Bu yılın bütçesine baktığımda, ekonomik bir enkazı görmek zor değil. 2025 yılına girdiğimizde, Türkiye işsizlikle, borç batağıyla ve halkın yaşamına yönelik sürekli saldırılarla cebelleşen bir ülke. Meclis Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görüşülmeye başlanan bu bütçe, kağıt üstünde devletin harcamalarını ve gelirlerini düzenliyor gibi gözükse de, aslında çok daha karanlık bir senaryoyu gözler önüne seriyor. Bütçe, halkın sesini yok sayarken sermayenin taleplerini emir kabul ediyor. Üstüne üstlük bu bütçe, yalnızca IMF destekli Orta Vadeli Program çerçevesinde hazırlanan, Türkiye’nin adım adım yeni bir ekonomik sömürge olma yolunda ilerlediğini kanıtlayan bir belge.
Devletin Cebini Dolduran Bütçe: Halk Açlıkla Sınanıyor
Bu bütçe öyle bir bütçe ki; emeğiyle geçinen insanların sırtına yeni yükler yüklerken, aynı anda yerli ve yabancı sermayeye çeşitli ayrıcalıklar sunuyor. Çalışanların ücretleri baskı altında tutulurken, vergi yükü ise artıyor. 2025 yılı için toplam vergi gelirlerinin 11 trilyon 139 milyar TL olması öngörülüyor. Çalışanlardan alınacak gelir vergisi oranında %43,9’luk bir artış hedefleniyor. Yani düşük maaş alan emekçilerden yine en yüksek vergi kesilecek. Peki, bu vergi nereye gidiyor? Çoğunlukla halkın refahını artıracak sosyal harcamalara değil; sermayeyi besleyen otoyol ve köprü gibi dev projelere, milyarlık teşvik ve muafiyetlere!
Ülkeyi borçlandıran dev projelere ayrılan bütçe miktarı 94,7 milyar TL iken, faiz ödemelerine 1,9 trilyon TL aktarılıyor. Bu bütçe, yalnızca ekonomik değil, aynı zamanda toplumsal bir çöküş yaratıyor. Faiz ödemeleri, geniş halk kesimlerinin ihtiyaç duyduğu sosyal yardımların ve hizmetlerin kısılması anlamına geliyor. Bu durum ise emekçi kesimi daha da zorluyor, onları daha fazla borçlanmaya ve daha fazla yoksulluğa sürüklüyor.
İşsizlik Büyüyor, Umut Küçülüyor
Türkiye, yeni yıla 10,4 milyon işsiz ile giriyor. Bu insanların 4,4 milyonu ise artık iş bulma umudunu yitirmiş durumda. İşsizliği azaltmak bir yana, bütçenin yapısı istihdamı daha da daraltacak şekilde hazırlanmış. Yeni iş alanları açmak yerine, mevcut çalışanların bile işlerini kaybetme riskini artıran güvencesiz, geçici işler ön planda tutuluyor. Sermaye, işçiyi düşük ücretlerle sömürmekte özgür; devlet ise bu sömürü çarkını korumakla meşgul.
Emekçiler İçin Vergi, Şirketler İçin Muafiyet
Bütçede dikkat çeken bir diğer detay, sermayeye verilen muafiyetlerin artışı. 2025 yılında, sadece şirketlerden alınması gereken kurumlar vergisinden 701 milyar TL’lik bir feragat söz konusu. Yani, halkın vergileriyle şirketlerin karları artırılıyor. Erdoğan’ın uluslararası sermayeye daha fazla teşvik sözü, yalnızca sözde kalmadı; bütçeye 2,8 trilyon TL değerinde muafiyet olarak yansıdı. Sermayeye yapılan bu kıyak, halkın cebinden çıkan her kuruşla finanse ediliyor.
Yoksulluğun ve Borcun Büyüdüğü Yıl: 2025
Bütçe, halkı daha fazla borçlandırma planıyla hazırlanmış durumda. Emekçilerin bankalara olan bireysel kredi borçları, 2024’e kıyasla %30 arttı. Kredi kartı borçları ise %192,4 oranında büyümüş durumda. Emekçiyi yüksek faizle borç batağına sürüklemek, bu sistemin temel politikası haline gelmiş durumda. Bütçeye bakınca, halkı daha da yoksullaştıran, emekçiyi daha fazla borçlandıran bir sistemin kurulduğunu görmek zor değil.
Ne Yapmalı?
Bu bütçe, Türkiye’nin emperyalizmin kucağına oturtulmuş halini resmediyor. IMF’nin direktifleri doğrultusunda hazırlanan bu program, ülkeyi birer birer yabancı sermayeye bağımlı hale getiriyor. Bütçe hakkının, yani halkın gelirinin nasıl kullanılacağına karar verme hakkının emekçilerden alınıp, sermayeye verilmesi, kapitalizmin en acımasız yüzlerinden biri.
Türkiye’nin dört bir yanında yükselen işçi ve üretici direnişleri, 2025’te yeni bir patlama noktasına ulaşabilir. Bu bütçe, “Hakkımı ver” diyen insanların sesini daha gür çıkarmasını sağlayacak. İsteyen istediği kadar engellemeye çalışsın; halkın hakkını aradığı, dayanışmayla büyüyen bir hareket önlenemeyecek.
Ekonomik sömürgeye dönüştürülmek istenen bir halkın, kendi kaderini tayin etme gücünü elde etmesi için demokratik bir bütçe hakkı talep etmesi şarttır. Ancak o zaman halkın emeğinin sömürülmediği, hak ettiği adil bir yaşamın mümkün olduğu bir düzen kurulabilir. Bu düzenin yaratılmasında ise işçiler, emekçiler, yoksullar; yani bu düzenin dışında bırakılan herkes başrol oynayacaktır. Bütçenin bu haksız düzenini yıkmak, sömürüye dur demek bizim ellerimizde.