzlaşma kültürüne katkı sağladığına inandığı sivil toplum çalışmalarının ise durdurulduğunu belirtti. Yurttaş sorumluluğu bilinciyle, cezaevinde yaşadığı hukuksuzlukları paylaşmaya devam edeceğini ifade etti.
Cezaevinde yedinci yılım tamamlandı. Bu süre boyunca masumiyet karinesinin çiğnendiği, temelsiz iddiaların, yalan beyanların kullanıldığı bir yargılama süreci yaşadım.
AİHM 2019 yılında suç sayılan bir faaliyette bulunduğuma işaret eden bir delil olmadığına hükmetmişti. Gezi davası aynı nedenle beraatle sonuçlandıktan sonra yargı üzerinde siyasetin etkisi arttı. AİHM kararını uygulamamak ve beraat kararlarını bozmak için aleni biçimde yasalarla oynandı. Yasalardaki tanımlara aykırı biçimde bir casusluk suçlaması kurgulandı.
Bu suçlama siyaseten de kullanıldı, insan haklarını ve “öteki” sayılanların hayatlarını değersiz gören düşman hukuku uygulamaları teşvik gördü. Böylece, hiçbir şiddet eylemiyle ilişkim olmadığı bilinmesine rağmen en ağır cezaya çarptırıldım, dört Gezi tutuklusu da aynı yaklaşımla 18 yıla mahkûm edildi. Cezalar Yargıtay tarafından onanınca, şunu anladım ki yargı mensupları sakıncalı buldukları insanlara ceza verme yetkisine sahip olduklarına inanıyor. Bu insanların suç işlemediklerini biliyor olmalarına rağmen.
Yargıda insan hayatına değer vermeyen anlayışın yaygınlaşmasının, kamuoyunda infial yaratan birçok olayda olduğu gibi, temel etik değerlerle ilgili bir aşınmayı da yansıttığı düşüncesindeyim.
Altmış yaşımdan sonra aktif biçimde yaşayabileceğim hayat diliminin büyük bölümünü cezaevinde geçirmiş oldum. Eşimle hayatı paylaşamadım, annemle, sevdiklerimle birlikte yaşayamadım. Yıllardır yürüttüğümüz, barış ve uzlaşma kültürüne katkı sağladığına inandığım sivil toplum çalışmalarını sürdürmem engellenmiş oldu.
Cezaevinde kendimi bir yurttaş olarak hissetmeyi sürdürebilmek için, maruz kaldığım, şahit olduğum hukuksuzlukları kamuoyu ile paylaştım, uyarıcılık sorumluluğumu yerine getirmeye çalıştım.
Hayatımın hatırlayabildiğim en erken döneminden itibaren ağaçları tanımama imkân veren, kamu mekânını başkalarıyla paylaşmayı öğrenmemi sağlayan Gezi Parkı’nın her yaştan ve sınıftan yurttaşlarımız tarafından kullanılan bir park olarak kalması benim için bir teselli kaynağı.
Ancak, bana asıl teselli verecek olan, ülkemde hukuk devleti yönünde gelişmeleri görmek olacak. Bunun olacağına ve gerçekten özgürlüğü teneffüs edebileceğime inanıyorum.
Osman Kavala kimdir?
Osman Kavala, Türk iş insanı, sivil toplum aktivisti ve sosyal girişimcidir. 2 Ekim 1957 tarihinde İstanbul’da doğdu. Kavala, 1980’lerde yurt dışında eğitim aldı ve sonrasında Türkiye’ye döndü. İş hayatında çeşitli sektörlerde faaliyet gösterdi ve özellikle kültürel ve sosyal projelere destek verdi.
Kavala, Türkiye’deki insan hakları ve demokrasi konularında aktif bir savunucu olarak tanınmaktadır. 2013’te Gezi Parkı protestolarına katılan ve bu süreçte önemli bir rol oynayan Kavala, sivil toplum kuruluşları aracılığıyla sanat, kültür ve insan hakları alanlarında birçok projeye imza attı.
Osman Kavala, 2017 yılında tutuklandı ve Türkiye’deki siyasi iktidar tarafından “Anayasal düzeni ihlal etmek” ve “casusluk” gibi ağır suçlamalarla yargılandı. Kavala’nın tutukluluğu, uluslararası insan hakları örgütleri ve birçok ülke tarafından eleştirildi. 2021 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Kavala’nın derhal serbest bırakılması gerektiğine dair bir karar verdi, ancak bu karar Türkiye tarafından uygulanmadı. Kavala, hala cezaevinde bulunmaktadır ve durumu, Türkiye’deki insan hakları ihlalleri ve ifade özgürlüğü konularında önemli bir örnek olarak gündeme gelmektedir.